"İsfahan nısf-ı cihandır" demiş İranlı bir şair. Yek diğeri itiraz etmiş: "Ne, kulli cihandır!" İranlı bir Azeri ise; belli ki, sarayları, kervansarayları, köprüleri ve camileriyle ünlü bu muhteşem kentin haklı ününden de istifade etmek gayesiyle eklemiş: "Eger ki Tebriz olmayaydı." Şair Nedim de kentler arasındaki hoş rekabeti, İran sınırlarının dışına taşımış hemen. Sözü İstanbul'a getiren bir kaside yazmış ki, bir daha hiç unutulmamış: "Bu şehr-i Sitanbûl ki bî-misl ü behâdır. Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır."
Kentler arasında insanlık âlemine faydalı sonuçlar vereceği kesin olan güzellik rekabeti süredursun, İsfahan'ın sadece Safevi mimarisinin eserleriyle ünlendiği doğru değildir. Bu kent süslemeli camilerinin yanı sıra kilise, havra ve ateşkesleriyle de (Zerdüşt tapınakları) bilinir. Yani bugün 1 milyon 700 bine ulaşan nüfusunun 10 bini Hıristiyan, 3 bini Yahudi ve 400'ü de Zerdüşt olan İsfahan'da, kültürel çeşitliliğin barış içinde bir arada yaşama becerisine ve güzelliğine de dikkat çekmek gerekir.
Su kıyısına kurulmuş kentler hep güzel olurlar. Tahran'ın dünyanın bütün başkentlerine özgü karmaşasını yaşayıp, yoğun kent trafiğinde saatler geçirdikten ve her taraftan toz kalkan cadde ve sokaklarında boğulduktan sonra İsfahan, hiçbir şey yapmasa bile, salt bedenini bir kuşak gibi saran Zayende (zinde ya da canlı) Nehri sayesinde ziyaretçisine olağanüstü bir dinginlik armağan etmekte.
Tahran bir yanıyla İstanbul gibi; hafta içi yolu düşen, asla açılmayan yoğun trafik yüzünden gideceği yere hep geç kalacaktır. Yol çizgileri çoğu caddede olmadığı için trafik ışıklarının da esamisi okunmaz. Yol biraz açık olduğunda ise, sürücülerin birbirlerinin yolunu kesmeyi hobi haline getirdiğini gözlemek mümkündür. İstanbul'daki "yol burnunu önce sokan aracındır" esprisi, Tahran'da asli kuraldır.
Yine de Tahran'ı sadece caddelerinden kalkan toz, kupkuru bir hava ve trafik sorunlarıyla tanımlamak büyük haksızlık olur. Tahran bir tarihtir asıl olarak.
Her vesilede zikredilen debdebeye yakından tanıklık etmek için sadece son Şah Rıza Pehlevi'nin Sarayı'na gitmek bile yeterli. İslam Devrimi sonrasında 'Milletin Sarayı' adı verilen bu yapının tam önünde duran, bronzdan yapılma insan boyundan uzun bir çift çizme dikkat çekici. Irak'ta nasıl Saddam Hüseyin'in heykellerini devirdilerse, Şah'ın da heykellerini devirmişler ama belli ki ibret-i âlem olsun diye gövdeyi koparıp, çizmelerini yerinde bırakmışlar.
Sarayın içinde ise, dinlenme, yemek ve kabul salonlarındaki eşyalar, masalara dizilmiş işlemeli porselenler ve özellikle de duvarlardaki göz alıcı güzellikteki işlemelerin ziyaretçiler üzerinde güçlü bir iz bıraktığına şüphe yok.
Okçu Areş'e ilgi büyük
Ziyaretçiler arasındaki gençlerin, sarayın önüne yüzyıllar önce dikilmiş olan Okçu Areş'in heykelinin üzerine çıkıp, üstelik onun gibi poz vermekten haz duyduklarını gözlemek mümkün. Okçu Areş'e özenmek bir genç için çok da manasız değil. Çünkü Okçu Areş, İran efsanelerinin en olumlu figürlerinden birisi. Efsaneye göre İraniler ile Turaniler kendi aralarında devam eden sınır problemini ortadan kaldırmak için savaşa tutuşmuşlar. Galibin olmadığı bu savaşta her iki taraftan da binlerce cengâver ölmüş. Sonunda bir çözüm bulmuşlar: Perslerden bir okçu dağa çıkacak, okunu atacak, okun düştüğü yer İran'ın sınırı olarak kabul edilecektir. Bu görevi üstlenen Okçu Areş, canını da kattığı okunu, aklın alamayacağı bir uzaklığa göndermiş.
