Son günlerde Ege ve Akdeniz’de meydana gelen küçük
şiddetli depremler, bize yakın geçmişteki deprem felaketlerinin acısını kısmen
de olsa hatırlatır olmuştur. On yıl önce 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremindeki
acılı günleri bir daha yaşamamak ve İstanbul’u, beklenen şiddetli bir depreme
‘hazır’ hale getirebilmek için yapılması gerekenleri nedense yapmıyoruz.
İstanbul bir depreme kesinlikle hazır değildir!
Ne yazık ki, Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Kadir
Topbaş dahil, en üst düzey kamu yöneticileri İstanbul’da kamu
binalarının peyderpey güçlendirildiği intibaını vererek, gerçekdışı bir
‘toz pembe’ tablo çiziyorlar ve özel yapıları da sahipleri güçlendirsin
diyerek işin içinden sıyrılıyorlar. İşte size gerçek fakat acı bir tablo:
• İstanbul’da 1 milyon bina var. Sadece, yüzde 1’i güçlendirildi.
• İstanbul’da 3 bin okul var. Sadece 250’si güçlendirildi.
• İstanbul’da 635 kamu hastanesi var. Sadece 10’u güçlendirildi.
• İstanbul’da 128 öğrenci yurdu var. Sadece 1’i güçlendirildi.
Bu acı tablo sadece İstanbul için mi geçerli? Ne yazık ki, birinci derece
deprem kuşağında olan tüm illerimiz aynı feci durumda... Hiçbiri depreme hazır
değil!
Bina güçlendirmek çözüm değil!
Esasında çoğumuzun yanlış algıladığı bir gerçeği dile getirelim. Depreme
‘hazır’ olmak demek, ‘mal kaybını’ önlemek değil, ‘can kaybını’ önlemek olduğuna
göre, yapılacak şey kesinlikle, ‘güçsüz’ binaları güçlendirmek “değildir”.
Çünkü, deprem değil, bina öldürür! O halde, bütün enerjimizi can kaybına neden
olabilecek ‘göçer’ nitelikli binaları bulup çıkarmaya hasretmeli ve sadece bu
tip ‘göçer’ nitelikli binaları ya güçlendirmeli veya iskândan arındırmalıyız.
Başbakanlık istatistiklerine göre, İstanbul’da ‘göçer’ nitelikli binaların oranı
yüzde 4’ü geçmez! Nitekim, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depreminde, can kaybına neden
olan göçük binaların, toplam bina stoku içindeki oranı yüzde 6’yı
geçmemiştir.
Hızlı değerlendirme yöntemi ‘tek çözüm’!
Eğer, binaları tarayarak deprem yönetmeliğine göre ‘güvensiz’ olanlarını
değil, sadece ‘göçer’ nitelikli olanlarını bulup fişleyebilirsek, pratik olarak
İstanbul’da şiddetli bir depremde can kaybı ‘sıfır’ olur ve kimsenin ‘burnu bile
kanamaz’! Deprem Yönetmeliği’ne göre ‘güvensiz’ sayılan tüm binaların (toplam
bina stoku içinde böyle güvensiz binaların oranı yüzde 96 kadardır)
güçlendirilmesi teşebbüsü ve fikri çıkmaz bir sokaktır. Akılcı değildir.
Gereksizdir. Çünkü, İstanbul’da mevcut 3 (üç) milyon kadar ‘güvensiz’ konutun
güçlendirilmesi için en az 30 milyar dolara ve 30 seneye ihtiyaç vardır. Ne bu
para bulunabilir ne de bu zaman!
Yapılacak tek şey, bilimsel isabet ve doğruluk derecesi kanıtlanmış hızlı
değerlendirme yöntemlerinden biri ile ‘bina taraması’ dır. Bina taraması ile,
ölümlere neden olabilecek ‘göçer’ nitelikli binalar bulunup fişlenir. Bir
binanın ‘göçer’ nitelikli olup olmadığını, en son geliştirilen P25-Hızlı
Değerlendirme Yöntemini kullanarak ve özel ultrasonik aletler ile beton
kalitesini ölçerek, yaklaşık yüzde doksan kesinlikle ve bir saatlik bir çalışma
süresinde belirleyebilmek kabildir.
