İzmir'in İnsan Enerjisini Kullanmak Zorunda



CHP’de 2001-2004 yılları arasında İzmir’de iki dönem il başkanlığı yapan Alaattin Yüksel, 2004 seçimlerinin perde arkasında yaşananları anlattı. Bornova’dan belediye başkanı seçilen Aziz Kocaoğlu’nun Ahmet Piriştina’nın ani ölümüyle Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna nasıl oturduğunu dile getirdi. Yüksel, yakın arkadaşı olan Kocaoğlu’nun, o günden bugüne geldiği noktayı ve kamuoyunda uzun bir süredir merak edilen "Kocaoğlu’nun kararlarının arkasındaki  isim Yüksel mi? Aralarına şimdi kara  kedi mi girdi" sorularını yanıtladı...

CHP’nin o seçimlerde Bornova adayı  eski İl Milli Eğitim Müdürü Behçet Yavuz’du. Sonra iş değişti? O zaman da siz il başkanıydınız... Bu gelişme nasıl oldu?

Rahmetli Piriştina’nın Bornova adayı da Aziz Kocaoğlu’ydu. Ancak genel merkez kabul etmiyordu. Hatta Ankara’dan geldiğimiz bir gün  Kocaoğlu’nu arayıp, "Genel merkez kabul etmiyor adaylığını" dedim. O da "Önemli değil" dedi. O arada çeşitli aday isimleri geçiyordu Bornova için. Bunlar arasında eski İl Milli Eğitim Müdürü Behçet Yavuz da vardı. Ancak Piriştina, Behçet Bey’i kabul etmedi. Çok önceden ben Genel Başkan’a Behçet Yavuz’dan başka bir konuyla ilgili olarak bahsetmişim. Adayları konuşurken Deniz Baykal bana, "Behçet Yavuz diye bir arkadaşından bahsetmiştin. O olsun Bornova adayı" dedi. Ben de Piriştina’ya söyledim. Bunun üzerine Piriştina, Behçet Bey’i aradı. Zaten Piriştina’yla mutabakat içindeydik. Ancak Behçet Bey adaylık istemedi.  Bunun üzerine "O zaman Aziz Bey olmalı,  yapmazsan ben de istifa ederim" deyince, Aziz Kocaoğlu, Bornova adayı oldu.

Aziz Kocaoğlu’nun ilk döneminde, emaneten başkanlık yaptığı, seçilerek gelmediği konuşuldu. Son seçimde ise ezici bir üstünlük sağladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk seçimlerde o günkü kriterlerimizin, değerlendirmelerimizin doğru olduğu ortaya çıktı. Çok ciddi çalıştı. Sabahın altısından, geceyarılarına kadar... Çok uykusuz kaldığını, ciddi sağlık problemleri yaşadığını biliyorum. Bu zorluklara rağmen çok çalışarak başarılı oldu. Bunu mütevazılıkla yaptı. Dürüst davrandı. İzmir’in tek kuruşunu, kaynağını kötü harcamadı. Başkalarına çıkar sağlama anlayışı içinde hiç olmadı. Başkanlık süreci, hem kendini koruma hem de belediyeciliği öğrenmeyle geçti. Kendi partisi içinde de çok ciddi sıkıntılar yaşadı. CHP’nin il başkanı her konuda aleyhinde konuşuyordu. Ama il başkanının bu çıkışları tam tersine, halk nezdinde Başkan Aziz Kocaoğlu’nun değerini artırdı. Merkezi yönetimin de bir anlamda uyguladığı ezici baskı da aynı etkiyi yaptı. Aynı şekilde İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’la yaşanan gerginliklerde de, Ekrem Bey’e kızan Aziz Kocaoğlu’na olumlu yaklaştı. Zaten mazlum da bir görüntüsü var kendisinin. Bir de  İzmir’in daha rahat, modern bir seçmeni vardır. Mevcut iktidarla ilgili korkular, endişeler taşır. İzmir son seçimlerde hem mütevaziliği, hem de çalışkanlığı değerlendirmek istedi bence.  Bütün bunlar birleştiği zaman da yüzde  56-57 gibi bir sonuç ortaya çıktı.

