Avrupa Topluluğu Horizon 2020 programı tarafından desteklenen “trans-making” projesi kapsamında düzenlenen “Kamusalı Yapmak / Public in the Making” etkinlik programı 18-20 Ekim 2018 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirildi.
amberPlatform tarafından koordine edilen etkinlik, projenin Türkiye ortakları İstanbul Teknik Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi ve Bis tarafından, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Tasarım Atölyesi Kadıköy, Avrupa Kültür Derneği, AICA, Herkes İçin Mimarlık, PASAJ, Sokak Bizim Derneği, Kent ve Çocuk Şehircilik Girişimi ve Komşu Kafe Kolektifi işbirliğiyle düzenlendi.
Programın iştirakçilerinin yoğunluğu, üç günün yoğunluğuna dair biraz ipucu veriyor olmalı. 13 panel, 3 ana tema konuşması, 5 atölye ve kurumsal sunumlarla dolu üç günde, kamusalın kentsel bağlamı uzun zamandır konuşulmadığı gibi konuşuldu, deneyimlendi, tartışıldı. Bir noktada Gezi öncesi ve sonrasında düzenlenen etkinliklerdeki atmosferin yakalandığını söyleyebilirim. Hatta bazen bu atmosfer öyle yoğun yakalandı ki, beş yıllık (bizim ülkemiz için az zaman değil) bağlam değişimini okuyamadım. Ancak kamusallıkla, sanatla, kentle kurulan bağda yeni çatlak zeminler tanımak, biriken deneyimi dinlemek umutvar ve besleyiciydi.
Programın yoğunluğundan tüm panelleri ve yürüyüşleri yakalayamadım. Dinlediklerim kadarını paylaşacağım...
Özerk sanat üretimi için “Kol Mesafesi”
Programın açılış konuşmasını Prof. Dr. Asu Aksoy gerçekleştirdi ve tanımlaması zor kamu, kamusallık ve kamusal alan kavramlarının çerçevesini şu şekilde çizdi: “Pazar ve devlet kurumları dışında insanlar müşterek konuları ele almak üzere bir araya geldiğinde kamu oluşur. Kamusallık bunu yapmaya hazır olmak demektir. Bu kamuların oluşabilmesi için mecralar ve mekanizmalar gereklidir. Bu mecra ve mekanizmaların tümüne kamusal alan diyoruz. Kent ve kentsel yaşam bu mecralardan biri. Farklılıkları çarpıştıran yer.”
Kentin anlam kaybını vurgulayan sorular sordu Aksoy: "Kent bir karşılaşma mekanı. Gündelik hayatta kentliler nasıl karşılaşıyorlar? Bugün yaşadığımız kentte bir sosyallik olabiliyor mu? Yoksa herkes kendi güvenlik balonlarının içinde mi yaşıyor? Kentlilik kimliğini kuracak anıtsallıkta projeler yok. Kaç heykelimiz var? Kentliler hangi mekanlarda taleplerini ifade edebiliyor? Kaç tane festivalimiz var? İstanbul kamusal kültürün kırıldığı bir krizle karşı karşıyayız..."
Neoliberal mantığın ağır tasarımlarla kenti paramparça ettiğini söyleyen Aksoy, kentlilerin de bu uygulamalara paralel olarak parçalandığını ve çıkarını düşünen bireyler haline geldiğini vurguladı.
Sanat pratiğinin ve kurumunun kenti ve kentlileri besleyecek bir vaha olması gerektiğini belirterek, zihinsel özelleşmenin yaygınlaştığı, hizmete erişimin bireysel kazanca bağlandığı günümüzde, sanat üretiminin finansmanıyla arasına mesafe koyamadığını anlattı. Sanat üretiminin özerk ve otonom olabilmesi için finans sağlayıcı ile sanatçı arasında bir "kol mesafesi" olması gerektiğini vurguladı.
Yeşil müştereklerimiz bostanlar
İstanbul bostan deneyimlerinin paylaşıldığı oturum, Zeynep Kadirbeyoğlu moderatörlüğünde, Roma Bostanı, Kuzguncuk Bostanı, Piyalepaşa Bostanı ve Yedikule Bostanı'ndan katılımcılarla gerçekleşti. Kadirbeyoğlu oturum açılışında, bostanların ekim-dikim faaliyeti olmasının ötesinde ortaklaştırıcı eylem, toplumsal etkileşime izin veren birliktelik ortamı kurma kapasitesiyle konuşma bağlamını çizdi.
