İstanbul'a '2010' Oyunları



İstanbul'un 2010'da "Avrupa Kültür Başkenti" olacağını duyunca, yıl boyunca sürecek sanat etkinliklerini, sergileri, konserleri ve özellikle tarihi çevrelerde gerçekleşecek buluşmaları düşlemiştik...

Ne var ki süregelen söylemlere, ilişkilere ve hele TBMM'deki "yasa tasarısı"na baktığımızda, karşımıza çıkan yine rant projeleri; arazi ve emlak spekülasyonu; kısacası "talan". Uygarlık ve kimlik değerlerimiz için önemli bir fırsat olarak gördüğümüz "2010" için bile "İstanbul'u pazarlama niyeti"nin öne çıktığını görüyoruz.

Emlakçıların ilgisi
Ülkede "dindar cumhurbaşkanı gerilimi"nin yaşandığı günlerde İstanbul'da da "Gayrimenkul Zirvesi" yapılıyordu. 25-27 Nisan'daki zirvenin en çok ilgi çeken oturumu ise "2010 hazırlıkları"ydı. Yerli ve yabancı emlakçilere, kültür başkenti olmanın "anlamı"yla birlikte "çekiciliği" de anlatıldı. 2010 hedefinde yer verilen "kentsel dönüşüm" projelerinin gayrimenkul sektörü açısından "önem"i vurgulandı.

Buna karşın, konusu "emlak" olan bir toplantının, "kültür"le ilişkisini asıl kuracak "kimlikli yapılaşma", "tarihsel-doğal peyzajlara saygılı kentleşme" gibi konular ise katılımcıların "ilgi alanı dışında"ydı!

Dahası, "5 yıl sonra 300'ü bulacak alışveriş merkezleri" de zirvenin kültür başkenti değerlendirmelerinde yerini aldı. Ancak aynı merkezlerin tarihi çarşılar ve geleneksel pazarlar üzerindeki olumsuz etkileri değil; dev ticaret komplekslerinin "2010'a yetiştirilmesi" (!) konuşuldu.

Yeni alışveriş merkezleri yerine İstanbul'un dünya güzeli eski çarşılarını yaşatmaya yönelik bir "niyet" bile dile gelmemişti...

'Yabancı'dan uyarılar
Bütün bunlara, kültür adına "serzeniş"in ise Türk katılımcılardan değil de "yabancı" konuşmacılardan gelmesi ne kadar hazin!

Türkiye dışında 12 ülkede bulunan "Cenor Group" adlı büyük mağazalar zincirinin Genel Müdürü Anthony Khoi, yeni alışveriş merkezlerinin yatırım bütçelerinden ayrılacak "yüzde 1'lik bir fon"la bile İstanbul'da en az 500 tarihi binanın restore edilebileceğini anımsattı. Khoi, aslında "bizimkiler" in söylemesi gerekenleri şöyle belirtiyordu: "Bu miras sadece Türkiye'ye değil, hepimizin çocuklarına aittir..."

Ne var ki "el oğlu"nun bu haklı uyarısına neden olan "yerli" (!) duyarsızlık, 2010 için tutup, "toprak, hava, su ve ateş" temasının belirlenmesinde de yok mu?

Etkinliklerle "ileride" ilişkilendirileceği belirtilen bu "4 element" teması, sayısız dünya kenti için de geçerli değil mi? Asıl, İstanbul'a özgü simgeleri yeğlemeyenler, öyle görünüyor ki "küresel kimliksizleşme"nin yarattığı "özdeğerlerimize yabancılaşma" içindeler.

Proje pazarı
Nitekim Büyükşehir Belediyesi'nin daveti üzerine Irak kökenli İngiliz mimar Zaha Hadid'in Kartal'da tasarladığı "kentsel dönüşüm" ile Malezyalı mimar Ken Yeang'ın Küçükçekmece'de önerdiği "ekolojik park" projeleri de mimarlık dünyamızda sorgulanmasına rağmen, hâlâ "kültür başkenti" hedefleri arasında tanıtılıyor!

Kartal tasarımında, İstanbul'un kimliğini "dönüştürmeden" gözetecek bir çağdaşlık beklenirken, sonuç "hüsran"; Küçükçekmece'de ise denizin içinde önerilen otel kulesi hukuka aykırı... Buna rağmen her ikisinin de "övgü"lerle anlatıldığı Gayrimenkul Zirvesi'nde deniyor ki:

"Kartal'daki 2 milyon kişilik dönüşüm projesi gerçekleştiği takdirde belki 3. köprüyü değil ama 4. köprüyü engelleyebileceğiz..." (Sûha Özkan - Yapı/e-haberler/10 Mayıs 2007)

Anlaşılan 3. köprünün, aslında ulaşımı çözmek yerine, yap-işlet-devret "rant"ı için dayatıldığını anlatamamışız ki, kuzeydeki ormanlık kuşağı "yok etme"ye aday bir "siyasal proje"ye karşı yıllardır süren "direniş"e bile "umutsuz çaba" denebiliyor...

'Sanat'sız kültür yasası
İstanbul'un evrensel özgünlüğünü güçlendirmek yerine kişiliksiz rant projeleri peşinde koşan anlayış, "2010'un yasa tasarısı"nda da gözleniyor. Yasa için başlangıçta öngörülen "sivil"lik, "katılımcı"lık vb. sözler çoktan unutulmuş. Gerekçesinde bile öncelikle gelir seviyesi yüksek turistin gelmesi hedeflendiği açıkça belirtilirken, asıl amacın İstanbul halkıyla kültür ve sanatı buluşturmak olduğu hiç önemsenmiyor...

Tasarıya göre, İstanbul'u bu uluslararası buluşmaya hazırlayacak "ajans"ın koordinasyon kurulu, yılda bir kez, yani 2010'a kadar 3 kez toplanmaları yeterli bulunan "bakan"lardan oluşuyor.

Çoğunluğu bürokrat olan danışma kurulu, yürütme kurulu, genel koordinatörlük vb. organlarda da "sanatçı"lar hiç olmadığı gibi, kültür, mimarlık, kent tarihi alanlarından da 1 veya 2 kişi ile yetiniliyor...

Tasarının "kültür merkezi ve kütüphane" başlıklı 11. maddesiyle, Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılarak daha geniş alanda yenisinin yapılmasını "kanun"laştırmaya niyetlenmek ise tam bir hukuk ve şehircilik skandalı.

Binadaki "tescilli kültür varlığı" kaydını açıkça yok sayan bir yasal düzenleme, gerçek hukuk devletinde nasıl akla gelebiliyor? Aynı yerde "daha geniş ve daha büyük" bir yapılaşma için, öncelikle çevresel etütlere dayalı bir kentsel planlamaya değil, "parlamento matematiği" e başvurmanın da dünyada örneği olmasa gerek.

Sözün kısası herkesin tüm dikkatini seçime verdiği şu günlerde, İstanbul'un pazarlanması da "kesintisiz" sürüyor. Üstelik kültür başkenti hazırlıklarına bile bulaştırılarak...