Tüm İstanbul’u taramak ve ‘göçer’ nitelikli ‘çürük elmaları’ bulup çıkarmak,
çok az zamanda ve çok az bir finansman ile (bina başına yaklaşık 600 TL kadar)
gerçekleştirilebilir. Böylece, İstanbul’u depreme ‘hazır’ hale getirmek ve
pratik olarak İstanbul’da ‘sıfır’ can kaybını yakalamak mümkündür [1, 2, 3,
4].
Birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde bulunan tüm illerimiz için en
akılcı çözüm, can güvenliğini esas almak ve dolayısıyla, sadece kat kat üstüne
yıkılma riski taşıyan binaları bulup çıkarmaktır. ‘Göçme riski’ bulunduğu
belirlenen bir binanın sahibine iki veya üç yıl gibi bir süre verilerek, bu süre
içinde binasını ya yıkıp yeniden inşa etmesi veya binasını iyice güçlendirmesi
istenir. Bu süre sonunda gerekeni yapmayanların binaları, İmar Kanunu’nun ilgi
hükümlerine (maili inhidam maddesi) uyularak, polis marifeti ile iskândan
arındırılır. Göçme riski bulunmayan binaların sahiplerine, binalarının ‘göçme
riski’ taşımadığını gösteren, bir kalite belgesi = sertifika verilir. Böylece, o
binada oturanlar deprem korkusunu ve stresini üzerlerinden atmış olurlar.
Bu gurur ve sevinci yaşayabilmenin tek şartı, binalarımızı hızlı
değerlendirme yöntemlerinden biri ile taramakta ve ‘göçer’ nitelikli olanlarını
bulup çıkarmakta yatıyor. Aksi halde, şiddetli bir depremde İstanbul’da 20 bin
veya üzerinde bir can kaybının vereceği acılara katlanmak gerekecek...
Göçer nitelikli binalar bulunup fişlendiği takdirde, en şiddetli bir depremde
bile ‘kimsenin burnu kanamayacak’ ve can kaybı pratik olarak ‘sıfır’ olacaktır.
İşte, bu nedenle, bu çalışmaya “Sıfır can kaybı” projesi denilmektedir. Sıfır
can kaybı projesinin ana hedefi, adından da anlaşılacağı üzere, tüm özel sektör
ve kamu binalarında, can kaybının önlenmesi ve bu arada doğal bir yan ürün
olarak can kaybı beklenmeyen binaların belirlenmesidir.
Sorumluluk ve görev kimin?
Burada en önemli husus, sıfır can kaybı gibi önemli bir risk yönetimi
projesinin gerçek sahibinin özel sektör değil, devletin ve ilgisi nedeni ile
yerel yönetimin ta kendisi olduğudur! Çünkü, bir binanın kat kat üstüne göçme
riskinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi, tamamen bir “can kaybını önleme
projesi” olduğu için, anayasaya göre, sorumluluk doğrudan devlete ve görevi
icabı yerel yönetimlere aittir. Zaman akmaktadır. Bu nedenle, 1. ve 2. derece
deprem bölgelerinde bulunan tüm il ve ilçelerimizde ‘sıfır can kaybı’ projesi
derhal uygulanmalı, yerel yönetimler tarafından göçme niteliği bulunan ve
bulunmayan tüm özel sektör ve kamu binalarının taranmasına hemen başlanmalıdır.
Bu kaçınılmaz ve geciktirilemez anayasal bir görevdir. Bir iki ilçede yapılan ve
başarısızlıkla sonuçlanan, bilimsel isabet derecesi zayıf tarama çalışmalarına
derhal son verilmelidir. Mal sahipleri dilerlerse, binalarının ‘göçme riski’
taşıyıp taşımadığını, bir uzman kuruluşa şüphesiz kendileri de tayin
ettirebilirler.
Prof. Dr. Semih Tezcan / Boğaziçi Üniversitesi Öğretim
Üyesi