Bu bağlama ilmek atarak sözüne başlayan Permakültür Tasarımcısı Sevil Baştürk, Roma Bostanı'nın Gezi süreciyle bütünleşen kuruluş hikayesini dinleyenlerle paylaştı: "Şu anda bir kentsel kıyım içerisindeyiz. Roma Bostanı Gezi sonrası ortaya çıkmış bir oluşum. Gezi'de hayatlarımızı örgütlemeyi pratik ettik. Bir sürü mahalle bostanı ve forumu oluştu. Roma Bostanı da bunlardan biri. Kentsel yabancılaşmaya karşı bir duruş."
Baştürk, Roma Bostanı'nın yapılaşmaya direniş sürecine ilişkin bilgiler de paylaştı: "Roma Bostanı'nın bulunduğu arazi, konumu nedeniyle İstanbul'un en kıymetli arazilerinden biri. O yüzden 90'lardan beri dönüştürülmeye çalışılıyor. Planlama sistemi dışlayıcı. Buraya bir sürü plan hazırlandı. Bizim bu planlardan haberimiz semt dernekleri sayesinde oldu. Planlara müdahil olup daha çok söz sahibi olmalıyız."
"Çocukların anıları sonraki direnişin ilk adımı olacak"
Kuzguncuk Bostanı deneyimini Boğaçhan Dündaralp paylaştı. Bostan Hikayeleri'nce hazırlanan Kuzguncuk Bostanı videosu da bu konferansta izleyenlere sunuldu:
Kuzguncuk Bostanı'nın mahallenin en önemli kamusal alanlarından biri olduğunu anlatan Dündaralp, konuşmasında özellikle bostanın hafıza katmanına odaklandı: "Kuzguncuk Bostanı'na 20 yıllık direnişin kattığı anlamlar var. Bu aynı zamanda bellek koruma mücadelesi. Şimdi bizim temel derdimiz bu hafızayı görünür kılmak. Etkinlikler düzenliyoruz. Önemli günleri burada birlikte kutluyoruz. Önemli olan bu kamusal belleğin sürekli inşa olması. Bugün burada olan çocukların deneyimleri ve anıları bir sonraki direnişin ilk adımı olacak."
"Piyalepaşa Bostanı, Koruma Kurulu tescilli ilk bostan"
Yiğit Özar ise Piyalepaşa ve Yedikule bostanları üzerinden, yeşil müştereklerin kentsel miras niteliğine vurgu yaptı: "Yedikule bostanları, Theodosius surları olarak bilinen kara surlarının çevresinde, bu surların yapıldığı zamandan beri bulunuyor. Yedikule bostanlarının tarihini artık arşiv belgelerinden biliyoruz. Günümüze gelene kadar bu bostanlar Osmanlı vakıf sistemi içinde varlığını sürdürmüş. Bugün burada özgün olarak yetişen marulun ismi Yedikule Marulu ve bostanlar karasurlarıyla birlikte Dünya Mirası olarak görülüyor. Bu, yapılaşmayı da engelliyor. Ancak 2013 yılında İBB ve Fatih Belediyesi buraya bir rekreasyon alanı projesi çizdi. Bu tarihten sonra uzmanlar, akademisyenler ve kentsel mirasa duyarlı kişiler bostanla ilgilenmeye başladı."
Kentin bir başka mirası Piyalepaşa Bostanı'nın mücadelesine de değinen Özar, yüzlerce yıllık bostanın otopark olmaması için yaptıkları çalışmaları dinleyicilerle paylaştı. Bu direnişin ardından Piyalepaşa Bostanı'nın Koruma Kurulu tarafından tescil edildiğini belirtti. Bostanları korumak için kentsel miras çerçevesinde bütüncül yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunun altını çizdi.
"Kurda, kuşa, aşa..."
Yedikule Bostanları deneyimini aktaran Aslıhan Demirtaş, İBB'nin döktüğü molozun hala bostanların içinde durduğunu söyledi. Deneyimini sevgiyi kavramsallaştırarak anlattı, ayrışan grupların sevgiyi kendi içinde tanımladığını, sevginin kapsayıcı olamadığını vurguladı. "Ortak paydayı neden bulamıyoruz?" diye soran Demirtaş, bir kentli olarak Yedikule bostanlarının mirasının onun müştereği olduğunu söyleyerek yine ayrıştırıcı sevgi kavramsallaştırması üzerinden mahallelinin bostan yerine park yapılması talebini aktardı.
