Zonguldak Karadon’daki maden göçüğünden sonra işçiler, bir kez daha
tehlike ve yalnızlıkla yüzyüze kaldı. Fotoğraf: Hüseyin Özdemir
Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi ise, dünyada da ilk 10'a giriyorsa,
bunun sorumlularının işveren olduğu kadar, başbakanlar başta olmak üzere
hükümetin ilgili bakanları olduğunu söylemek mi provokasyon? Yoksa o emekçilerin
gözünün içine bakarak, “bölge insanları bu tür olaylara alışık” demek
mi?
Sosyal Haklar Derneği, 2007 başından beri, üç ayda bir, Türkiye’de
sosyal hak ihlalleri raporu yayımlıyor. Bunun yanında, sosyal hak ihlallerinin
değerlendirildiği çalışmalara web sitesinde yer veriyor. 2009 Aralık’ında Nazır
Kapusuz’un hak ihlalleriyle ilgili bir değerlendirmesini yayımladı.
İş
kazalarının ve işle ilgili meslek hastalıklarının ele alındığı bu yazıda, iş
kazalarının yoğun olduğu sektörlerle ilgili bilgi verilirken, madencilik sektörü
için şu tespit yer alıyordu: “Madencilik sektörü kamu denetimsizliğinin tam bir
göstergesidir. Türk Taşkömürü Kurumu işletmelerinin ‘verimsiz’ ve ‘güvensiz’
bulduğu bazı ocaklar özel kişilere devredilmekte ve sürekli iş kazaları meydana
gelmektedir. Zonguldak İli’nin Gelik ve Kilimli, Balıkesir Dursunbey ilçesine
bağlı Odaköy beldelerinde hemen hemen her ay ölümlü bir iş kazası meydana
gelmesine rağmen, ufacık bu beldelerde kamu denetiminin yapılamaması çok
ilginçtir. Adı sayılan üç beldede olan kazalar neredeyse tüm sektördeki
kazaların yarısını barındırmaktadır. Kamu denetimi, bu yetmiyormuş gibi, 2005’te
çıkardığı Madencilik Yasası ile bu tip ‘madenlerde uzman maden mühendislerin
çalıştırılması’, ‘güvenlik ekibi’ vb. gibi birçok ‘gereksiz’ uygulamaya son
vermiştir.”
Geçtiğimiz günlerde Gelik’te gene madende patlama sonucu, 30
emekçi hayatını kaybetti. Sosyal Haklar Derneği’nin yanında, Maden Mühendisleri
Odası’nın da sıklıkla dikkat çektiği, madencilik açısından tehlikeli olduğu
herkesin bilgisi dahilinde olan bir yerde yeniden vahim bir iş kazası yaşandı.
Öngöremezdik demenin yalan söylemek demek olduğu bir kaza bu.
Şimdi
gelelim Başbakan Erdoğan’ın göçük altında kalan madencilerden daha haber
alınamadığı bir anda, olay yerinde söylediklerinin bir bölümüne: “Üzüntümüz
büyük. Bölge insanı bu tür olaylara alışık. 90’lı yıllardan bugüne bu tür
olayları hep yaşadık. (...) Bu mesleğin kaderinde bu var. Mesleğe girerken de bu
tür şeyler olabileceğini bilerek giriyorlar.” Tren kazasını Allah’ın takdiri,
maden kazasını madencinin kaderi olarak takdim eden, son kertede sorumluluğu
Allah’a havale eden bir kaderci zihniyet konuşuyor.
Provokatör?
Bu kaderci zihniyeti eleştirmek
başka bir yazı konusudur. Bugün sadece bu takdiri ilahinin neden Türkiyelilere
Britanyalılardan daha meşum davrandığını sorarak işe başlayalım. Başbakan
endişelenmesin, provokatif bir ajan değil bu sorunun kaynağı. Hükümetinin
Çalışma Bakanı Ömer Dinçer. Türkiye’de 100 bin işçide ölümlü iş kazasının
Britanya’dakinden 20 kat fazla olduğunu söylemişti geçtiğimiz aylarda. Sadece o
değil, Türkiye’de madencilik sektöründeki iş kazalarının dünya ortalamasının çok
üzerinde olduğunu çeşitli kaynaklar, yıllardan beri söylüyor. Tamam bu uzun
zamandan beri böyle de, neden AKP hükümeti yönetiminde de azalmıyor? Gelik,
Kilimli ve Balıkesir Dursunbey’in Türkiye’deki madencilik sektöründeki iş
kazalarının üçte birinin gerçekleştiği bölgeler olduğu biliniyor. O zaman, şu
takdiri ilahinin, şu kaderin arkasında biraz fazla insan parmağı, biraz fazla
denetimsizlik, kurallara uymama, esnekleştirme, taşeronlaştırma ve güvenlik
önlemleriyle ilgili kuralların hükümet tarafından esnetilmesi yatmıyor mu sorusu
akla geliyor elbette. Bugün Türkiye iş kazalarında Avrupa birincisi ise, dünyada
da bu konuda ilk ona giriyorsa, bunun sorumlularının işveren kadar, başbakanlar
başta olmak üzere hükümetin ilgili bakanları olduğunu söylemek mi provokasyon?
Yoksa o emekçilerin gözünün içine bakarak, “bölge insanları bu tür olaylara
alışık” demek mi?
