Öfkeyle yorum yapmak yerine, şaşırtan bu yasağı anlamak için önce İsviçre’nin
siyasal sistemine yakından bakmak gerek. Genel hatlarıyla idari örgütlenme
biçimi belediye, kanton ve federal yapı üzerine kurulmuş. Her bir yapı kendi
özerk alanında, yasama ve yürütme organıyla faaliyet gösteriyor ve kanun
yapabiliyor. Tüm ülkeyi kapsayacak düzenlemeler ise federal parlamentoda
gerçekleşiyor. Parlamento tarafından seçilen ve yedi bakandan oluşan Federal
Hükümet, 1957 yılından beri dört partili bir koalisyondan oluşuyor. Bu yedi
bakan, iki yılda bir sırayla devlet başkanı oluyor.
Yurttaşlar 100 bin imza toplayarak bir yasa ya da anayasa hükmü önerisinde
bulunabiliyor. Sunulan bu öneriyi Federal Hükümet inceliyor ve hukuka aykırılık
görmezse halkoylamasına sunuyor. Halk kabul ederse yasallaşıyor. Hükümet hukuka
aykırılık görürse bu önerinin geçersiz sayılması için meclise başvuruyor. Kısaca
buna doğrudan demokrasi deniyor ve İsviçreliler bununla gurur duyuyor.
Sıradan bir oylama mı?
Geçen Pazar günü de olan buydu. Referandum yorgunu İsviçreliler ortalamanın
çok üzerinde yüzde 54’lük bir katılımla sandığa gittiler. Yüzde 57,5’luk bir
çoğunlukla da öneriyi kabul ettiler ve minare yasağı anayasal bir hüküm halini
aldı. Peki gariplik bunun neresinde? Aslında biçimsel açıdan hiçbir gariplik
yok. Halkoylamasına ilişkin tüm koşullar yerine getirildi ve demokratik bir
ortamda oylama yapıldı. O yüzden çıkan sonucun yasallığı ya da meşruluğu
tartışma konusu yapılamaz.
Ancak esasa ilişkin aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Öncelikle ülkede
sadece 4 (yazıyla dört) minare varken ve yeni bir minare inşası iznini almak,
karışık imar hukuku sürecinden genellikle başarıyla çıkamazken, böyle bir
halkoylamasına niye ihtiyaç duyulduğu sorusunun yanıtını biraz sonra arayacağız.
Fakat hukuki sorun, bu yasağın İsviçre’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalara
açıkça aykırı olması. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Konvensiyonu’nun 9. (din
özgürlüğü) ve 14. (ayrımcılık yasağı) maddelerine aykırılık çok açık. Böylesine
açık bir ihlale rağmen hükümet öneriyi geçersiz sayması için parlamentoya
başvurmayı neden gerekli görmedi? Hükümetin bu konudaki yorumuna göre,
uluslararası hukukun bazı kurallarına aykırı düzenleme yapılamaz. Mutlak
nitelikteki bu kurallar hiçbir şekilde değiştirilemez (ius cogens). Örneğin
soykırım ve kölelik yasağı, bu gruba giren haklardandır. Bunun dışındaki
kurallar için aynı zorunluluk yok. Minare ikinci gruptaki haklara ilişkindir ve
halkoylamasına götürülebilir. Hükümetin yerinde olmayan bu yorumu sayesinde
sorunun baştan çözülme fırsatı kaçırılmış oldu. İnisiyatif de minare yasağını
savunanlara geçti.
Önerinin esas sahibi İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) eski bir üyesi olan
Adalet Bakanı Eveline Widmer-Schlumpf, halkının demokrasi kültürüne güvendiğini
ve hayır çıkacağını söyledi. Bakan hanım oylamadan kısa bir süre önce de, minare
yasağını anlamsız bulduğunu, ancak burkanın yasaklanabileceğini ifade etti. Ve
zihinleri karıştırdı. SVP ve EDU (Federal Demokratik Birlik) dışında tüm
siyasal partiler, hükümet, meclis, kiliseler, sivil toplum örgütleri ve
sendikalar yasağa karşıydı. Ancak hiçbiri bu yönde ciddi bir çaba sarf etmedi.
