İş Kazalarında Durum Savaşlar Kadar Dehşet Verici



Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) yayımladığı 2011 yılına ait istatistiklere göre, 2011'de 69 bin 227 iş kazası yaşandı, 697 meslek hastalığı tespit edildi. İş kazalarının bin 700'ü, meslek hastalıklarının ise 10'u ölümle sonuçlandı. 2010 yılı sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, 2011 yılında meydana gelen iş kazalarında yüzde 10, meslek hastalığı sayısında ise yüzde 31 artış yaşandı. Sibel Yerdeniz, 'sıradanlaşan iş kazalarını' iş hukukçusu ve sendika avukatı Hasan Şahin ile konuştu. Kazalara dair sayılardan mevzuata, sendikaların rolünden hukuki sürece dair kapsamlı bilgiler aktaran Şahin’in T24 için verdiği cevaplar şöyle:

‘Türkiye iş kazalarında dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci’

İş kazaları nedeni ile ölüm haberlerini medyada sıkça görüyoruz. Bu kadar iş kazası olması normal mi, başka ülkelerle kıyasladığımız zaman durum nedir?

Öncelikle belirtmek gerekir ki, yaşanan iş kazalarının çok küçük bir bölümü medyada yer almaktadır. Bunlarda genellikle çok sayıda ölümle sonuçlanmış iş kazalarıdır. Oysa ülkemizde iş kazaları, medyaya yansıyanla kıyaslanamayacak kadar çok sayıda yaşanmaktadır. Türkiye iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada da üçüncü sırada yer alıyor.

Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Ömer Dinçer’in bir soru önergesine verdiği cevaba göre, 1999-2008 yılları arasında iş kazalarında hayatını yitiren işçi sayısı 10 bin 570. Devlet Denetleme Kurulu raporuna göre, son beş yılda yalnızca madenlerde olan iş kazası sayısı 30.184. (Akşam Gazetesi-29.06.2011)

‘2002-2011 arasında 10 bin 804 işçi öldü’

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in açıklamalarına göre, Türkiye’de 2002-2011 yılları arasındaki iş kazalarında 10 bin 804 işçinin hayatını kaybetmiştir. Aynı tarihler arasında Türkiye genelinde 735 bin iş kazası yaşanmıştır. (Vatan Gazetesi-02.06.2012)

SGK 2009 yılı iş kazaları istatistiklerine göre yalnızca bu yıl içinde meydana gelen iş kazası sayısı 64.316. Bu kazalarda ölen işçi sayısı 1.171, yaralı sayısı ise yaklaşık 35 bindir.

Türkiye ölümlü kaza sıklığı açısından, Avrupa Birliği’ne mensup 15 ülke ortalamasının 7 katından daha fazla bir kaza sıklığına sahiptir. İncelenen 10 ülke arasında, ölümlü kaza sıklığında Türkiye ve Rusya, Hindistan’ın ardından en yüksek sıklığa sahiptir. Türkiye iş göremezlik kaza sıklığı açısından, incelenen 4 ülke arasında, en yüksek sıklığa sahip ülke olarak görülmektedir.  Bu değer, Almanya ve Finlandiya gibi iş güvenliğine çok önem veren ülkelerden 10 kat daha fazladır. (Türkiye’deki İş Kazalarının Genel Görünümü ve Gelişmiş Ülkelerle Kıyaslanması-Hüseyin Ceylan)

‘Savaşlar kadar dehşet verici’

Rakamlar ve oranlar neredeyse savaşlarda verilen insan kayıplarına yakın, neden?

Maalesef öyle. Ülkemizdeki kayıt dışılık nedeni ile istatistiklere yansımayan kazaları da düşündüğümüzde savaşlar kadar dehşet verici bir durumla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Söylediğim gibi, iş kazaları bir şekilde kamuoyuna yansıyor ve önemli bir bölümü kayıtlarda görünüyor. Kot yıkama işçilerinin hazin durumu dışında kamuoyuna pek yansımayan ve birçok işçinin kendisinin bile farkında olmadığı, en az iş kazaları kadar işçinin vücut bütünlüğüne zarar veren diğer bir olgu ise meslek hastalıkları.