Bu dönemde aldığı oy oranının bir rahatlığı görülüyor mu? Geçmişte, "Haddimizi biliriz" diyen Kocaoğlu ile bugünkü arasında fark var mı? Hem yakın arkadaşı, hem de onun siyasi hayatındaki önemli biri olarak ne düşünüyorsunuz?

O zamanlar, Alaçatı’da bir gün beraberdik. Eşi de vardı. Ben şakayla Türkegül Hanım’a bir şey söylemiştim; "Bu görevler çok tehlikelidir. Özellikle de Büyükşehir Başkanlığı çok güçlü bir koltuktur. Çevrenizdeki olaylar, insanlar sizi öyle etkiler ki, kendinizi çok güçlü ve önemli hissetmeye başlarsınız. Rahatsız eder. Senin eşin, benim arkadaşım. Çok alçakgönüllü, çok mütevazi birisi. Ama insan bundan kolay kolay kurtulamaz. Sen evde balonları patlat, ben de dışarıda patlatayım. Arkadaşımızı  böyle bir riskten koruyalım" önerisinde bulunmuştum. Son seçimlerde de yine benzeri uyarıları yaptım. "İkinci dönem aynı şekilde devam edeceksen aday olma dedim" mesela. "Farklı bir dönem olmalı. Artık her şeyi kavramışsın, tehlikenin nereden geleceğini, neler yapabileceğini, gücünü de, kaynaklarını da biliyorsun. İkinci dönemde alçakgönüllüğü, mütevazılığı bir kenara bırakıp, insanın dengesini bozan o gücün iktidarın sihrine kapılmadan, daha yaratıcı şeyler yapmak ve kaynak yaratmak zorundasın" dedim.

Peki ikinci dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk dönem yavaştı, ancak kim gelirse gelsin bu yaşanacaktı. Bu dönemde İzmir çok daha hızlı ilerlemeli, kalkınmalı. Bence onlar henüz gerçekleşmedi. Ekonomik Koordinasyon Kurulu oluşturuldu örneğin. Sivil toplum örgütleriyle birşeyler yapılmaya çalışılıyor... Ama, Başkanımız’dan, İzmir’in çok daha  hızlı büyümesi, kalkınması, gelişmesiyle  ilgili yapılması gerekenler konusunda  yeterli ışığı alamıyorum doğrusu...

Peki eksik olan ne?

Doğru insan seçmek yöneticinin birinci başarısıdır. Onun dışında bir de kaynak yaratabilmek... "Ben kendi imkanlarımla bunu yapacağım" derseniz, beş senede en fazla bir proje yaparsınız. Ama kaynak yaratırsanız, insan grubunu, bilgi birikimli insanlarla ilgili çalışma gruplarını oluşturursanız, daha hızlı yol alırsınız. 5 senede bir proje değil, bir seneden 5 projeyi sonuçlandırmış olursunuz. İzmir proje yağan bir kent haline gelmeli. Ama önemli olan, bunları değerlendirebilecek çok iyi yöneticileriniz olması. Ruh olacak. Takım çalışması anlayışını yerleştireceksiniz. Büyükşehir’de bir türlü sağlanamayan bence bu. İnsanlar korkuyorlar. İnsanlar, "Büyükşehir Belediye Başkanı iyi birşey yapıldıysa arkamda duracak mı, durmayacak mı?" diye tereddüt içindeler. Bence, bu sözünü ettiğim  takım ruhu oluşturulabilmiş gibi görünmüyor. "Doğru insan bulun, onlarla çalışın" diyoruz ama, mevcut insanı da motive edip verimli hale getirebilmek önemli. Sonuç olarak, İzmir’i kültürün, sanatının, eğitimin, bilginin ve demokrasinin beşiği haline getirmemiz gerekiyor. Bu konuda gerçekten üzüntülüyüm. Hızlı ve yeterli adım atılamıyor.

Bu düşüncelerinizi paylaşıyor musunuz Aziz Kocaoğlu ile?