SVP tüm propaganda döneminin neredeyse tek belirleyeniydi. Bazı kantonlarda
yasaklanan afişlerinden minare yasağını savunma biçimine kadar halkın nabzını
hep onlar tuttu. Müslüman örgütler ise seslerini pek duyuramadılar.
Senin Allah’ın farklı
SVP yüzde 26’lık oy oranıyla ülkenin en büyük partisi olmasına karşın,
oylarının iki katından fazla İsviçreliyi yasağa ikna edebildi. Genel olarak
yabancılara (ve İslama hatta Yahudiliğe) karşı duruşuyla bilinen bu parti, bu
kez dini motifleri kullandı. Yasak önerisini sunan komitenin temsilcisi
Christian Waber şöyle diyordu: “İsviçre Hıristiyan bir ülkedir. On Emir’in ilki,
benim dışımda başka Tanrın olmayacaktır. Ve bizim aynı Tanrı değildir. Minarede
bir müezzin olacaktır ve tek Tanrı olarak övecektir” (NZZ, 13 Kasım 2009).
Avrupa’da uzunca süredir İslam, sadece bir din olarak değil, aynı zamanda
siyasal bir ideoloji olarak algılanıyor. Oylama öncesi bu algıya yaslanıldı ve
yoğun bir şekilde maniple edildi. Uzun süredir işlenen korkular tetiklendi.
Önlem alınmazsa İsviçreli kadınların başlarını kapatmak zorunda kalacağı bile
söylendi. Minarenin siyasal bir sembol olduğu iddia edildi. Sonuçta 11 Eylül
sonrası yaratılan anti-İslam iklimi, Avrupa kıtasında hukuksal düzlemde ilk kez
böyle bir karşılık buldu.
İsviçre çok eski gelenekleri, sağlıklı işleyen kurumları, yurttaşlık hakları
ve benzeri özellikleriyle gerçekten demokratik bir hukuk devleti. Belki de
Avrupa’nın demokratik duyarlılığı en gelişmiş ülkesi. Ancak bu demokrasi esas
olarak İsviçreliler için geçerli. Yabancılar söz konusu olduğunda aynı
duyarlılıklar pek gösterilmiyor. Nüfusunun yüzde 22’si yabancı olmasına rağmen
hâlâ düzgün bir yabancılar politikası oluşturulmadı. Max Frisch’in ilk göçmenler
için söylediği “biz işgücü çağırmıştık ama insanlar geldi” eşiği sanki bir türlü
aşılamadı. Zira son yıllarda yabancılara karşı kullanılan dil, hukuku zorlayan
uygulamalar, özellikle Müslüman yabancıların istenmediği duygusunu
güçlendiriyordu. Bu nedenle insan hakları kurumlarından sürekli eleştiri
geliyor.
Biraz da özeleştiri
İsviçre’de yaşayan 400 bin Müslümanın entegre olduğu ve uyum içinde yaşadığı
söyleniyor. Acaba öyle mi? Çocuklarını okulda yüzme derslerine göndermeyen,
namus cinayetlerini buralarda da devam ettiren, zorla evlilik yoluyla
yakınlarını yanlarına getiren, sosyal sistemi suistimal edenler de yabancılar.
Hele bazı suçlarda (tecavüz gibi) yabancılar, İsviçrelilerin açık ara
önlerindeler. Bazen “peygamber sabrı” ile yabancıların sorunlarını çözümü için
uğraşanlar ise İsviçreliler. Tüm bunların ve benzeri faktörlerin toplamından
oluşan bir anlam ifade ediyordu bu halkoylaması. Referandum sonucuna herkes çok
şaşırdığını söyledi. Oysa “içerden” bakınca şaşıracak bir şey yoktu. Biriken ve
tetiklenen bu korkularla, minare metaforu üzerinden Müslüman yabancılara mesaj
verilmek istendi. Verildi de.
İsviçrelilerin Alpler’in tepesinden aşağıya yuvarladıkları bu kartopu, akil
insanlarca bir yerde durdurulur mu ya da bir çığ halini alıp (yabancıların)
temel haklarını ezip geçmeye devam mı eder, bunu göreceğiz. Ama kesin olan bir
şey var ki, minare yasağının kaldırılması için yabancıları uzun bir yargı süreci
bekliyor. İsviçrelileri de...