İstanbul barajlarının doluluk oranı bugün itibariyle yüzde 29.43 seviyesinde. DHA’da yer alan habere göre; Bilim Kurulu üyesi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, barajların yüzde 30’un altındaki doluluk oranı ve bunun insan sağlığına etkileri konusunda, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Şebeke suyuna verilecek olan suların tahlillerinin tam olarak yapılası gerekiyor. Bu ister dip suyu olsun, isterse üst su olsun değişen hiçbir şey söz konusu değil. Bunların tamamının fiziksel, kimyasal ve biyolojik muayeneden geçirildikten sonra şebekeye verilmesi gerekiyor. Bu sırada başta klorlama ve filtreleme olmak üzere diğer mikro organizmalardan da arındırılması gerekiyor. Dip suyun şöyle bir riski elbette olabilir; suyun altına ağır maddeler çöker, partiküller çöker gibi gözükebilir. Fakat burada aslında önemli olan, denizlerde de benzer durum geçerlidir, dipte en altta ağır metaller kalır eğer suda varsa. Yani cıva, demir gibi ağır metaller en altta kalır. Bu sularda bu tip riskler söz konusu olabilir. Bu nedenle mümkünse barajların dolu olması gerekir. Ancak tehlikeli seviye söz konusu olmayana kadar baraj içindeki tüm sular kullanılabilirdir.” dedi.
Prof. Dr. İlhan, “Fiziksel muayene, kimyasal ve biyolojik muayenenin yapılması koşuluyla. Fiziksel muayenede suyun berrak olup olmadığı, renginin olup olmadığı ki şeffaf olması, berrak olması gerekir, partikül içermemesi gerekir. Bunlara bakılır. Kimyasal muayenede özellikle demir ve cıva başta olmak üzere bunların var olup olmadığına bakılır. Bunların belli bir düzeyin üzerinde olmaması gerekir. Biyolojik muayenede ise hepimizin bildiği kanalizasyonla karışmış mı veya başla bir şey olmuş mu? Buna bakılır. Buna göre de klorlama, filtreleme yaparak verilir. Burada önemli olan suyun belli bir nitelikte ve kalitede olması. Suyun üst ya da orta kısmının aslında farkı yoktur. Ama bu standartları geçen suyun şebekeye verilmesi gerekiyor.” diye konuştu.
Dip suyunda ani yağışta risk artıyor
Prof. Dr. İlhan, suyun barajlardan şebekeye verilmeden önce testlerden geçmesi gerektiğini belirterek, şöyle konuştu: “Eğer yetkili makamlar tarafından, suyu sağlayan kurumlar özellikle belediye tarafından bunun değerlendirmesi yapılıp temiz raporu veriliyorsa kullanmanın bir sakıncası yok elbette. Ama şöyle durumlarda risk tabii ki artabiliyor. Örneğin çok dip su kaldı ve aniden yağmur yağdı. Daha çok çamurla karışık oldu. Bu sefer bu işlemler daha uzun sürdüğü için elbette risk artabiliyor. Barajlardaki suların ya da kullanıma verilen suların farklı istasyonlarda ölçümleri yapılıyor. Bu istasyonlardaki su değerine göre su şebekeye basılıyor. O yüzden öncesi yapılan kontroller doğru bir şekilde yapılıyorsa, klorlaması yapılıyorsa bu suları kullanmanın bir sakıncası yok. Fazla klorun zararı elbette olabilir ama burada yapılan klorlama doğrudan kişiye verilen klor tableti olmadığı için veya kullanacağımız suya kendimiz klorlama yapmayacağımız için çok düşük düzeyde şebekeye geleceğinden kişiler üzerinde bir olumsuz etkisi olmaz.”
Hepatit A, kolera salgını
Prof. Dr. İlhan, şöyle devam etti: “Yeterli kontrol, yeterli klorlama yapılmazsa, su kaynaklı salgınlar karşımıza çıkabilir. Bunların başında hepatit A, kolera geliyor. Fiziksel olarak bakarsak berrak olmayan suyun kullanımı söz konusu olmaz. İnsanlar bunu kullanmazlar, fiziksel kirlilik diyoruz buna. Kimyasal olarak ise ağır metal içeren suların kullanılmasında; ağır metal zehirlenmesine kadar giden durumlar söz konusu olabilir ama bu çok nadir gerçekleşebilir. Bu nedenle denetimin çok önemli olduğunu ve mutlaka doğru ev uygun bir şekilde yapılması gerektiğinin altını çizmek isterim."