Geçen hafta, Vestel’i, Denizbank’ı da bünyesinde bulunduran Zorlu
Holding’in sahibi Ahmet Zorlu, emlak yatırımcısı
şapkasıyla gazetelerin manşetinde yer aldı. Bir kamu mülkünün (rantının)
özelleştirilerek nasıl daha büyük rantlara fırsat yaratıldığını, Zorlu
örneğinden anlayabilirsiniz. Zorlu, Özelleştirme İdaresi’nden
metrekaresini 8 bin dolardan aldığı İstanbul Boğazı’na nazır 96 dönümlük
Karayolları arsasına inşa ettiği daireleri, metrekaresi 10 bin
ile 18 bin dolar arasında değişen fiyatlarla satışa çıkardığını duyuruyordu.
Zorlu, tek örnek değil tabii ki. İstanbul’u azman bir sanayi kentinden,
“küresel kontrol kenti” durumuna getirme sloganıyla başlatılan “gökdelenleşme”,
ortaya devasa rantlar çıkardı. İstanbul’da yaşayan kentlinin haklarını gözeten
yönetimler olsaydı, yaratılmış bu yüksek ranttan, adil bir vergileme ile kamu da
pay alırdı. Öyle olmadı. Her biri en az 25 katı bulan, rekortmeni Safir (AKP’li
Kiler’in) ile 68 kata ulaşan bu yapılar, sahiplerine olağanüstü birikimler
sağladı. Sağlamakla da kalmadı, Türkiye’nin kaynak dağılımını çarpıtarak
sanayiden emlak sektörüne kaydırdı. Eskinin tüm sanayicileri, Eczacıbaşı, İş
Bankası, Vestel, Gümüşsuyu, Hattat, Edip İplik, Tekfen, Polat… sanayi yatırımı
yerine İstanbul emlak yatırımcısı oldular, sanayiden sağladıkları birikim yerine
İstanbul kule rantından birikimi sürdürmeye karar kıldılar, kaynaklarını da bu
yöne kaydırdılar, buna devam edecekler.
İstanbul’un kaderi ile ilgili karar veren merkezi ve yerel yönetim
sorumluları, İstanbul’un yükselen rantını bir avuç holdinge ihsan ederken, kendi
adlarına -bazen partileri adına- “avantalar” almış olabilirler ama başka bir
gerçek şu: İstanbul halkı bu yüksek kent rantından mahrum bırakıldığı gibi,
vergilerinin yine bu gökdelenlerin altyapısı için harcanması ile başka bir
haksızlığa uğradı. İstanbul’a dönük yapılan kamu yatırımlarının yüzde 80’i, bu
rantgöz yapılaşmanın ortaya çıkardığı altyapı sorunlarını çözmeye harcanıyor.
Altgeçit-üstgeçit, viyadük, çevre yolu, tünel, 3. köprü… Bütün bunlar, bu
yapılaşmanın ortaya çıkardığı darboğazlara, güya çözüm bulmak için. İstanbul’da
yaşayanların barınma, eğitim, sağlık hakkı için; temiz çevre, ucuz ulaşım,
yeterli adalet, kültür hizmetleri için harcanması gereken bu kaynaklar, artan
ölçüde rantiyelerin altyapı düğümlerini çözmek üzere kullanılıyor, böylece bu
yolla da gelir eşitsizliği yeniden ve yeniden artıyor.
***
Zorlu, eski Karayolları arsasına yaptırdığı lüks dairelerin metrekaresine 18
bin dolar fiyat biçmiş. Bu, 120 metrekarelik bir dairenin bile 2 milyon doların
üstünde yerli-yabancıya sunumu demek. Bu fiyat, ne kadar gerçek, ne kadar balon,
yaşayarak görürüz. Ama İstanbul’dan yeni yüksek kentsel rantlar üretip ondan
daha çok pay almak uğruna, onun tarihsel, doğal değerlerini yağma yarışı daha da
artacaktır.
İstanbul’un rantına hücum, Anadolu’da yaşayanların da sorunudur. Çünkü
İstanbul’a üşüşme, Anadolu’da işe-aşa dönüşebilecek sermayenin Anadolu
illerinden esirgenmesidir. Dolayısıyla İstanbul sorunu, sadece İstanbul’da
yaşayanların değil, Anadolu kentlerinde yaşayanların da sorunudur. Yaşadığımız
kente bir ev sahibi gibi değil, kiracı gibi davrandıkça, onu sahiplenmedikçe,
rant yağması daha kolaylaşacaktır. Kent toprağımızı, kentteki kamusal
varlığımızı daha çok savunmalı, sahiplenmeliyiz.