Sokaktaki sıkıntı aniden gelir. Kendinize göre bir ritimle
yürüyerek yanından geçiverdiğiniz binaların alımlı cephelerine bakarken,
insanların sere serpe oturdukları bir kafede aşina bir yüz ararken, bir aşağı
bir yukarı gelip geçen yorgun insanları seyrederken ya da bir vitrin mankeninin
üzerindeki pahalı pantolonu hayıflanarak süzerken haşin bir korna sesiyle
irkilirsiniz. Bir adım daha beride olmanız için sizi uyaran otomobil kendi
yönüne doğru uzaklaşırken siz ritminizi yitirirsiniz. Kafanızı kaldırıp göz
alabildiğine insan denizine eklenen arabaların, otobüslerin, motosikletlerin
oluşturduğu devasa ve gürültülü çarka bir daha bakarsınız. Sokaktaki sıkıntı,
bir daha gitmemek üzere içinize böyle yerleşir.
İstanbul'un Beyoğlu ilçesini her gün yaklaşık bir milyon kişi
ziyaret ediyor. Bu rakamdan aslan payını alansa tahmin edeceğiniz gibi İstiklal
Caddesi. Taksim Meydanı'ndan Galata Kulesine kadar uzanan caddede dura kalka
ilerleyen (yürüme değil, ilerleme) bu milyonluk insan selinin ürettiği karmaşa
yine de her sokak arasından fırlayan, insanlar arasında kendi keyfince yol
açarak ilerleyen, kornalarıyla yayalan yerinden sıçratan motorlu taşıtların
kakofonisinin yanında hafif kalıyor. Burada duralım biraz; çünkü biraz önce
okuduğunuz cümle bu sıkıntı üzerine yazılanların sonuncusu olabilir. Yaz
sıcağıyla daha da çekilmez hale gelen bu karma trafiğin hafifletileceğini
müjdeleyen bir güzel haber var: Beyoğlu Belediyesi 20 Temmuz'dan itibaren
İstiklâl Caddesi'ni araç trafiğine kapatıyor. Daha doğrusu, söz konusu araçlar
caddeyi bundan böyle sadece sabah 06 ile 10 saatleri arasında kullanabilecek.
Güzel haber ancak kararlı bir uygulamayla anlam kazanacaktır. Bu düzenleme
sadece yayalar için değil insanının yaşam kalitesini yükseltmeyi hedefleyen bir
kent yönetimi için de esaslı bir adım olarak okunabilir. Bunun nedenini
anlatabilmek için "Yürümeye Övgü" isimli eseri İsmail Yerguz çevirisiyle Sel
Yayıncılık tarafından piyasaya verilen David le Breton'un satırlarını ödünç
alalım: "Kent ancak sakinlerinin adımlarıyla ya da onu yürüyüşleriyle,
buluşmalarıyla,dükkanlarına, ibadet yerlerine, resmi dairelerine,
istasyonlarına, kafelerine, eğlence yerlerine vb. girip çıkmalarıyla
canlandırarak yaratan gezginleriyle var olabilir. Gelip geçenler kentin
canlılığının ya da uyumasının verdiği zevkin ya da sıkıntının işaretidir."
Boğazının güzelliğiyle övünse de meydanları otobüs duraklarıyla işgal edilmiş,
cadde ve sokakları değil bisiklet sürücüleri, yayaları için bile yaşam alanı
yaratmayan İstanbul kenti (ve genelde Türkiye) için mütevazı bir başlangıç
noktasmda duruyoruz şu an. Danimarka'nın yaya dostu olarak anılan başkenti
Kopenhag'ın da yaklaşık 45 yıl önce bu aşamadan geçtiğini hatırlatalım. Şehir
plancıları Kopenhag sokaklarını bu süre içinde araba odaklı olmaktan çıkarıp
yayalara hitap eder hale getirdi. İlk yaptıkları kentin tarihi caddesi Stroget'i
daha 1962'de araç trafiğinden arındırmak ve sonra da bu caddenin diğer
caddelerle arasındaki bağlantıları yayalara öncelik vererek kurmaktı.
Şehir merkezindeki park alanları kademe kademe azaltıldı. Şehir
sakinlerinin merkezde yaşam kurmaları teşvik edildi. Evlerin pencerelerinden
geceleri sızan ışıklar herkese güven telkin ediyordu. Bisiklet yollan kuruldu.
Okullarına bisikletle gitmeyi tercih eden ve trafik yükünü azaltan öğrenciler de
şehir merkezine çağrıldı. Bugün Kopenhaglılar'm yaklaşık yüzde 35'i işe giderken
bisiklet kullanıyor. "Kamu Alanları - Kamu Yaşamı" kitabının da yazan olan
Danimarkalı mimar Jan Gehl'e göre şehir halkı bütün bunların sonucunda dört kat
fazla yaşam alanı kazandı.
Şimdi Le Breton'a yeniden kulak verelim: "Yürüme soyar, çıplak
hale getirir, dünyayı nesnelerin rüzgân içinde düşünmeye davet eder ve insana
mütevazı ve güzel bir yaşamı hatırlatır." Hatırlamaya İstiklâl Caddesi'nden
başlayabiliriz.
Yaya dostu şehirler
Venedik (İtalya): Trafikte sadece gondol-larda
serenat yapan yanık tenli delikanlılar seyrediyor. Koca şehirde motorlu araç
yok, dolayısıyla trafik de.
Münih (Almanya): Merkez sadece yayalara açık.
Metro ağı dünyanın en iyilerinden. Bisikletçiler içinse cennet olarak kabul
ediliyor.
San Francisco (ABD): Sakinlerinin sadece yüzde
l'i arabaya bağımlı mahallelerde yaşıyor. Şehrin yüzde 90'ma hizmet götürebilen
Muni isimli raylı sistem 7/24 işliyor.
Melbourne (Avustralya): Şehir plancılarının
usta dokunuşlanyla kalitesi arttı. Kafe kültürü, trafiğe kapalı yolları ve sokak
sanatının hakim olduğu dokusuyla yeni şehir tipi olarak
yükseliyor.