2010 Venedik Bienali için hazırladığınız “Mutluluğu Yeniden Düşünmek” (Rethinking Happiness) (1) projesi için yazdığınız bir manifestoyu özetleyerek söyleşiye başlamak istiyorum. Manifestonun özünü; “…tek bir disiplinin sahiplenerek çözüm üretmesi yerine çok disiplinli bir yaklaşımla ve birlikte çalışarak sorunlara çözüm üretilmesi, soruna alışıldık yanıtlar verilmesi yerine sorunların kökenine inip araştırarak, araştırmayla elde edilen verileri yorumlayarak yeni bakışlarla çözüm üretilmesi, kuralların boğucu ve engel oldukları durumda bile onların karşısına yaratıcı çözümlerle çıkılması…” olarak yorumlayabilir miyiz?
Evet, doğru; özellikle son madde kurumlar ya da karar mercileri engel haline dönüştüklerinde geçerli.
Bu konu sizin “Cultivating Culture” araştırmanıza ve bunun ilerisinde “Cultivating a House” projesinin öyküsüne bağlanıyor biraz da… Cultivating Culture araştırmanızda tarımın ekolojik ayak izi ile ilgili saptamalarınız var. Günümüzün konut sorunlarıyla ilişkili yaklaşımlarınızın ya da düşüncelerinizin izleri de bu çalışmada var. Bu projeleri biraz açar mısınız?
Aslında hepsinin başlangıcı bir çiftçinin kırsal alanda, çiftliğinde bir konuta gereksinim duymasıydı. Bir villa için bir peyzaj oluşturmak değildi amaç… Çiftçinin isteği netti, bir ziraiköy yapmayı amaçlıyordu. Ancak bu tasarım süreci çiftçinin tek başına yapabileceği bir şey değildi. Gereksinim duyduğu kişi, mimardı elbette. Mimar olarak zirai bir köy için tarımcılığın, ziraatin bütün süreçlerini öğrenip anlamak gerekiyordu. Bu çiftçiyi dinlemek, neye ihtiyacı olduğunu, nasıl yaşadığını öğrenmek gerekiyordu. İki disiplin arasındaki kutuplaşma çok uzak ya da farklı olduğunda iş ilginçleşiyor çünkü değiş tokuş çoğalıyor, o nedenle tasarım sürecinde çok disiplinle çalışmak önemli. Böylece farklı konularda daha geniş kapsamlı bilgi sahibi olmak ve üretmek olanaklı. Araştırma yaparken konu farklı alanlara derinleşebilir, sosyolojik, politik, teknik olarak işlerin nasıl yürüdüğü vb. Çünkü biçimsel olarak nasıl bir şey ürettiğinizin önemi yok; kutu, küre ya da silindir bir şey yapabilirsiniz… Barok ya da modern tarzda da olabilir. Ancak biçimi doğuran şey içeriktir ve asıl kriz de buradan çıkıyor. İçinde geçen süreçleri bilmezseniz, işlevini doğru okuyup kurgulamazsanız, o yerin hassasiyetlerini (genius loci) doğru anlayamazsanız, bütün bunları bir araya getirmezseniz çözüm üretemezsiniz. Bu araştırma, bunun üzerine kuruluydu… Ekolojik ayak izi düşük, verimli bir ziraiköy’de yaşamı kurgulamaya yönelikti. Öte yandan kenevirden konut yapımı İtalya’nın yapı geçmişinde yer alıyor. Bu konuya odaklanarak bu projede yapılacak yapıları kenevirden üretme konusunda çalışmalarımızı derinleştirdik. Kırsal alanda yerel malzeme kullanımı projenin içeriğine de uygundu. Sonrasında bu konutun kenevirden yapımını “Cultivating a House” ile ayrıntılandırdık ve Milano Expo’da sunduk. Bu tür süreçlerde ilginç sorular ortaya çıkıyor… Örneğin; bu tür tarım alanına yakın banliyölerde yaşam nasıldır, insanlar ne yapar? Kısacası bir insan topluluğunu oluşturan şeylerin kimyası nedir? Çünkü planlama bu toplulukları oluşturabilmek için çok iyi bir araç. Örneğin Türkiye’de TOKİ’nin yaptığı işlerin topluluk oluşturmadıklarını düşünüyorum. TOKİ bir insan topluluğunun nasıl yaratıldığının imgesini temsil etmiyor. Ben, bir gecekondu yerleşmesinde, TOKİ’nin ürettiği yerleşimlerden daha fazla yaşamsal veri görüyorum, yaşamın kendisini görüyorum, insan etkileşimi görüyorum. Elbette yoğunluk meselesini konuşmalıyız ama farklı yönlerden yaklaşarak… Monopoli blokları dikerek, insanları bu bloklara tıkarak, yoğunluk sorunu çözülmüyor… Yalnızca rakamsal ve biçimsel bir sorun değil yaşam alanı oluşturmak, nasıl şartların oluşturulduğu önemli… Yapıları da birer kütle olarak görmemeli. Soruna katı çözümlerle yaklaşmak değil sorunla ilgili bütün sosyal, kültürel, davranışsal, yaşamsal vb. bilgileri, verileri iyice sindirip insan ilişkilerini, etkileşimlerini içeren çözümler üretilmeli…
Ekonomi yapı sektörüne endeksli, çok bina yapıldıkça, binalar yükseldikçe ekonomi çarkları da dönüyor. Yalnızca Türkiye için değil gelişmekte olan ve ekonomisini buna dayandıran ülkeler için geçerli sanırım. Ama bu süratli ve yoğun yapılaşma içinde insanı kaybediyoruz oysa onun yaşamını kuran mekânlar yaratılması gerekiyor bu süreçte.
