“İstanbul’da Tarihi Eser Kaybı”: Prof. Dr. Baha Tanman Sunumu
9 Mart’ta Osmanlı Bankası Müzesi, Voyvoda Caddesi Toplantıları kapsamında düzenlenen İstanbul Sohbetleri'nde, İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Baha Tanman, "İstanbul'da Tarihi Eser Kaybı" başlıklı bir sunum yaptı.
Baha Tanman, konuşmasına İstanbul’da tarihi eser kaybının başlıca nedenlerini sıralayarak başladı. İlk nedeni, en büyükleri, 1509, 1766 ve 1894’de gerçekleşen depremler olarak gösterdi, fakat, depremlerden sonra yeniden inşanın hızlı ve düzenli bir şekilde gerçekleşmiş olduğunu vurguladı. Baha Tanman’a göre tarihi eser kaybının ikinci sebebi ise yangınlar. Tanman, yangını önlemek için özellikle Tanzimat Devri’nde başlayan ızgara sistem düzenlemelerinin ve yolların ıslahı gibi çalışmaların yine bir çok yıkıma sebep olduğunu belirtti ve bunun sokak dokusunun da yarattığı kültürden ödün olduğunu vurguladı.
Konuşmanın ana başlığı ise tarihi eser kaybına sebep olan üçüncü nedendi: İmar Hareketleri. Baha Tanman, “yıkıma endeksli” imar hareketlerini III Selim’den başlattı ve Türkiye Cumhuriyeti’ne aktarılan bir miras olarak yorumladı. III. Selim’in 1794 yılında Üsküdar Sarayı’nı yıktırıp, yerine ızgara planlı, parselasyona dayalı İhsaniye Semtini ve Selimiye Kışlasını yaptırmasını; II. Mahmud’un özellikle Haliç kıyısındaki sahil saraylarını yıktırıp, fabrikalar yaptırmasını; Abdülaziz’in Topkapı Sarayı’nın üçte birinin-sahil sarayları ve bahçelerinin- yıkılıp, yerine Sirkeci Garı’nın yapılmasına izin vermesini, daha sonra Abdülhamid dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki yıkımlarla sürekliliğini takip ederken, tarihi eser yıkımındaki “politikalar üstü” devamlılığı vurguladı.
Baha Tanman, 1950’lerden sonra Demokrat Parti dönemindeki yıkımlarda ise, yine kent dokusu ve bağlantılı olarak kent kültürü kaybına dikkat çekti. Bu dönemde yoğun olarak yeni ulaşım arterleri açılırken, küçük camiler, mescitler, hazireler, çınarlı meydanlar, çeşmeler, sebillerin “kitlesel yıkım”larda kaybedildiğini belirtti; arastaların ve kentin denizle ilişkisinin kayboluşunu vurguladı. Baha Tanman bu noktada “tarihi çevre” kavramının o dönemde var olmadığına dikkat çekti. Tanman, daha sonra, dialarla, sadece on yıllar önce yanı başımızdan akıp geçen bir yaşamı belgeledi - Topkapı Sarayı’ndan Şişhane Mezarlığı’na, Lale Baba Türbesi’nden Tarabya Tokatlıyan Oteli’ne, Koska’da Kızlarağası Hamamı’ndan Sadabad’a kadar.
Konuşma bitince toplantıyı takip eden insanlarda ortak bir enerji vardı: engel olma isteği. Peki ne yapılıyordu? Baha Tanman, Türkiye Bilimler Akademisi’nin yürüttüğü on yıl içinde bitmesi amaçlanan “kültür envanteri”nden bahsetti. Kendi yapabildiklerinin çok sınırlı olduğunu söyledikten sonra, mahallelerin yani sivil toplumun “mobilize olması” gerekliliğini belirtti. Toplantı salonunda Baha Tanman’a atfedilmiş bir sorumluluk vardı. Ortak bir düşünce okunabiliyordu: Keşke bu denli kitlelere hitap edebilen, konusuna vakıf akademisyenler yönetim platformlarında söz sahibi olabilseler.