İstanbul İçin Önemli Bir Deneyim



İstanbul’da yöneticilerinin ve çalışanlarının olağanüstü gayretleri sayesinde ayakta duran birkaç tanesini dışında, neredeyse kamunun tüm kültür kurumlarının sorunlar yaşadığı, bunlar için özelleştirmekten başka bir model ortaya konamadığı bilinen bir durum. Bu durumda beğenelim ya da beğenmeyelim, yeterli ya da yetersiz bulalım, özel bir yasayla oluşuturulan 2010 Ajansı gibi çok aktörlü bir kurumsal yapı değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsattır. İstanbul 2010’da bir ilk deney yaşanıyor. Çok eksiklikleri, yanlışları var. İstanbul 2010 programında yer alan kent için öylesine önemli projeler var ki, bunların öngörülen süreler içinde tamamlanması bile kentin Avrupa Kültür Başkenti olarak eşsiz bir deneyime evsahipliği yapması için bence yeterli. Burada yalnızca birkaç tanesini örnek vermek istiyorum.

Yenikapı’da keşfedilen gelecek

Marmaray kazıları nedeniyle kentte heyecan verici arkeolojik keşifler gerçekleştiği biliniyor. Dünyanın bir çok yerinden bilim insanları bu keşifleri izliyor. Uluslararası medya çok geniş yer veriyor. Ama henüz kent halkı bu keşifler hakkında tam bilgi sahibi değil. Bu bilginin ilkokullara kadar ulaştırılması lazım. Bu kazılarda ortaya çıkarılan Theodosius Limanı, Mısır’dan gelen tahıl için inşa edilmiş. Bu liman  aynı zamanda kentin Avrupa ve Akdeniz’in siyasal başkenti olmasına işaret ediyor. 2010’da kentin bir zamanlar Avrupa’nın siyasal başkenti olduğunu yeniden keşfetmek bence mutlu bir tesadüf. Bu keşifler, ‘Yeraltındaki Devrim’ başlığıyla 2010’da İstanbul’da ve Avrupa’da sergilerle tanıtılacak. Ancak yapılacak iş bunlarla sınırlı değil. Yenikapı Avrupa’nın en büyük transfer merkezine dönüşecek. Kentin var olan yerleşim yapısını tümüyle dönüştürme potansiyeli taşıyan bu proje için yeni bir şehircilik deneyimi geliştiriliyor. Kent için hayati önemdeki bu projede kamusal süreçleri entegre eden, ilişkisel bir zeminde yaratıcı düşünceye açan bir program hazırlandı. Bir bakıma bu proje yalnızca kentin geçmişinin değil, geleceğinin de keşfine işaret ediyor.

Kentte ilk defa sahipsiz kalmış kamusal mekanlar için yıllarca metruk bırakmak veya özelleştirmek dışında bir alternatif ortaya çıktı. İstanbul uluslararası doğalgaz ağına bağlandıktan sonra belediyeyi İstanbul’da havagazı üretmeye kimse zorlayamazdı. Tek örneği kalan Hasanpaşa’daki gaz fabrikası bu nedenle ya otobüs hurdalığı oldu, ya da dönüştürülmesi için özel girişimin talip olması beklendi. Kentin bu kadar değerli bir alanının değil yirmi, bir sene bile böyle kalmasının verdiği zarar inşaat bedelini defalarca geçer. 2010 yılında Gazhane, kente ‘yeniden enerji verecek!’.

Burada söz konusu olan, yalnızca İstanbul’da yalnızca bir takım tarihi yapıların onarılması değil. Evet, önemli bir endüstri arkeolojisi örneği olan ve yıllardır kentin Anadolu yakasında atıl vaziyette kalmış bulunan Hasanpaşa Gaz Fabrikası restore edilecek. Bu dönüşümde tarihi gazhane yalnızca bir restorasyon konusu olarak değil, aynı zamanda kentin ihtiyaç duyduğu kültürel programların, istihdam yapısının geliştirilmesine yönelik bir pilot yaratıcılık merkezi olarak ele alınıyor. Gençlerin eğitimi için burada etkinlikler planlanıyor. Kentin küçük üretim yapısının yaratıcı endüstrilerle ilişkisini güçlendirmek için ‘Tasarım Destek Ağları’ projeleri uygulanıyor.

Yenilikçi kültürel miras yönetimi

1985 yılından beri Dünya Mirası Listesi’nde içinde yer alan Tarihi Yarımada’daki bölgeler ilk defa, 2010 yılında bir yönetim planına kavuşuyor. Dünyada tarihsel topografyası içinde kalmış en büyük sur varlığı bu deneyim içinde korumaya alınıyor. Bu çabalar sayesinde İstanbul’un dünya kültürel miras alanları UNESCO’nun tehdit altındaki miras listesine alınma tehlikesi savuşturulabilecek. Bütünlükçü bir alan yönetimi planı içinde korunacak. Bu kapsamda ve UNESCO Dünya Mirası Merkezi’nin önerileri doğrultusunda Eminönü Tarihi Yarımada  Sirkeci Bölge İyileştirme Projesi ile İstanbul Karasurları Koruma Masterplan çalışması başlatıldı. Sultanahmet’te bağımsız uzmanlık kuruluşları ile Aya Eufemia, Sphendone gibi çok önemli arkeolojik alanlarda çalışmalar başlatıldı. Küçükyalı Arkeoloji Parkı gibi çalışmalarda Türkiye’de ilk defa koruma ile kentsel gelişmenin ilişki içinde olduğu, kurtarma kazıları gibi müdahaleci olmayan, uluslararası deneyimlere açık yenilikçi bir kent arkeolojisi projesi gerçekleştiriliyor.

Kültürel çeşitliliğin desteklenmesi

Girişim grubu, Brüksel’e başvuru dosyasını iletmeden önce kentteki bütün ‘azınlık’ topluluklarının liderlerini ziyaret etti. Onlardan hem programa katkılarını, hem de başvuru dosyasına koymak üzere destek mektuplarını aldı. Bu topluluklar İstanbul seçildikten sonra sözlerini tuttular. Belki bir çok resmi kuruluştan daha fazla çalışarak mükemmel programlar geliştirdiler. Dolayısı ile İstanbul 2010’da kentteki kültürel çeşitliliği destekleyecek çok önemli adımlar atılıyor. Birçok topluluk kolaylaştırıcı komiteler oluşturdu, yıllardır sürdürdükleri çalışmaları kamu alanına taşıma çabasına girişti. Belki bunun bugün ne anlama geldiği tam anlaşılamıyor ama kentteki yıpranmış kiliselerin, sinagogların, mezarlıkların ilk defa kamu bütçesiyle canlandırılması mümkün oluyor. İlk defa kamu bütçeleri kültürel çeşitliliğin geliştirilmesi için kullanılıyor. Kamondo anıtmezarının korunması, Mayor Sinagogu’nun onarımı yanında Vortvots Vorodman gibi bir Kirkor Balyan anıtının, bir anıt kilisenin çok amaçlı dinamik bir kültür merkezine dönüşümü yalnızca İstanbul açısından değil, dünya için çok heyecan verici.

Eğer herkesin eşit vatandaşlık haklarına sahip olduğunu düşünüyorsak ve bunun için bugüne kadar yapılanları yeterli bulmuyorsak, o zaman 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı çerçevesinde gösterilen çabaların neresini eksik bulduğumuzu, neyin yanlış yapıldığını söyleyelim ki, düzeltilsin.