T.C. Sağlık Bakanlığı Meslek Hastalıkları Hastanesi kayıtlarına göre 2008 yılında meslek hastalığı şüphesiyle hastanelerine başvuran kişi sayısı 625, bunlardan 309’unun meslek hastalığına yakalandığı kesin olarak tespit edilmiş, 231 kişi içinse meslek hastalığından şüphelenilmiş. 2007 yılında ise yapılan başvuru sayısı 614; bunlardan 325’inde meslek hastalığı tespit edilmiş, meslek hastalığı şüphesi bulunan kişi sayısı ise 173. İş kazası ve meslek hastalıkları ağırlıklarına göre işçilerin ölümüne, çalışma gücünü tümden ya da kısmen yitirmelerine, sıkıntılı ve zor, kimi zaman başkalarının bakımına gereksinir bir hayat sürmelerine neden oluyor.

‘Yasal zorunluluklar belli sayıda işçi çalıştıranlarla sınırlı’

İş kazaları ve meslek hastalıklarının bu kadar fazla olmasında iş güvenliği mevzuatının payı ne?

Aslında iş güvenliğine ilişkin düzenlemeler sanılabileceği kadar yetersiz değil. Eskiden bu konu tüzüklerle düzenleniyordu. Bu düzenlemeler mükemmel olmasa bile iş güvenliği alanında önemli tedbirler içeriyordu. Henüz tüm maddeleri ile yürürlüğe girmese de 2012 yılı Haziran ayında yasalaşan 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası da önemli düzenlemeler içeriyor. Bu düzenlemelerdeki en büyük sorun, bu konudaki zorunlulukların belli sayıda işçi çalıştıran işyerleri ile sınırlı tutulması. Ülkemizde yoğun bir taşeronlaşmanın olması nedeni ile bu güvencelerin önemli bir kısmını, işçilerin çoğunluğunu kapsamıyor. Ama asıl büyük sorun, yasa, tüzük, yönetmeliklerde öngörülen önlemlerin kâğıt üzerinde kalması ya da kitabına uydurulması. Örneğin, bir kazadan sonra, resmi makamlar olaya el koymadan, daha önce alınmamış önlemlerin alınmış gibi gösterilmesi; tanık ifadelerinin işverenler tarafından ayarlanması gibi durumlar söz konusu olabiliyor. Burada iş işçilere ve sendikalara düşüyor. İşyerlerinde işçilerin ve sendikaların iş güvenliği önlemlerinin kâğıt üstünde kalması sonucunu doğuruyor.‘İşçilerin iş kazaları konusunda yeterli eğitime sahip değil’

İşçiler ve sendikalar bu konuda ne kadar bilinçli?

İşçilerin iş kazaları konusunda yeterli bilinç ve eğitime sahip olduğunu söylemeyiz maalesef. Halkımızın genel olarak var olan boş vermişlik ve “bir şey olmaz” duygusu işçilerimizde de var. Unutmayalım ki arabalardaki emniyet kemerlerini bağlayıp üstüne oturmayı marifet sayan bir toplumun fertleriyiz. İş kazalarının yoğun olarak yaşandığı inşaat işkolunda, madenlerde çalışan işçilerin çoğunluğunun kırsal kesim alışkanlıklarını ve kadercilik anlayışını sürdürüyor olmaları da önemli bir etken.

