İstanbul'un Hazinesi Yok Ediliyor



Yirmi küsur yıldır süren surların restorasyonu konusu belki de İstanbul tarihindeki en trajik olaylardan biri. Bugün surların güya 'restore' edilen bölümlerinin artık hiçbir tarihi belge niteliği yok. Bunlar her zaman inşa edilebilecek duvarlara dönüşmüş durumda. Bırakalım uzmanları, sıradan vatandaşların bile gözleri yapılan uygulamaları görünce yerinden fırlıyor.

Durumu farkedenler, "Süreç neden 'monitor' edilmiyor, İstanbul'da bu işi yapacak kurumlar yok mu?" diye soruyor. Elbette var. Ancak İstanbul'da korumacılık belediyeden iş bekleyen, bağımsız araştırmalara ve fikirlere kapalı bir çevrenin etkinliği haline gelmiş durumda. Bu konuda en yetkili zannettiğimiz kurumların adını kullanan kişilerin dahi yönetimlerle özelleşmiş ilişkileri var. Gözlemleme çalışmasının bile yapılamaması bilgi üretiminin nasıl bağımlı hale geldiğini gösteriyor.

Surlar

Size kısaca gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

Surlar ve çevresindeki yerleşim alanlarında şu anda yaşamakta olan sorunlarda interdisipliner çalışmalara ihtiyaç olduğu açık. Surların, özellikle Topkapı-Yedikule arasındaki bölümünde çatlaklar ve parçaların kendi iç gerilmelerindeki, fiziksel kompozisyonlarındaki değişimler, statik yapılarındaki gelişmeler hâlâ gözlem altına alınmış değil. Belediyede bu konuyla ilgili yüzlerce insan çalışmasına ve bir takım kuruluşlara sürekli ihaleler yapılmasına rağmen profesyonel gruplara ve araştırmalara ilişkin böyle bir çalışma olmadığı gözlemleniyor. UNESCO kararına uymak için inşaat işlerinin durdurulmuş olması, araştırmaların yapılmasını, gözlem yapmayı ve yorumlamayı engellememeli. UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi "araştırma ve bilgi üretimini de durdurun" mu dedi?

Koruma planı surlar çevresinde bir yeşil kuşak öngörüyor. Oysa surlar, çevresindeki tarihsel yerleşim dokusu ile bir bütün. Sulukule'deki mevcut dokunun yıkılması planlanırken Yedikule çevresindeki sur diplerindeki yedi-sekiz katlı binalar, belediyelerin yaptığı kazulet yapılar hakkında hiçbir girişim yok. Plana göre bunların da yıkılacağını zannedenler yanılıyor. Yıkım için tam tersine kentin bugüne kadar dönüşmemiş bölgeleri, az katlı yapıları ele alınıyor. Surlar çevresindeki kent morfolojisine dair bilgiler koruma planında bulunmuyor. Bulunmadığı gibi, yeni binalardan oluşan kapalı bir çevreye iş fırsatları sunan projelerle uygulamaya girişiliyor. Sulukule, Ayvansaray, Zeytinburnu gibi surlara bitişik alanlarda geçmişte olduğu gibi böylesine yatırım amaçlı bir dönüşüm öngörmek, İstanbul'a çok şey kaybettirir. Surlar çevresinde çok sayıda tarihi yapı var ve bunlar önemli olsun olmasın bir doku olarak rehabilite edilmeli.

'Tarihi Yarımada Koruma Planı' adı verilen yönlendirici belgede kendi evini onarmak isteyenlere belediyelerin nasıl bir destek vereceğine, süreçleri açmak için sorumluluklarının neler olduğuna dair en ufak bir bilgi yok. Buna karşılık İstanbul'un tarihi yarımadası gibi dünyada mücevher gibi değer taşıyan bir bölge için çağdaş profesyonel standartlarla çelişen bir dolu kestirim var. Oysa bu tür uygulamalar artık bütün dünyada yerel ve uluslararası profesyonel deneyimlere ve işbirliğine açılıyor.

Belediyeler yeterli ekspertize sahip değil ve kendi şirketleri aracılığıyla hizmet aldıkları için karar vericiler ile proje müellifleri aynı kişiler. Bu model Türkiye Cumhuriyeti yasalarına, uymakla yükümlü olduğumuz uluslararası normlara aykırı. İBB sunumlarında, örneğin ahşap yapıların olduğu Ayvansaray gibi semtlerde ahşap, kagir yapıların olduğu Fener, Balat gibi yerlerde kagir, Eminönü'nde taş yapıların olduğu hanlar bölgesinde taş yapıların yapılacağı söyleniyor. Mimarlıkta böyle bir zorunluluk olabilir mi?

Surlar çevresinde şirketlerde görev alan uzmanlar kapalı modeli paylaşıyor ve tercihlerini yaptıklarını, tasarım kararlarını verdiklerini söylüyor. Koruma planı bu bölgedeki uygulamaları mimarlara, mühendislere, uygulamacılara kapatma işlevi mi görüyor?

Tekfur Sarayı adı verilen, dünyadaki tek sivil Bizans yapısı örneği için İBB'nin ne yaptığı, nasıl bir yöntemle konuyu ele aldığı bilinmiyor. Yapılan yanlış uygulamaların nasıl ele alınacağına dair bile bir yöntem açıklığı yok. İBB bu önemli örneği bile workshoplar düzenleyerek, araştırma projelerini destekleyerek tartışmaya açmıyor. Yalnızca makine ile kesilmiş taşların kenarları elle kırılarak, eski taşlara benzetilerek uygulama sürdürülüyor. Böyle bir uygulama bu kadar basit bir araştırma/uygulama modeliyle gerçekleştirilebilir mi?

Kapalı ilişkiler
Bu sorunları gören ve eleştirenler de yönetimlere yardımcı olmuyor. Kapalı ilişkiler içinde hareket ederek kendilerine fırsat sağlamaya çalışıyorlar. Bu yüzden projeler aynı kapalılık içinde devam ediyor. İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılması için sanki aralarında (açık olarak dile getirilmeyen) bir konsensüs var. Bu nedenle İstanbul'un elindeki en değerli hazineyi daha fazla yok etmemesini ve Dünya Kültür Mirası Listesi'nden çıkarılmamasını isteyenlerin acil olarak bir İzleme Komitesi oluşturması ve yeterli bir iş planını uygulamaya koyması gerekiyor.

Kültür mirası konusunun öncelikle mimarları, sanat tarihçilerini, arkeologları ilgilendirdiği varsayılıyor. Oysa kültür mirası ile ilginin bu şekilde sınırlandırılmasına uzmanların itiraz etmesi gerekli. Araştırma ve fikir üretiminin sınırlandırılmasına, tartışmasız kabullere dayanmasına, kamusal gücün birilerinin tekelinde toplanmasına, bunu sağlayan kapalı modellere, farklı tecrübeler gerektiren konunun basit bir inşaat uygulaması işine tercüme edilip sürecin yaratıcı düşünceye kapatılmasına yalnızca mimarların, arkeologların değil, mühendislerin, araştırmacıların, sosyologların, siyasetbilimcilerin hatta işini ciddiye alan müteahhitlerin itiraz etmeleri beklenmeli. Çünkü sorunu ancak kapalı ilişkilerden yana olmayan kişiler ve kurumlar çözebilir.