İstanbul’da sevdiğim şey 5-7 kat arası değişen apartmanlarla örülü yerleşimler… Burada geliri düşük, çalışan bir orta kesim var. Kimsenin buna bir yön vermediğini görüyorum. Bir yerleşimde belli hizmetler yer almalıdır; çocuk bahçesi, banka, kütüphane, park, cafe, kuru temizleme… Bütün bunlar önemli. Örneğin, Levent çarşı ya gitmeyi seviyorum çünkü hem her türlü ihtiyaçlarımı karşılayabiliyorum, hem yürümekten keyif alıyorum hem de ölçeği olağanüstü biçimde bize, insana uygun… İnsanların etkileşimini artıracak türden konfigürasyonlar yaratmak zor değil aslında, biraz daha fazla çaba gerektiriyor… Ve bunu aklınıza koymanızı. Eğer aklınızı bu yola koymazsanız yapacak bir şey elbette olmaz… Kurumlar, kural koyucular, tasarımcılar, plancılar kafalarını bu işe vermezse elbette daha iyi çözümler de üretilemez. Bu yalnızca burası için geçerli değil, İtalya’da da durum böyle. Milano’da bir yerleşimi “star” mimarlara verdiler ama durum berbat… Hiçbiri orada kimin yaşadığına, nasıl yaşadığına bakmadan proje üretmiş. Üst düzeyde karar vericilerin biraz vizyoner olması gerekli. İMP’ye ne oldu? Ben de çok gelip gittim zamanında, görüş bildirdim, gördüğüm sorunlarla ilgili… Geçenlerde Londra’da bir tasarım kurumu ile görüştüm. “Design for London” adlı kurum bakanlık altında yer alıyor. Bakanlık ve yatırımcı arasında bir yerde kurumlaşmış bir yapıda duruyor. Yatırımcıyı “nasıl yapıyor, kamuya yararlı mı” diye denetliyor. Kimsenin konut yapımını durduralım dediği yok ama şu önemli, daha akıllıca yapmayı seçebiliriz. İstanbul’da karşılaştığımız bir başka konu da duyarlı yenilemelerin olmayışı… Mevcut yapı içinde atıllaşan ya da sorunlu olan binalar akıllıca yenilenerek işletilebilir, mekânın havası ya da değerli olan atmosferini yitirmeyecek biçimde yenilenerek kullanıma sokulabilir. Ama onun yerine tümüyle yıkılıp bambaşka yapılar yapılıyor.
Çözüm üretirken endüstriyle birlikte tasarımcının ortak çalışmasının da bu sürece olumlu katkısı olacağı görüşündeyim. Üretilen çözümler yenilikçi, kamu yararı gözeten ve bütçe bakımından da uygun olursa …
Evet, yatırımcı için de kullanılabilir olur…
Sizin Equilibrium firması ile kenevirden ürettiğiniz konut “Cultivating a House” buna bir örnek olabilir mi?
