“İstanbul’un Yeni Yapılaşmalarında Bir Anlatı, Hikaye Eksikliği Var"



“Türk yapı sektörünün lokomotifi” sloganı ile anılan, Türkiye ekonomisi için de yaşamsal öneme sahip olduğu vurgulanması gereken “konut” olgusunu kapsamlı şekilde irdeleyen ve konut üretimine dair gelecek vizyonlarını tüm paydaşların katılımı ile masaya yatıran “Konut Konferansı 2010”, Londra merkezli EGRET WEST’in kurucuları mimar Christophe Egret ve kent plancısı David West’i ağırladı.

Will Alsop’dan ayrılarak kurdukları büroda, Londra için karma işlevli geliştirme ve yenileme projelerine imza atan Egret ve West, konut tasarımında “toplum olgusu”, “kimlik” ve “çeşitlilik” kavramlarına odaklanan sunumlarına, tasarım stüdyolarını tanıtarak başladılar. Sosyal açıdan sürdürülebilir konut tasarımına odaklanan ikili, mimarlık ve kentsel tasarım disiplinlerinin kesişiminde kamu yararının olduğunu hatırlatarak, bu kavrama öncelik tanıdıklarını vurguladı.



“Toplum gayrimenkulden önemlidir” mottosu ile sözlerine devam eden Egret ve West, Konut Konferansı açılışında izledikleri TOKİ tanıtımına da değindi. Kurumun önemini yadsımadıklarını belirten tasarımcılar, “Yalnızca yığınla bina gördük” şeklinde özetledikleri sunumun ardından, TOKİ’nin üretimlerinin arka planında insan olduğunu fark ettiklerini, ancak “insan”ın öncelik teşkil etmesi gerektiğini belirtti.


Toplum kenti, yeşili ve konutu sahiplenmeli

İstanbul odaklı konut üretimine sunumlarında önemli bir yer ayıran Christophe Egret ve David West, nüfus artışı ve buna paralel olarak coğrafi büyümesi devam eden metropolü, uçakla gelirken kuş bakışı inceleme fırsatı bulduklarını söylediler. Öncelikle kentin yeşil alanlarına odaklanan ikili, “Büyük yeşil alanlarınız var; fakat hepsi düz çim. Bunun bir anlamı yok!” ifadesinde bulunarak, ancak tanımlı kamusal alanların kimlik kazanabileceğini ve böylelikle de toplum tarafından sahiplenileceğini ifade etti.



Egret West sunumunun en ilgi çekici bölümlerinden biri, İstanbul ile Londra’nın kentleşme ve konutlaşma dinamiklerini karşılaştırmalı olarak ortaya koyan “İki Dünya Kentinin Masalı” oldu. Her iki kentin çok kültürlü, karmaşık ve dinamik doğalarına dikkat çeken Egret ve West, Londra’nın bir dizi mahalle olarak büyüdüğünü ve bunun “birbirleri ile konuşması gereken” coğrafyalar ortaya koyduğunu belirtti. Tasarımcılar, tam olarak bu noktada şehir merkezinin sürekli olarak “kendini yeniden icat etmek” zorunda kalan bir mekan olarak tanımlandığını ve sonuç olarak entegrasyonun, kentsel ve toplumsal peyzaj açısından hayati önem taşımaya başladığını dile getirdi.


“Londra entegrasyon, İstanbul ise adalar kenti”

İstanbul’da gördükleri yapılaşma niteliklerinin ise giderek ormanlara ve tepelere doğru yayılan, yükselen bir yapı ortaya koyduğu tespitinde bulunan Egret ve West, kent merkezindeki girift yapıya rağmen periferiye dağıldıkça konut dokusunun “birbirine dokunmayan” bir planlama ile karakterize olmaya başladığını söyledi. Buradan hareketle Londra’yı “entegrasyon kenti”, İstanbul’u ise “adalar kenti” şeklinde tanımlayan ikili, İstanbul peyzajında çok fazla miktarda boş, değerlendirilmemiş mekan olduğuna ve bu mekanların kenti toplumsal olarak da parçalara, kamplara ayırdığına değindi.



“Doku çeşitliliği ilginçtir” ifadesinden yola çıkan Egret ve West, tarihi yarım ada ve eski kent sınırları içerisindeki İstanbul’un kentsellik niteliklerinden övgü ile bahsederken, yeni yapılaşma bölgelerinde karşılaştıkları konut stokunun niteliklerine eleştirel bir göz ile yaklaştı. Birbirinin aynı, özdeş gibi gözüken toplu yapılaşmalarda “kimlik” sorunundan dem vuran İngiliz tasarımcılar, internette rastladıklarını belirttikleri Aboutblank’in ödüllü Kayabaşı toplu konut projesine de yer verdi. David West’in “Burada sevdiğinizi öpmek ister misiniz? Burada çocuğunuzu yürütmek ve arkadaşlarla tanışmak ister misiniz?” soruları ile irdelediği projenin, neredeyse kesintisizce yinelenen dokusu ile İstanbul’da görülen konut üretimi anlayışına paralel bir örnek oluşturduğu belirtildi.


Konut Üretimi için On Prensip

Christophe Egret ve David West’in İstanbul hakkındaki bir diğer ilginç tespiti ise, kentin büyüme hızının getirdiği dezavantajlar ile “bir anlatı, hikaye eksikliği”nden muzdarip olduğu yönündeydi. Londra örneği üzerinden anlatı yoksunluğu önermesini detaylandıran tasarımcılar, “Londra yanıt değil. Mükemmel hiç değil” ifadesi ile aktardıklarının, bir yol haritası çizmek değil ilham vermek olduğunu gösterdi. Buna bağlı olarak kentsel alanda konut üretimi için on prensibin benimsenmesini öneren Egret ve West, şu maddeleri vurguladı: Kimlik ve Belirginlik, Yoğunluk ve Kapsama, Kentsel Entegrasyon, Artırılmış Bağıntısallık, Kesintisiz Sahiplenme, Katmanlandırma ve İşlev Çeşitliliği, Dinamik Kamu Hakimiyeti, Toplumsal Paydaşlık.



“Konut, kentin çekirdeğidir” diyen Christophe Egret ve David West sunumlarında, motivasyonlarını ve kurgularını detaylı şekilde aktardıkları çok sayıda İngiltere merkezli proje yer verdi. Mevcut konut bölgelerinin yeniden canlandırılması ya da “retro-fit” kavramı ile tanımladıkları projelerden, çok düşük arsa ve gayrimenkul değerine sahip kentsel alanların değerlendirilmesine, çöküntü bölgelerinin yeni konut yerleşmeleri sayesinde dönüştürülmesine uzanan bir ölçek çeşitliliğine sahip projeleri üzerinden tasarımcılar, güncel bir tasarım dilinin önemine de vurguda bulundular.

Egret West sunumu, tasarımcıların kente ve kentliye verdiği “20 sene sonra geldiğimizde hala aynı tür konutların yapıldığını görürsek, birkaç taşı yıkıp yenilerini entegre etmeye çalışacağız” sözü ile sonlandı.

Konut Konferansı 2010, Banu Binat moderatörlüğünde ve Siemens Ev Aletleri Satış Direktörü Haluk Çelebioğlu, Dumankaya Yönetim Kurulu Üyesi Ali Dumankaya ile DB Mimarlık Kurucu Ortağı Bünyamin Derman’ın katılımında gerçekleştirilecek “Markalaşan Konut Kazanıyor” oturumu ile devam edecek. Konferans, Allford Hall Monaghan Morris’ten mimar Simon Allford’un sunumu ile sonlanacak.