Çalışma Bakanlığı verileri, 2006’da Türkiye’de 1592
emekçinin iş kazasında öldüğünü gösteriyor. Beyan edilmeyen iş kazalarıyla
gerçek sayı bundan biraz daha yüksek. İş kazalarında yaralananların ölenlerden
üç ila dört misli daha fazla ve kaza sonucu sakat kalanların sayısının ölenlere
yakın olduğunu dikkate alınca, bu ülkede vahşi bir çalışma yaşamı olduğunu
görüyoruz.
Başbakan’ın, Çalışma Bakanı’nın bilmediği veriler değil
bunlar. Devletin istatistik kurumu TÜİK, 2007’de Hanehalkı İşgücü Anketi içinde
iş kazaları ve işe bağlı sağlık problemleri araştırması yaptı. Araştırmanın
sonuçları ibret vericiydi. İstihdam edilenlerin yüzde 3’ünün, son 12 ayda en az
bir kere iş kazası geçirdiği ortaya çıktı. Madencilik sektöründe istihdam
edilenlerin yüzde 10’unun son bir yılda iş kazası geçirdiği ve bu açıdan tüm
sektörler arasında birinci sırada yer aldığı da.
Sosyal Haklar Derneği,
yukarıda belirttiğimiz çalışmasında, bu sektör içinde de bazı maden
bölgelerinin, başta Gelikli olmak üzere kazaların en sık olduğu yerler olarak
sivrildiğini birkaç ay önce yeniden hatırlatmıştı. Madencilik risk haritası,
nerelerde çok daha sıkı önlem almak gerektiğini bize açıkça gösteriyor. Elbette
bunu görmek ve önlem almak isteyenlere gösteriyor.
Madenciliği yüzde 7.7
iş kazası oranıyla elektrik, gaz, su sektörü izliyor. İmalat yüzde 5.2 ile
üçüncü, inşaat yüzde 4.6 ile dördüncü, taşımacılık yüzde 3.7 ile beşinci sırada
yer alıyor.
İş kazası geçirenlerin yüzde 56’sı 10 kişiden az ücretli
çalıştıran işyerlerinde istihdam ediliyor. Yani iş kazası konusunda büyük
işletmeler de hiç o kadar güvenli değil. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun daha birkaç
hafta önce yayımlanan 2008 verilerine göre, en fazla iş kazasına maruz kalan
grup 18-24 yaşındakiler. Ve dikkat çekecek sayıda iş kazasında çocuk ölümü
yaşanıyor bu ülkede.
Deprem gibi
Bir de iş
kazalarının “ülke ekonomisine maliyeti”ni de hesaplayanlar var. Hatta liberal
çevrelerde ve bazı hükümet temsilcileri ve işveren dünyasında, iş kazaları
konusunda en fazla gözyaşı dökülen sonuç bu. Benim midem bu tür bir yaklaşımı
kaldırmadığı için, ortaya çıkan parasal maliyeti size aktarmayacağım. Konuya bu
açıdan yaklaşmaya vicdanı elverenler, bulur okur.
Görüldüğü gibi, iş
kazaları deprem gibi, doğal afet gibi aslında. Uzmanlar, depremin değil, depreme
dayanaksız binaların öldürdüğünü söylerler. Doğal afetler de genellikle öyledir.
İş kazaları da genellikle, maliyeti azaltma ilahi emri gereğince,
kuralsızlaştırma, denetimsizleştirme, güvenlik önlemlerini esnekleştirme
nedeniyle gerçekleşiyor. Çoğunlukla işyerinde sendika görmek istememekten,
yandaş sendikacılığı özendirip sendikal denetimi etkisiz kılmaktan
kaynaklanıyor. Dolayısıyla burada kader yok, sonuçları bilinen bir siyasal
tercih var.
Başbakan, Gelikli’de maden ocağının başında yaptığı
konuşmasında, “Biz her türlü mağduriyeti insan planında, beşer planında önleme
noktasında bilesiniz ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün bu mağdur ailelerin
yanında olacak, bundan kimsenin endişesi olmasın” da dedi. Ama mağduriyetin esas
kaynağı hakkında hiçbir laf etmedi. Halbuki kendisinin de dolaylı biçimde
sorumlu olduğu bu mağduriyet, ölmek, sakat kalmak kadar çok yüksek iş kazası
riski altında ve bunu bilerek çalışmak zorunda kalmaktır. Bu mağduriyetin
önlenmesi ise her şeyden önce hükümetin elinde ve sorumluluğunda değil
midir?
Enerji Bakanı Taner Yıldız, bu satırlar yazıldığında, patlamada
ölen işçilerin cesetlerinin madenden çıkışı sırasında sergilenecek hükümete
yönelik protestoları tahrik etmemek, bunların görülmesini engellemek amacıyla
olsa gerek, gazetecilerin Karadon’a gitmemelerini istedi. “Biz burdayız,
bilgileri vereceğiz” dedi. Galiba hükümet, bölge insanlarının bu tür olaylara
artık alışık olmamasından endişe ediyor. Kendisine tepki gösterilmesinden
ürküyor. Halbuki insanların mağduriyetlerini kader olarak görmemeye başlamaları
çok iyi bir şeydir. İşte o zaman toplumsal değişim gerçek ayakları üzerinde
yükselir.