İstanbul Başkent mi Oldu?



1985'ten bu yana her yıl Avrupa kentlerinden bir ya da birkaçı Avrupa Kültür Başkenti olarak seçiliyor. Başkent olmanın şartı, kentin Avrupa'nın "kültür zenginliğini ve çeşitliliği"ni barındırması. AB Parlamentosu, 1999'da AB üyesi olmayan ülkelerin de kültür başkenti olmasına imkân sağlayan bir karar aldı. Türkiye de 2000 yılından bu yana İstanbul için gayret gösteriyordu, nihayet bu yıl İstanbul ile birlikte Macaristan'ın Pecs şehri ve Almanya'nın Ruhr bölgesi de kültür başkenti ilan edildi. Ajans (AKBA) Yürütme Kurulu Başkanı Şekip Avdagiç "İstanbul'un AB dışında kültür başkenti seçilen ilk ve son kent olduğunu" söylüyor. Haberi veren Yeni Şafak'a göre, "Asyalı tek kültür başkentidir İstanbul". (24 Aralık 2009)

Bu olayı Avrupalıların nasıl karşıladığını merak edenler için İsviçre'deki yüksek tirajlı Basler Zeitung gazetesinin kullandığı şu cümle ibret verici: 'İstanbul her zaman Avrupa'nın bir parçası olmak istemiştir'. Ne kadar aşağılayıcı!

Başbakan Erdoğan, açık konuşmasında "İstanbul'un hep Avrupalı bir kent olduğunu, bundan sonra da öyle kalacağını" söyledi. "Fetih törenleri"nde yeri göğü inleten konuşmaların yankısı hâlâ kulaklarımızda.

Pekiyi, gerçekler öyle mi? Değil. İstanbul, Bizans iken bile bir "Avrupa kenti" değildi. Hatta Konstantin, onu Roma'dan, Avrupa'dan ayırmak için kurmuştu. Bizanslılar da hiçbir zaman kendilerini Avrupalı hissetmediler. En sıkıntılı oldukları zamanlarda bile "Bizans'ta Latin serpuşu görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederiz" dediler.

İstanbul'u dünya incisi yapan Avrupalılık değildir. Avrupalı şehirler ya pagan, ya Hıristiyan şehri veya seküler-tek boyutlu yerleşim birimleridir. Her üç versiyonunda da "kültürel ve toplumsal zenginlik ve çeşitlilik" olmaz. İstanbul'u üç kıtanın ve dört ana yönün merkezi haline getiren faktör İslamiyet'tir. İspanya'yı fethe çıkan ilk Müslüman neslin hedefi Fransa, İtalya ve Balkanlar üzerinden İstanbul'a ulaşmaktı. Eyüp el Ensari Hazretleri'ni 90 yaşında buralara kadar getirip şehit düşüren amil ile Fatih'i Bizans'a yönelten amil aynıydı: "Konstantiniyye mutlaka fetholunacaktır". Fetih, şehri "Ruhu'l-konstantıniyye"den "Ruhu'l-İslam"a dönüştürme şenliğiydi. Şimdi ruhu çürütülüyor

Yoksulluk denizinde yüzen İstanbul'da açılış törenleri için 8,5 milyon liranın gösteriler ve havai fişeklerle havaya uçtuğu törenleri izlerken içim burkuldu. Bu israfın cezasını bu şehir kaldırabilecek mi? Kadıköy'de dev balonlar uçuruldu; Pendik, Beylikdüzü, Bağcılar'da halka pop konserleri verildi. Ve elbette Taksim'de Tarkan, kitleleri coşturdu. Kâinatın Efendisi'nin fethini haber verdiği şehirde, Avrupa'nın düşük kalite müziği pop ve pop sanatçıları yeri göğü inletti. Osmanlı'ya payitaht olan bu şehir, şimdi Avrupa'nın sığınmacılar, göçmenler, düşük gelirli işçiler ve üçüncü dünyadan gelenler için icad ettiği "sosyal konut" hükmündeki apartmanlar yığınına dönüşmüş, üstelik bu da "medeniyet" zannediliyor. İstanbul'un ağır sorunları var:

1) Depreme karşı hazırlıksız yaşıyoruz. Muhtemel bir deprem yüz binlerce insanın ölümüne yol açabilir. Haiti'de yaşanan felaketin bir benzerini ve -Allah muhafaza- belki çok daha vahimini "vur patlasın çal oynasın" giden bu şehirde de yaşayabiliriz.

2) Nüfusun yüzde 65'i varoşlarda yaşıyor. Binlerce ailenin soğukta ve aç yattığı mekânlarda hükmünü icra eden sefalet ve kayıt dışı sömürüsüdür.

3) 15 milyona varan nüfusuyla düzensiz ve plansız bir kent. Mimari çarpıklığı gibi toplumsal hayatı da kaos içinde. Bir sel felaketinin onlarca insanın ölümüne nasıl yol açtığını müşahede ettik.

"İstanbul" diye bir şehir yok. Müziği, mutfağı; felsefe, sanat ve edebiyata beslenme kaynağı olan Müslümanlığı; medeniyet nişanesi mimarisi; nezaket ve kibarlığı; adabı ve merhameti yok. Her şey ölçüsüz, kaba, hoyrat ve kaotik. İstanbul'un aynası trafiği ve insanların ruh hali gibi şiddet yüklü. İstanbul'un sorunu kendini inkâr etmesinden kaynaklanıyor.