Basına da çokça yansıdığı gibi, 1/100 bin ölçekli İstanbul İl Çevre Düzeni Planı 2006 yılının ortalarında Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından onaylanarak yürürlüğe girdikten sonra kamuoyunda farklı özellikleriyle gündeme geldi. Geçtiğimiz günlerde İstanbul İdare Mahkemesi, Plan için kararını verdi: "Uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğurabilecek nitelikte." Bu aşamada mahkeme planın nasıl kararlar verdiğine pek bakmadı. Bu belki yadırganabilir ama mahkemeler, devlet ve belediyelerin uygulamalarında öncelikle "hukuk" açısından değerlendirme yapıyor. "Hukukun üstünlüğü" bunu gerektiriyor. İstanbul Planı açısından da böyle oldu. "Hukuk" açısından yapılan mahkeme değerlendirmesinde, ülkemizin planlama konusunda nasıl bir kaosa sürüklendiği açıkça gözler önüne seriliyor. Bu kaosta Ankara'daki bürokratların payı çok büyük. Yıllarca Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığı'nın yetki kavgasına malzeme olan planlama sistemimiz bir türlü sağlıklı bir zemine çekilemedi. Kavga derken abartmadığımdan emin olun. "Mühür kimdeyse Süleyman odur" yaklaşımı içinde yapılan bu bürokrasi kavgasından en fazla zararı da büyük kentlerimiz ve kıyı bölgelerimiz gördü. 12 yıl kadar önce İstanbul'u planlamak için kolları sıvayan belediyeyi, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı "mühür bende" diye engellemişti. Sonra da Çevre ve Orman Bakanlığı "Süleyman benim" demeye başladı. Bu uğurda bürokratların yasa ve yönetmelik maddelerinin aralarına sıkıştırdıkları cümlelerin haddi hesabı yoktu. Birileri Çevre ve Orman Bakanlığı'nın kuruluş yasasına ve Çevre Kanununa yetki koyarken, başka birileri de imar mevzuatının içine yeni maddeler yazıyorlardı. Oraya buraya konulan bu dağınık yasa maddeleri en sonunda İstanbul Çevre Düzeni Planı'nın yürütmeyi durdurma almasına neden olmuş görünüyor. Çünkü daha sonra da başka birileri İl Özel İdare Yasası'na birtakım maddeler koydular. Amaç, mührü Büyükşehir Belediyesi'ne vermekti. Bu arada trafik karışınca Çevre Kanunu'ndaki bir maddeyi görmemişler. Mahkeme de, "Yetki Çevre ve Orman Bakanlığı'nda" diyor şimdi. Daha da vahimi, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, çıkardığı bir yönetmelikle malumu ilan edip "Planları şehir plancıları yapacak" dediği halde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi buna bile uymamış durumda. İhale usullerine aykırı olarak kendi şirketine planları hazırlatıyor ama şirket adına planlara imza atanlar, "Yönetmelikteki nitelikleri taşımayan müellifler". Bundan âlâ skandal olabilir mi? Davayı açanlardan Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi'nin eski başkanı Ahmet Turgut, belediye yöneticilerini uyardıklarını ama yöneticilerin çözüme uzak durduklarını söylüyor. En sonunda mahkeme kararına yansıyan bu gerçekleri zamanında hatırlatan bürokratların da görevlerinden alındığını hepimiz hatırlıyoruz. Kendi bürokratlarını bile "bürokratik engel" olarak gören İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yönetiminin bu hatalı adımları en sonunda İstanbul'u plansız bırakmış durumda. Oysa zamanında yapılan uyarıları dinlemiş olsalardı, şimdi böyle bir mahkeme kararı olmayabilecekti belki de. Ucube yasalarla birilerinin 10 yılda bir "Süleyman benim" diye ortaya çıkması, İstanbul'un kaosunu devam ettirmekten başka işe yaramıyor.