"İstanbul'un Yeni Müzeleri ve Müzeciliğin Değişen Yüzü"
Müze, bellektir bellek olmasına. Müze’de; yaşayan, toplumsal hayat içinde kendini var edebilen, hala kullanılan, ihtiyaç duyulan nesneler değil, “müzelik” olanlar vardır.
Bu, müzenin bir yönüdür.
Diğer yönden, müzenin kendisi zaten yaşamakta. Müzenin, bir çeşit mezarlık olmadığı ortada. Müze, hala kullanılmasa da, başka bir açıdan hala kullanılan nesneleri kapsar. Daha çok da ifade eder. Nesnenin bağlamı değişmiştir. Artık sergilenmek yoluyla toplumsal yaşamda varlığını sürdürür.
Sanat eserleri içinse, durum çok farklı değildir. Bir müzeye, hatta belli bir müzeye konmak, sanat yapıtını da başkalaştıracaktır. Müzede durmanın, statüsü farklıdır. Dahası, farklı bir ilişkiler ağına dahil olunur.
Günümüzde müzelerin temel sorunsallarından biri, müze nesnesinin bu başkalaşma içinde, toplumsal yaşantıda yabancılaşmasının önüne geçmek.
Müzeciliğin değişen yüzü, buradan değişmeye başlamış gibi görünüyor.
Ve müze deyince, İstanbullular yalnızca Arkeoloji Müzesi’ni ya da Topkapı Sarayı’nı düşünmüyorlar artık. İstanbul’un yeni müzeleri, plastik sanatlar kurumsallığında da başka bir sayfa anlamına geliyor. Bu beyaz sayfaya neler yazılabileceği konusunda, 17 Mart gecesi sohbet edildi.
"İstanbul'un Yeni Müzeleri ve Müzeciliğin Değişen Yüzü" etkinliği Bahçeşehir Üniversitesi’nde gerçekleşti. Konunun can alıcı olduğu, yoğun katılımdan, hatta bizzat bu etkinlik için taa Ankara’dan kalkıp gelmiş ODTÜ’lü mimarların orada oluşundan anlaşılabilir.
Yapı-Endüstri Merkezi’nin düzenlediği etkinlik, Proje 4L’nin kurucuların Can Elgiz’i, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmesi’nin Genel Müdürü Özalp Birol’u , İstanbul Modern Fotoğraf Bölümü Küratörü Engin Özendes’i, Sabancı Müzesi mimarı ve ODTÜ Rektör Danışmanı Doç. Dr. Ayşen Savaş’ı ve İstanbul Modern'in mimarı Tabanlıoğlu Mimarlık’tan Melkan Gürsel Tabanlıoğlu’nu ve YTÜ Sanat ve Tasarım Yüksek Lisans Programı’ndan Prof. Tomur Atagök'ü yan yana oturttu.
İstanbul Modern, Sabancı Müzesi, Pera Müzesi ve Proje 4L... Hepsi de yeni müzeler. Etkinliğin bir kısmında, yeni müzelerin attığı ilk adımlar ile yola çıkarken karşılaşılan sorunlar paylaşıldı. Müzelerin mimarisi ise, büyük oranda kentle ilişkisi bağlamında tartışıldı. Kent merkezinin dışında bulunmanın yararları olabileceğine dair verilen kimi örnekler oldukça ilginçti. Müzeye, “sadece o müzeye gitmek için” gidildiğinde, daha yoğun bir ziyaret süreci yaşanabildiğinden ve mekan sıkıntısı çekilmediğinden konuşuldu. Kuşkusuz, kentsel ulaşım ağına eklemlenmesi gereken müze, bir başka açıdan da kentsel yaşantının doğrudan içinde de olabilir. Bir yanıyla, uç örneği yeraltında ve sadece sergilenen nesnelere odaklanmış kapalı sergi mekanı olan bir yaklaşım, diğer uçta kendini dışarı açan, kentsel yaşantıyı içeri taşıyan ve onunla birlikte devinen bir başka mekanı öngören yaklaşım mümkündür.
İstanbul’daki yeni müzelerin bir diğer boyutu, koleksiyonların yeniden ve yeniden derlenerek yenilenmesi, dışarıdan çeşitli parçalar toplayıp yeni sergiler oluşturulması ve bir kere gelmiş ziyaretçiyi bir kere daha getirmek çabasını taşımaları. Başka etkinliklerle hem serginin konusunu derinleştirmek hem de ziyaretçileri daha kapsamlı bir toplumsallık içine sokmak önemli görünüyor.
İstanbul ve Türkiye koşullarında yaşanan sorunlar daha çok müzenin gündelik hayata katılımı ve kentle eklemlenmesi şeklinde oldu. Türkiye’de plastik sanatlar ve müzelere yönelik ilginin artması gerekliliği, her müzenin ortak derdi konumunda.
Etkinlikte yer yer değinilen teknik sorunlardan ziyade geleceğe dair planlar önemliydi. Ancak müzelerin hem kendilerine ait hem de Türkiye’de sanat kurumsallığına ve sanat üretimine ait kapsamlı projeleri ufukta görünmüyor. Müzeciliğin çağdaş gereklerini yerine getiriyor olmanın yanı sıra, bu alanın hala merkezi bir yöneliminin bulunmadığını belirtmek gerekiyor.
Sözü geçen müzelerin art arda açılmasıyla birlikte plastik sanatların daha kurumsal bir yapıya kavuşması beklenebilir. Sorun, bu hareketliliğin sanata yeni soluklar aldırıp aldıramayacağı. Sanatın, bu süreçte yenilikçi ve eleştirel bir zeminde devinip devinemeyeceği önemli görünmektedir ki müzelerin böyle bir enerji olmadan yalnızca geçmiş üzerinde hareket etmeleri imkansızdır. İkinci olarak da toplumsal yaşantının kılcal damarlarında müzelerin akıp akamayacağı konusu dikkate değerdir.
"İstanbul'un Yeni Müzeleri ve Müzeciliğin Değişen Yüzü" etkinliği bu soruları gündeme getirmiş oldu. Müze, İstanbul’da yeni açılan müzeler ve eskiden beri İstanbul’da olmakla birlikte adımımızı pek seyrek attığımız müzeler konusunda yeniden düşünmeye başlamış olduk böylelikle.