"Bunları söylüyorsunuz da, Aziz Kocaoğlu’nun seçilmesinde en büyük katkıyı koyan sizsiniz, partinin de üyesisiniz, niye konuşmuyorsunuz?" diyebilirsiniz. Başkanımızın böyle bir talebi yok ki! İzmir kamuoyunda ne yazık ki; "Aziz Kocaoğlu’nun aldığı kararlarda benim hep katkıda bulunduğum, iyi şeylerde de, kötü  şeylerde de benim kararların hep içinde olduğum" gibi bir düşünce, bir imaj var. Size açık yüreklilikle söylüyorum, bu kesinlikle doğru değil.

Hiç mi bir araya gelmiyorsunuz?

Ayda yılda bir. Daha çok, kendi dostça birşeye ihtiyacı olduğunda, bir yerde oturup birşeyler içiyoruz. İzmir’in yönetilmesinde başkanın benim bu görüşlerimle ilgili bir merakı yok. Bu kamuoyu tarafından bilinsin. Kendisi bugüne kadar ne yaptıysa iyisiyle, kötüsüyle kendisi yaptı. Benim alınan kararlarda hiçbir katkım yok. Katkıda bulunmak, iyi şeyler yapmak isteyen bir sürü insan da bunu yapamadığı zaman, Başkan’la beraber beni de sorumlu tutuyor. O gün seçilmesine katkıda bulundum ama, hepsi bu kadar. Orada kalmıştır. Bugün artık kent kendisindedir. Benim herhangi bir sorumluluğum yoktur.

Yani şimdi aranıza kara kedi mi girdi?

Yok, buna kara kedi demeyelim.

Ama ilişkiniz eskisi gibi de değil sanırım...

Yok. Değiliz. Olmadığı da görülüyor zaten. Bu konuda eleştiriler almaya başladım. Oda başkanlarımızdan, eski dostlarımızdan, ticaret odası meclisinde çalıştığımız arkadaşlarımızdan, sivil toplum örgütü liderlerinden... "Başkan yalnız, başkan daha verimli çalışabilir. Büyükşehir, orada yalnız kalıyor. Onun bir yakın arkadaşı ve seçilmesinde öneride bulunmuş biri olarak gidip niye yardımcı olmuyorsun? Niye katkıda bulunmuyorsun?" diyenler var. Bir iki kere denedim. Denemeye çalıştım. Ama talebin benden gelmesi de zaten doğru bile değil.

Peki nasıl bir tepkiyle karşılaştınız?

"Normal... İyi gidiyor" diye bir yanıt aldım Başkan’dan. Kendisi bir sorun olmadığını, işlerin iyi gittiğini söyleyince... Ona inanıyor herhalde diye düşünüyorum. Buna rağmen, İzmir’in oda başkanlarının, sivil toplum örgütlerinin kenti birlikte yönetmekle ilgili sıkıntıları olduğu da bir gerçek. Katkıda bulunmak istiyor insanlar. İzmir’i, kültür sanat ve demokrasinin beşiği yapmayı hedef almamız gerekiyor. Bununla ilgili başkanın katkı istemesi gerekmez mi? Ekonomik Koordinasyon Kurulu’na bile ilk kez, dördüncü toplantısında katıldım. Bir sürü insan uyardıktan sonra ancak dördüncü toplantıda çağırıldık. Herkes bilsin ki; "Aziz Bey’e ne söylersem yapar, yaptırırım" gibi birşey söz konusu değil. Bunlar hep yanlış algılamalar. Beni önemli baskı altında bırakan, üzen şeyler. Aziz Başkan, "Herkesin bir yoğurt yiyişi vardır" demişti. Ama bunlar sadece kendi kararına bırakılmıyacak kadar önemli konular.

Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?

Önümüzdeki dönemde bu konuda ısrarlarımızı, baskımızı artırmamız gerekiyor. Bazen insan alınıyor, içine kapanıyor, geriye çekiliyor... Ama İzmir’de nitelikli binlerce insan var. Bu eneriyi kullanmak gerekiyor. Önümüzdeki dönemde değişmek gerekiyor diye düşündüm sizinle konuşurken de... Kendi duygularımı, sıkıntılarımı aşıp; "Boşver bunlardan vazgeç, işin üstüne git. Sonuçta  bu İzmir’in geleceği" diye düşünmeye başladım. Önümüzdeki dönem sanırım atacağım adımlar bu yönde olacak.