Tarih bilgisinin modern zamana özgü bir
durum olduğunu hatırlamakta yarar var: Tarih bilgisi coğrafya, edebiyat gibi
milli eğitim programlarında yer aldığı ölçüde yaygınlaştı. Ancak bu programın
içinde kent tarihi ile ilgili olaylar bir tuhaflık arz ediyor. Örneğin
İstanbul’un 1453 yılında fethedildiği önemli bir bilgi olarak tarih kitaplarında
yer alıyor. Ama şu işe bakın ki, fetihe neden olan ve kent açısından önemli bir
olay, imparatorluk merkezinin 330 yılında 1. Constantinus
tarafından Roma’dan İstanbul’a taşınması; kentin Roma
İmparatorluğu’nun başkenti olarak ilan edilmesi kayda geçmiyor. Kentin Roma’nın
başkenti olduğunu İtalya’dakinin neredeyse onda biri kadarı dahi bilmiyor. Hatta
imparatorluktan geriye “Doğu”su (Bizans) kaldığında da gene Akdeniz’in ve
İtalya’nın büyük bir bölümünü kapsadığı, Osmanlı padişahlarının
kendilerini “Roma İmparatoru” olarak gördükleri pek fazla
bilinmiyor.
Eğitim programlarından araştırma kurumlarına kadar uzanan bu unutkanlığı
nasıl açıklamalı? 2010’da Avrupa’nın “Kültür Başkenti” olacak İstanbul’un bundan
1680 yıl önce Avrupa’nın başkenti olduğunu kaç kişi biliyor? Bu kayda değer
olayın, İstanbul’un Avrupa’nın en büyük imparatorluğunun başkenti olmasının kent
açısından hiçbir önemi yok mu?
Kentin düşünce üretimi felç
Soralım: Bu koşullandırılmış, iğdiş edilmiş tarih bilgisi
Bizans’ı dışarıda bırakırken, acaba Osmanlı’yı
öne çıkarabiliyor, iddia ettiği gibi ona özen gösteriyor mu? Cevap ne yazık ki
olumsuz! Çoğulcu bir yaklaşıma kapalı olan, anonim kalıplar içinde üretilmeye
çalışılan tarih bilgisi ilk önce sahip çıktığını iddia ettiği kendi geçmişini ve
bugününü yok etmeye çalışıyor. Bu nedenle zannedildiği gibi bu tarih bilgisinin
dışarıda bıraktığı, arka plana ittiği yalnızca kentin Bizans geçmişi değil. Bu
kapatmanın bedelini Osmanlı, Bizans değil bugün kentliler ödüyor. Kentin
düşünce üretimi felç edilmeye çalışılıyor.
Kamusal pratikler soylulaştırma işlevi görüyor. Böylece
kentin Osmanlı geçmişi de paradoksal biçimde, tıpkı Bizans geçmişi gibi
araştırmalara, keşiflere, yaratıcı düşünceye kapalı kalıyor. Oysa İstanbul gibi
kentin mevcut zenginliklerinin, dinamizminin çoğulcu bir siyaset içinde nasıl
bir gelecek vaat ettiğini görmek için kahin olmak gerekmiyor.
Gelelim bu yazıdan çıkarılacak somut öneriye: Kentin Avrupa’nın başkenti
olduğu 11 Mayıs için bir hazırlık yapalım ve tıpkı fetih için
yaptığımız gibi bu önemli olayı da coşkuyla kutlayalım!