İsfahan köprüleriyle ünlü
Tahran nasıl şah döneminden kalma saraylarıyla ünlenmişse, İsfahan'ı anlatırken de özellikle köprülerinden başlamak gerekir. Zayende, Zagros dağlarından doğup, 370 kilometre kat ettikten sonra çölde kuruyan bir uzun nehir. İsfahan'ı baştan sona ikiye bölen bu nehir üzerinde tam 11 köprü var ve bu köprülerin en ünlüsü Siosepol. Farsça 'otuz üç kemerli' demek. Turist ya da İranlı fark etmez, kızların ve erkeklerin üzerinde deyim yerindeyse piyasa yaptıkları bu köprü, hele gece olup ışıklarla aydınlatıldığında kente büyük bir ihtişam katıyor. Siesepol kadar olmasa da Khaju (Hacı) köprüsü de kentin simgelerinden biri ve bu köprünün ayırt edici özelliği iki katlı oluşundan geliyor. Kent içindeki Ferdousi köprüsü ise, üzerinden araçların geçtiği; İstanbul'un Unkapanı köprüsü gibi gerekli ve bir o kadar da sıradan. Bu köprü, üzerindeki yoğun trafik nedeniyle İsfahan'ın narin yapısıyla tezat oluşturuyor.
Sigara yasağı her yerde
Türkiye'de kademeli olarak getirilecek olan sigara yasağı, İran'da üç ya da dört yıldan beri uygulanıyor. Kimse lokantalarda ya da işyerlerinde sigara içmiyor. Yasak, sigarayı büyük oranda sosyal yaşamın dışına atmış durumda.
İran'da zengin bir mutfak arayanların hayal kırıklığına uğraması ise kaçınılmaz. Lokantalar genellikle bodrum katlarda ve fiyatları da makul. Ana yemek kebap. İranlıların en gözde kebabını isterseniz, önünüze geniş bir tabağın içinde kayış gibi sert bir et ve üzerine safran dökülmüş yağsız pilav gelecektir. Safran bütün yemeklerin ortak lezzeti. Tavuk ya da karides fark etmez, üzerine mutlaka safran dökülüyor. Safranlı süt tatlısı da alışınca kötü gelmiyor. Ekmek kültürleri pek yok. Onun yerine pilav yiyeceksiniz. Pilava Azeriler 'dügü' diyorlar ve ardından şu hikâyeyi anlatıyorlar: Baba, uzun süre yurtdışında kalmış oğlu eve dönünce acıyan gözlerle bakıp zayıfladığına kanaat getirmiş. Şişmanlasın diye her gün dügü yedirmeye başlamış. Çocuk sonunda feveran edip bağırmaya başlamış. "Baba" demiş, "Onca memleket gezdim ama böyle zulüm görmedim. Ekmek yiyerek ölmek istiyorum!"
33 kemerli köprü
Siosepol (33 kemerli) Köprüsü, İsfahan'ın tam ortasından geçen ve 370 kilometre uzunluğundaki Zayende Nehri'nin üzerine inşa edilmiş 11 köprüden en gözde olanı.
Sarayın ihtişamı
Şah Rıza Pehlevi'nin Tahran'daki sarayında ağdalı görüntü, adımınızı atar atmaz gözümüze çarpacak. Saray küçük ama içindeki eşyalardan duvar süslemelerine kadar, mütevazı bir objeye rastlamak olanak dışı.
Kıran kırana pazarlık
İsfahan'da Naksı Cihan Meydanı'nı çepeçevre kuşatan Kapalı Çarşı'daki dükkânlarda hediyelik eşya almak isteyen turistler esnafla sert bir pazarlığa hazır olmalı.
Gençlerin kahramanı
Turanilerle savaşan İranilerin ünlü kahramanı Okçu Areş, gençlerin çok ilgisini çekiyor. İranlı gençler, Şah Rıza Pehlevi'nin sarayının önünde duran Okçu Areş heykelinin üzerine çıkıp poz veriyorlar.