Olabilir. Kenevirden ürettiğimiz bu konut modülleri hem “konut üretimi” ile ilgili, hem de kenevir İtalya’daki kültür ve gelenekle de ilgili. İtalya yakın zamana dek dünyadaki en kaliteli kenevirin üretildiği ülke idi hem de en fazla üretimi yapan ikinci ülke idi. Kenevirin saplarından konstrüksiyon oluyor, liflerinden ilaç ve farklı yağlar çıkarılıyor… Malzeme olarak depreme dayanıklı. Hem sağlıklı; nefes alıyor hem de esnek... Milano fuarında yaptığımız örnek konutu depremin olduğu Modena şehrinde yeniden kurup inşa ettik depremzede bir aileye… Ayrıca kenevirden yenileme projelerinde çok farklı yararlanma olanağı var. Örneğin sıva yapımında kullanıldığında çok iyi çözümler ortaya koyuyor. Bir de çok hızlı geri dönüşüme giriyor. Venedik’te bir okul projemiz var. Onu da kenevirden yaptık. 10.100 hektar kenevir ektik okul için. Ana karkas ahşaptandı ancak kalan bütün malzeme kenevirdendi. Elbette bu İstanbul’daki bir bina için bir çözüm olamaz. Ancak tarım alanına yakın yerleşimler için bir çözüm olabilir, yerel bir kökü de var İtalya için... İstanbul’da konut ve başka sorunlar içinse İstanbul’dan türeyecek bir çözüm bulunur, bunun için biraz araştırmak ve düşünmek gerekli. Bu konuştuklarımızı özetlersek temelde dert edindiğimiz konular şöyle: “Banliyölerde yaşamı daha iyi hale getirmek, koşulları iyileştirmek için neler yapmalıyız?” sorusunu yanıtlamalıyız. Çünkü bir yeri yapıp sonra insanların yaşamlarının iyi olmasını bekleyemezsiniz. Önce insanın nasıl yaşadığını anlamalı ve onun yaşayacağı ortamı buna uygun yapmalısınız. Bunu dikkate almayan bir yapılaşma içinde yaşam barındırmaz. Şehir ve banliyö etkileşimi nasıl kurgulanır? Tarım+konut ya da tarım+konut+turizm gibi karma projeler bu konuyu çalışmak için ilginç alanlar yaratıyor. Bazı kültürel alışkanların devamlılığı gibi tarımsal bir geçmişimiz, kökümüz var. İtalya’da da, Türkiye’de de böyle. Buna geri dönmemizde bir yanlışlık görmüyorum ben. Elbette bu tek başına bir çözüm değil, tekrar altını çiziyorum ama uygun olduğu konsept içinde iyi bir çözüm olabilir. Bunu göz ardı etmemek gerek. Gelecekle ilişki kurmada yeni bir yol olabilir. Gelecek daha zor olacak çünkü kaynaklarımız daha az olacak. Kıtlık, susuzluk ve kirlilik gibi sorunlarla boğuşuyor olacağız. Dünyanın pek çok yerinde, özellikle nüfusun kalabalıklaştığı yerlerde bu sorunlarla daha fazla yüzleşiyor olacağız. Bunun çözümünde bir yanda durumu ortaya net bir şekilde koyması gereken kurumların, yayınların, dergilerin olması gerekir. Öte yanda da bu ortaya konanları ekonomik, sürdürülebilir, sağlıklı çözümlere dönüştürecek ilgi çekici kılacak çözümlere ihtiyaç var.
Peki mimarlara ne görev düşüyor, onlar biraz daha araştırmacı, çözümlerinde ezber bozan olması gerekmez mi? Siz, örneğin “kültür tarımı”nda yaptığınız araştırmaya dayanarak kenevirden kırsal konut üretimine yoğunlaşabiliyorsunuz.
Evet ama burada mimarlardan önce devlet otoritelerine görev düşüyor, onların vizyoner olması gerekiyor, çünkü onların vizyonu kırsal alandaki kişiyi tarımla ilişkili kılacak politikalar saptıyabiliyor ya da tarımı öldürüp şehirde yaşamaya mahkum edip etmemeyi belirliyor. Burada mimara söz düşmüyor, mimar bu gerçekleştikten sonraki sahnede beliriyor. Buna karar verecek bir kurumun, onun bir vizyonunun, bu vizyonu gerçekleştirmek için stratejisinin ve stratejinin uygulanabilmesi için programının olması gerekir. Bir şehrin masterplanı olması gerekir, o şehrin vizyonunun nasıl gerçekleşeceğini anahatlarıyla bizlere o anlatır. O nedenle mimardan önce bu planların yapılmasında hattâ çoğunlukla şehir plancılarına düşüyor ya da onlara bile hiç düşemeyebiliyor plan olmayınca… Plancıların karar verici kurumların yakınında olmaları gerekir. Örneğin plan ticari birimleri içerip de konutu o bölgeye sokmazsa durum sosyal paylaşımı dışlar. Yalnızca ticari bölge olur, sosyal ve kültürel etkileşim olamaz. Bu türden oluşumlar için vizyon gerekli, öngörü gerekli. Öte yandan size de yüzde 100 katılıyorum, mimarlar olarak mutlaka alanda çalışmak, orayı anlamak ve tanımak gerekli doğru proje üretebilmek için. Kamusal alanın üzerinde çalışılması gerekli; kamusal boyut atlanıyor. Örneğin Zaha Hadid’in Kartal projesi… O projelerin orada yaşayanlarla ilişkisi ne? Ama benzer şey Milano’da da tekrarlanıyor. Ünlü mimarlara projeler yaptırdılar ama satamıyorlar… Perde takamadığınız pencereler var, duvarlar akışkan biçimde döndüğü için mobilyaları dayayacak yer yok, her şey heykelsi, orada yaşayacak adamlarla konutlar uyumsuz… Ama bu başka bir mesele. Eğer hem para harcayıp hem de verim alamıyorsam bu aptallıktır. Eğer piyasa satışın olmadığını söylüyorsa yanlış giden bir şey var demektir. Demek ki süper imza, yıldız imza yetmiyor sorunu çözmek için…
(1) http://www.rethinkinghappiness.info/manifesto/