TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası (İMO), Marmara Depremi'nin 21’inci yılı nedeniyle bir basın toplantısı düzenledi. Şube Başkanı Nusret Suna, toplantıda yaptığı konuşmada İstanbul'un depreme hazır olmadığını bir kez daha vurgularken, 'Kanal İstanbul' tehlikesine de dikkat çekti. AKP'nin tepkilere rağmen vazgeçmediği projenin İstanbul için bir yıkım olduğunu dile getiren Suna, "Kanal İstanbul projesi deprem-kent ilişkisi çerçevesinde İstanbul'un intihar etmesiyle eşdeğerdir." dedi.
Cumhuriyet’te yer alan habere göre; Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu hatırlatan Suna, "Türkiye’nin yüzde 66’sı 1. ve 2. derece deprem kuşakları üzerinde. Nüfusumuzun yüzde 70’ini barındıran 11 büyük kent ile büyük sanayi kuruluşlarımızın yüzde 75’i deprem bölgesinde. Deprem ülkesi olan Türkiye’de ne yazık ki yapıların deprem güvenliği yok; altyapıdan ulaşıma kentler deprem tehlikesine uygun düzenlenmedi." ifadelerini kullandı.
Ulusal seferberlik çağrısı
En iyimser senaryoda bile olası İstanbul depreminde yüzbinlerce kişinin can güvenliğinin tehlikede olduğuna dikkat çeken Suna, "Ne yazık ki 16 milyon İstanbullu çaresizlik içinde depremi bekliyor." diye konuştu.
Son aylardaki Elazığ, Manisa, Malatya depremlerini hatırlatan Suna, "Bu depremler ülkenin depremselliğini göstermekle kalmadı, deprem güvenliğinin ertelenemez bir sorumluluk olduğunu bir kez daha hatırlattı." dedi.
İstanbul’un depreme hazırlanması için ulusal seferberlik ilan edilmesi gerektiğini söyleyen Suna, ayrıca Kanal İstanbul projesinden vazgeçilmesi gerektiğini ve proje için ayrılan bütçenin İstanbul’un depreme hazırlanması için kullanılması çağrısında bulundu.
"İstanbul tehlikede"
Suna, İstanbul’un yapı stokuyla ilgili şöyle konuştu: "Türkiye’de 20 milyonu aşkın yapı bulunuyor. Ayrıntılı bir yapı envanter çalışması yapılmadığı için bilgilerimiz kısıtlı ancak yapı stokunun en az yarısının güvenli olmadığı tahmin ediyoruz. Pek çok yapı ruhsatsız ve kaçak; bir başka ifade ile yapılarımız mühendislik hizmeti almadan üretilmiştir. İstanbul’un yapı stokunun mevcut durumu ülke genelinden farklı değildir. İBB’nin 39 ilçe için hazırladığı raporda yer alan bilgiler ışığında İstanbul’un yapı stokunun durumunun vahim olduğu anlaşılmaktadır.
13 Ocak 2017’de İstanbul Zeytinburnu’nda kendiliğinden yıkılan bina, 24 Temmuz 2018’de Beyoğlu Sütlüce Fuadiye Sokak’ta herhangi bir dış etkene bağlı olmadan çöken bina, Kartal Sema Sokak’ta 6 Şubat 2019’da kendiliğinden çöken bina, 10 Ekim 2018’de Bağcılar Kirazlı Sokak’ta yan parseldeki temel kazısı nedeniyle yan yatan bina, ve bununla birlikte kentin değişik noktalarında yıkılan istinat duvarları, yine kentin değişik bölgelerinde zemin kayması nedeniyle boşaltılan binalar İstanbul’u bekleyen tehlikeyi su üstüne çıkarmıştır. Yok sayılması, görmezden gelinmesi mümkün değildir.
Olası bir İstanbul depreminde yaşanacak can kaybı, ne yazık ki tahminlerin çok üstünde gerçekleşecektir. İstanbul Kartal Sema Sokak’ta kendiliğinden çöken tek bir binada bile 21 vatandaşımızı kaybettiğimiz göz önüne alınırsa, nasıl bir facia ile karşı karşıya bulunduğumuz daha net anlaşılacaktır.
Ayrıca Kartal faciası, afet sonrası organizasyonda ne kadar yetersiz olduğumuzu da açığa çıkartmıştır. Bir binada bile yetersiz kalan müdahale ve kurtarma çalışmalarının olası İstanbul depreminde nasıl hayata geçeceğini düşünmek bile kaygılarımızı kat kat arttırmaktadır."
"Kentsel dönüşüm değil, rant kapısı"
16 milyon İstanbullunun yaşadığı binaların kaderine terk edildiğini söyleyen Suna kentsel dönüşüm projelerinin gerekli yerlere yapılmadığını söyledi ve eleştirdi.
"Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılayamadığı gibi yeni sorun alanları yaratmıştır. Kentsel dönüşüm projeleri deprem riskinin fazla olduğu yerlerde değil, kentsel ‘rantın’ en yüksek olduğu bölgelerden başlamıştır" diyen Suna şöyle devam etti:
"Kentsel dönüşüm uygulamaları ile caddelerin, sokakların ve mahallelerin alt yapısı aynı kalmasına rağmen, hane sayısının artması aile sayısı ve nüfusun artması kentin demografik yapısını bozarak, fiziksel eşikleri zorlamakta, yeni trafik ve alt yapı sorunları yaratmaktadır. Tüm bunların yanı sıra özellikle ekonomik krizin büyümesi ile Yık-Yap anlayışı ile üretilen bu projelerin yarım kalması da vatandaşlarımızı mağdur etmiştir."