‘Sendikalar iş kazalarına ilgisiz’

Sendikalara gelirsek, maalesef sendikaların çoğunluğunun bu konuya ilgisiz kaldıkları bir gerçek. Google’a girdiğinizde iş kazaları ile ilgili devlet kurumlarının, üniversitelerin, işveren kuruluşlarının ve bizzat işveren şirketlerin çalışmalarını görebiliyoruz. Sendikalar tarafından yapılmış ciddi bir çalışmaya rastlamış değilim. Burada aslında temel sorun bizdeki sendikaların çoğunluğunun devlet sendikacılığı yapmaları, yani kamuda çalışan işçileri kapsıyor olması. Aslında bu sorun konuştuğumuz bu konunun da çok ötesinde, ülkedeki sınıfsal ve sosyal yapıyı ilgilendiren büyük bir sorun ve bu konuşmanın kapsamını aşar. Ülkedeki özelleştirme, taşeronlaştırma politikaları sonucu zaten sendikaların üye sayıları düşüyor ve sendikasız işçi sayısı artıyor. Sendikaların kapsamında olan kamu işyerlerinde de iş kazaları ve meslek hastalıkları olmakla birlikte asıl büyük sorun sendikaların kapsamadığı özel işyerlerinde yaşanıyor. Sendikaların önemli birçoğu, daha çok kasalarına giren aidatlarla ilgilendikleri için yaşanan iş kazaları onların hemen hiç ilgisini çekmiyor. Hemen her konuda görüş bildiren sendikaların, bu kadar çok iş kazası ve ölüm olmasına rağmen, ciddi bir çıkış yaptıklarını ya da öneri sunduklarını hatırlamıyorum.

‘İş kazalarını pazarlayan kamu görevlileri, sendika temsilcileri var’

İş kazaları ve meslek hastalıklarına uğrayan işçilerin hukuki hakları yeterince korunabiliyor mu?

Daha önceleri işçilerin tutumundan kaynaklanan nedenlerle bu konuda çekingenlikler fazlaydı. Örneğin, iş kazası sonucu ölen işçilerin yakınları kan parası istemek günahtır anlayışı ile tazminat davası açmaktan kaçınıyorlardı. Ancak zaman içinde, özellikle bu davaları takip eden avukat arkadaşların çabalarıyla bu anlayış kırıldı. Açılan davalarla, ölen işçiler için ailelerine, çalışma gücünü yitiren ya da meslek hastalığına yakalanan işçilere belli koşullarla SGK aylık bağlıyor. Ayrıca yine işçiler ya da aileleri maddi ve manevi tazminat davası açıyorlar. Mahkemece bağlanan manevi tazminatlar hâkimin takdirine bağlı olup, genellikle hâkimler bu takdirlerini çok düşük kullanıyorlar. Maddi tazminatları hesaplamanın evrensel düzeyde kabul gören yöntemleri ve formülleri var. Ne yazık ki bu formülle hesaplanan tazminat miktarları da çeşitli içtihatlarla tırpanlanıyor.

Bu konudaki diğer önemli bir sorun da bu konunun da ticari bir sektör haline gelmiş olması. İş kazalarını pazarlayan kamu görevlileri ve sendika temsilcileri bile var. Genellikle yoğun acı içerisindeki insanlarla çok dengesiz koşullarla anlaşmalar yapılarak bu davalar pazarlanıyor. Davaların uzun sürmesinden yararlanarak, baştan peşin düşük paralar ödeyerek dava haklarını devralanlar bile var. Bunun sonucunda zaten çok yüksek tutarda olmayan tazminatlar işçinin ya da ailesinin eline kuşa dönmüş olarak geçiyor.

Bu sorunun çözümü için neler yapılabilir?

Ne yazık ki iş kazalarının tümü ile önlenmesine imkân yok. Bu konuda en gelişmiş ülkeler olan Almanya ve Finlandiya da bile iş kazaları oluyor. Ancak Türkiye ile kıyaslanmayacak düzeyde. Türkiye’deki kayıplara ve zararlara baktığımızda baştan da söylediğimiz gibi neredeyse bir ‘iç savaş’ ortamı var. Bu kayıp ve zararların minimuma indirilmesi mümkün. Bunun için iş güvenliği mevzuatındaki eksikliklerin giderilmesi, var olanın kâğıt üstünde kalmaması, hayata geçirilmesi gerekiyor. Bunun içinde siyasal partilerin, sendikaların, diğer sivil toplum kuruluşlarının konuya ilgi göstermesi ve takipçi olmaları şart.