Şah Kacar'ın yüzü oyuk
Kırk sütunlu köşk içindeki duvar resimleri son derece etkileyici. Kacar sülalesinin yerini alan Pehlevi ailesi, ilk iş olarak Şah Kacar'ın resimlerini tahrip etmiş.
İsfahan'daki anıt abartının şahikası
Anıta bakılırsa 1915'te 2 milyon Ermeni öldürülmüş.
İsfahan'ın New Jolfa denilen bölgesinde yaklaşık 10 bin Ermeni yaşıyor. Bu topluluğun 12 tane kilisesi var. Üç ayda bir ibadet için kullanılıp geri kalan zamanlarda müze olarak hizmet veren Vank bu kiliselerin en ünlüsü. Kilisenin ve müzenin içinde fotoğraf çekmek yasak. Sadece video çekimine belirli bir ücret karşılığında izin veriliyor. Kilisenin bahçesinde Türkiye'yi de yakından ilgilendiren bir anıt var. Bu anıt, 1915 yılında Ermenilere karşı gerçekleştirildiği savlanan 'soykırım'ın anısına dikilmiş. Yıllardan beri Vank Kilisesi'nin bahçesinde duran bu anıtın üzerindeki tabelada, İngilizce ve Farsça "2 milyon Ermeni'yi Türk hükümetinin soykırımda katlettiği" yazılı. 1915 öncesinde Anadolu'da yaşayan Ermenilerin toplam nüfusundan bile fazla olan bu sayı, anıtın sadece yirmi metre uzaklığındaki müzede 'bir buçuk milyona' iniyor. Türk gazetecilerin fotoğraf çekmesine izin verilen müzenin bir köşesi tümüyle '1915 Ermeni Soykırımı' için ayrılmış durumda. Köşede büyük bir Türkiye haritasının üzerinde Ermenilerin kırıma uğradıkları belirtilen iller işaretli. İran'da yaşayan Ermenilerin soykırım protesto eylemlerinin videosunun da gösterildiği 'soykırım' köşesinde, kafası sopalara takılmış, ölüleri üst üste yığılmış, katliama uğramış Ermenilerin fotoğrafları ile bir kutu içinde öldürülenlere ait olduğu iddia edilen kurumuş kemikler sergileniyor.
Akustik mimari
İsfahan'daki hem eski adıyla Şah, yeni adıyla İmam Camii'ndeki, hem de Şah 1. Abbas'ın saray kapısındaki akustik düzen ise akıllara ziyan. İmam Camii'nin akustik düzeni, vaazın mikrofonsuz Naksı Cihan Meydanı'ndaki arka saflardan bile duyulmasını sağlıyormuş. Nitekim kubbenin tam altında ince bir kâğıda fiske attığınızda, o ses size silah sesi şeklinde geri dönüyor.
Bir başka örnek, Şah 1. Abbas'ın 'Ali Kapu' denilen sarayının kapısından içeri adım atanları karşılıyor. Avlunun hangi köşesine giderseniz gidin, ve avluda ne kadar gürültü olursa olsun, karşı köşede fısıltıyla konuşan bir kişinin sesini rahatlıkla duyabiliyorsunuz. Şah 1. Abbas'ın sarayının tam karşısında masmavi çini işlemeli kubbesiyle Şeyh Lütfullah Camii görünüyor. Sarayın solundan itibaren de Kapalı Çarşı başlıyor. Avluyu çepeçevre saran bu çarşıda hediyelik eşyalar, İran'a özgü şekerlemeler, başörtüsü ve mantolar satılıyor. Her şeyde ilk verilen fiyat pahalı olduğu için sıkı pazarlık şart.
Köşkteki sütun sayısı
İsfahan'ın dikkat çekici eserlerinden birisi de adına Chel (kırk) Sütun denilen köşk. Gerçekte 20 sütunu bulunan köşkün önündeki havuz, su dolu olduğu zaman 40 sütun varmış gibi görünüyor. Kırk Sütunlu Köşk, ünlü Çaldıran Savaşı'nı anlatan duvar resimleriyle ilgi çekici. Köşkteki bazı duvar resimlerinin ise yüzleri oyularak tahrip edilmiş. Tadilatın sürdüğü köşkte Şah Kacar'a ait olduğu söylenen resimlerin Pehlevi ailesince tahrip edildiği söyleniyor.