Bostancının toprağa tohum atarken bir gelenek olarak söylediği "Kurda, kuşa, aşa" cümlesinin kıymetinin altını çizdi: "Biz bu müştereğin içine toprağın, kurdun ve kuşun hakkını koymadığımız sürece bozulmuş sevgiyi onarayamayağız."
Sokağa taşan sanat: Katılımcı Pratikler
Yeliz Kahya'nın moderasyonunda gerçekleştirilen Katılımcı Pratikler oturumunda, Türkiye'den ve dünyadan kenti kapsayan sanat pratikleri işlerini aktardı.
Saraybosna'da kadın haklarını sanatsal ifadeyle buluşturan CRVENA kentsel pratikleri içeren projelerini paylaştı. Ekip, Saraybosna deneyiminde bölünen hafızayı ve hak mücadelelerini kentsel alanda görünür kılmanın önemine vurgu yaptı: "Bazen toplumsal olarak konuşulması zor olan konuları sanat yoluyla konuşmak daha kolay oluyor. İnsanlar belirli noktalarda sanatçının özgünlüğünü kabul ediyor. 'Bunlar sanatçı, bunlar zaten deli, böyle şeyleri konuşabilirler' gibi bir algı doğuyor. Bu da aslında zor konulara dair ihtiyacımız olan zemini bu meşrulaştırmayla kurmuş oluyor".
İsmini Halep Pasajı'ndaki deneyimden alan PASAJist, sanatçılara özgür bir alan sunarken sanatı kentlilere götürmeyi arzulayan bir yaklaşım benimsediklerini aktardı. Halep Pasajı'na yayılan üretimlerden sonra Tarlabaşı'na geçtiklerini anlatan ekip, bir esnaf lokantasına sanatçıların dahil olma sürecini de paylaştı: "Lokantaya sanatçıları oraya sanatsal müdahalelerde bulunmaları için çağırdık. Bu çağrı ile mekan çok yönlü karşılaşma ve ilişki yumağı haline geldi. Çocuklarla iletişim kurduk. Onlarla iletişim kurmak kolay oluyor, uzun soluklu projelerde ebeveynler de dahil oluyor. Sokaktan geçen insanlar da dahil oluyor. Çalışmalarımızda bizi zorlayan şey devamlılıktı. Ancak mahalleliyi projeye dahil etmek hiç zor olmadı."
İMÇ'de bir kapı numarası: 5533
5533 sanat kolektifinin iştirakçilerinden Merve Ünsal, Sen ve Ben projesini anlattı: "Sen ve Ben'e davet edilen kişilerin mekana bir iş, bir etkinlik ile katkıda bulunmasını istedik. Mekan, katılımcılarıyla birlikte aynı anda sergileme, toplanma, atölye mekanına dönüştü". Emek biçimlerini sorgulayan Meşguliyetler projesini de paylaşan Ünsal, günümüz sanat ve meslek üretiminin bağımsızlık tanımları, uygulama alanları, üretici, izleyici ve katılımcı rollerinin sınırları üzerine düşünmeye davet eden bu projeden örnek işleri katılımcılara aktardı.
Kentin seslerini dinlemeyi deneyen bir sanat kolektifi: Oda Projesi
Seçil Yersel ve Özge Açıkkol ise Oda Projesi olarak yaptıkları çalışmalardan kentle ve kentlilerle birliktelik kurma deneyimlerini paylaştı. Radyo projesini anlatan Yersel ve Açıkkol, boş buldukları frekanslarda başlayan yayınlarına, sokaktan geçen seyyar satıcıların, oynayan çocukların seslerinin katıldığını aktardı.
Çocuklar için palimpsest: Mini Kent Sözlüğü
Programın ikinci gününde, Kent ve Çocuk Şehircilik Girişimi, Kamusalı Yapmak programının fasikül yayınları için hazırladıkları Mini Kent Sözlüğü'nü konferans katılımcıları ile bir video eşliğinde paylaştı.
Kent ve Çocuk ekibi tanıtımda "Kent Neyden Oluşur?", "Yollar Hep Bir Yerde Kavuşur mu?", "Kentte Marul Yetişir mi?" ve "Gölgelerin Rengi Olur mu?" soruları üzerinden çocukların kamusal alanla etkileşimini sağlayacak oyunlar üretiiklerini, böylelikle sözlük formundaki fasikülde kente ilişkin kelimelerin anlamlarının kolektif kurgusuna dikkat çektiklerini söyledi.