“İstanbul… 8000 yıllık kesintisiz yerleşimi ile dünyanın en eski
kentlerinden.
Geçmişin ağır yükünü büyük bir vakarla taşıdığı gibi, günün delişmenliğini de
öyle coşkuyla yaşamayı becerebilen…
Eski Grand Rue de Pera, yani bugünkü İstiklal Caddesi’nde sıra sıra dizilmiş
banklara, işyerlerine koşturan memurlar, geceden kalan nağmeleri süpüren çalgılı
lokanta çalışanları, biraz sonra caddeyi avaz avaz saracak olan müzik için
kitapçı ya da kasetçi dükkanlarının önüne hoparlörleri yerleştiren genç
tezgahtarlar, gecenin en son gösterisinden kalan nefesleri zapt etmiş olan
sinema salonları, günün gazetelerini tezgahına sıralayan bayiler, pastaneler,
lokantalar ve vitrinlerinde çeşitli malların sıralandığı mağazalar, birer birer
yeni bir sabaha uyanıyor Beyoğlu’nun caddesinde.
Haliç’in bağrına bir gümüş iğne gibi saplanarak bir Yeni Cami’yi, bir
Karaköy’ü seyreden Galata Köprüsü’nün üzerinde, sabahın ilk ışıkları ile
birlikte gelip balık tutanlar, arkalarında hızla akan trafik, denizde koşturan
vapurlar… Köprü altındaysa birahaneler, meyhaneler…
Kahvehanelerde bol köpüklü Türk kahveleri, ince belli bardaklarda çaylar,
nargileler… Koyulaşan sohbetlere fon oluşturan tavla pullarının sesi…
Kapalıçarşı caddelerindeki kuyumcuların önünde kim bilir hangi mutlu günler
için alışverişe çıkmış insanlar… Baharat kokularının birbirine karıştığı Mısır
Çarşısı…
Kırmızı kiremitli damların üzerindeki martılar bazen aralarında garip bir
anlaşma ile hep birlikte havalanıp, Asya yakasının mührü, Mimar Sinan’ın eseri
Şemsi Paşa Camiisi’ne kanat çırpıyorlar. Oradan boğaz köprüsüne, yalılara,
fıstık ağaçlı tepelere, iki kıyıyı bir birine bağlayan yolcu motorlarının kaptan
köşklerine. Koca gövdeli, çirkin boyalı tankerlerin geçişlerine hayretle
bakarak…
Bir öğle vakti ya da gece. Boğaz’ın her iki kıyısına sıralanmış balık
lokantalarından birinde mevsime uygun bir balığa buzlu rakıyı ve dost sohbetini
katan sesleri, aceleyle akan boğaz sularına karışıyor.
Sakin ve hırçın, nazik ve kaba, huzurlu ve ürkütücü, cazip ve itici,
çelişkiler kenti…
Cıvıl cıvıl, kıpır kıpır, gece trafiğinin bile düğümlendiği hiç uyumayan
İstanbul… Cilveli, “Eski Saraylı”, coşkulu, aşık eden, şaşırtıcı…
Burası İstanbul… Asya ile Avrupa’nın kucaklaştığı Haliç’in, Boğaz’ın ve
Marmara’nın buluştuğu yerde kurulu… Roma, Bizans, Osmanlı olmak üzere üç büyük
imparatorluğa başkentlik etmiş… Üç büyük uygarlığın kültürlerinin sentezi…
Mozaik, minyatür sanatçılarının, büyük bestekarların, hat sanatçılarının, ünlü
mimarların eserlerinin yoğrulduğu yer. Değişen, gelişen dünya metropolü…”
Cemal Emden’in İstanbul’u anlatan fotoğrafları, Türkiye’yi
daha iyi tanıtmak amacıyla düzenlen Türkiye Mevsimi
etkinlikleri kapsamında Paris’te. Engin Özendeş’in
küratörlüğünü üstlendiği sergi, 8 Ağustos’a kadar
izlenebilecek.