Mehmet Aksoy’un Kars’taki anıtının
yıkılmasının yanlışlığı üzerine yazılan yazılar, toplanan imzalar, verilen
demeçler yıkımı engelleyemiyor. Yakında aklın, duygunun, yeteneğin ürünü bir
sanat yapıtı, resmi kararlarla, ihaleyle, ama aslında güç gösterisine dönüşmüş
siyasi bir inatlaşmayla yıkılacak. Üstelik bu yapıtın adı “İnsanlık
Anıtı”. Anıtın yapılmasının sağladığı yarar ve yıkılmasının sağlayacağı
yarar üzerine, yani yapılma nedenleri ile yok edilme nedenleri üzerine söylenen
sözlerin büyük bölümü siyasi yaklaşımlardan kaynaklanıyordu.
Heykelin varlık nedeni
Bir yandan resmi ağızda Ermenistan’la iyi ilişkiler kurmaya çalışılırken, bir
yandan yüz yıl öncesine intikam duygularıyla bağlanan toplumsal eğilimlerin
yaklaşan seçimlerde oya çevrilmesi hesapları yapılıyordu. Siyasilerin bu
hesapları anıtın yıkılma nedenlerini oluştururken, Mehmet Aksoy’un, toplumlar
arasındaki barış dileği, heykelin varlık nedenlerinin başında geliyordu. Bir taş
kütlesinin heykele dönüşmesinin güçlüğünü ve heykelin önemini bilmeyen, yaşamını
çeşitli erdemlerin üzerine kurmamış insanlara sanattan, estetik hazdan, eşitlik
ve dostluk düşüncelerinden söz etmek anlamsızdır belki de, ama yok edilmek
istenen bir sanat yapıtıysa başka neden söz edilebilir ki?
Sanatçılar, sanatlarını yaparken kendileriyle sürekli bir çatışma
içindedirler. Sanatçının doğum sancısı, yaptığı sanata ruhunun geçerken çektiği
çiledir. Bir sanatçının, işini mükemmel yapmaya çalışması bir ahlak işçiliğidir
aynı zamanda. Üslubunu yaratırken kendine kurallar koyması ve bu kurallara
uyması, kendisini yapıtının içine “işlemesi” ahlaktan başka bir sözcükle
tanımlanamaz. Bu nedenle sanat yapmak kutsal bir iştir. Tanrı’nın, insanı kendi
suretinde yaratması gibi, sanatçı da sanatını kendi suretinde yaratır. Aslında
sanat dışında da, yapılan her iş, yapanın kişiliğinin izlerini taşır. Yapmak da,
yıkmak da kişilikle ilgilidir. Tarihteki büyük yıkımların sahipleri, bugün
lanetli adlarla anılmaktadırlar.
Demokrasilerin zayıf olduğu ülkelerde sanatçılar, yalnızca yaratı sürecinin
güçlüklerini yaşamazlar, aynı zamanda yapıtlarını topluma anlatmanın,
beğendirmenin, bir ölçüde toplumun gelişmesine yardımcı olmanın güçlüklerini de
yaşarlar. Baskıcı rejimlerde daha da büyür bu güçlükler ve sanatçı ya da yapıt,
yok edilme tehlikesini de göğüsler.
Yazdıkları kitaplar, çevirdikleri filmler nedeniyle hapis yatmış, ülkesinden
kaçmak zorunda kalmış, öldürülmüş sanatçıları vardır ülkemizin ve bu utanç
vericidir. Haksızlıklar, eziyetler, kötülükler, hasta bir ruhun ya da büyük
çıkarların sonucu değilse; kendisininkinden başka doğru olmadığına inanmanın kör
karanlığının işidir. Oysa yaşam, dogmalaşabilen doğruların ve yanlışların değil,
hakların, özgürlüklerin, bilimin ve iyiliğin üstüne kuruludur. Siyasal
sistemlerin yaşamın bu gerçeğiyle uyum göstermemesi toplumsal sorunların temel
nedenidir. Yani siyaset kurumu, haklar, özgürlükler, eşitlik, bilimin yol
göstericiliği gibi temel gerçeklere uymazsa, insanına kötülük yapması
kaçınılmazdır.
Ucube sözü
Anıtın biçimine ilişkin doyurucu bir yazılı tartışmaya tanık olmadım. Bana
göre Aksoy’un yapıtı, bu boyutta bir kütle için mükemmel bir estetik taşıyor.
Heykelle, biraz uğraşmış olanlar, boyut ve malzeme ilişkisini ve böylesine dev
bir kütlenin tasarlanmasının, mühendislik olarak uygulanmasının güçlüğünü
bilirler.
Alçıdan olsun, avuç içi kadar bir insan figürü yapmış ve iki ayağı üzerinde
durdurabilmiş herkes ucube sözünün böylesi yüce bir yapıt için ne büyük bir
saygısızlık olduğunun kuşkusuz farkındadır. Mehmet Aksoy, varlığıyla bir ülkeyi
onurlandıran az sayıdaki sanatçılardan biridir ve uygar bir ulus bu tür
sanatçılarının yapıtlarıyla dünyaya karşı dik durur.
Mehmet Aksoy’un anıtını yıkarken, bu yapıtın hangi birikimlerle yapıldığını,
hangi önemli değerleri vurguladığını, izleyicisine nasıl yüce duygular
verebildiğini göz ardı etmemek gerekir. Tabii bu, gözü olanların yapabileceği
bir iştir.Olmayanlar ancak eksiklerinin farkına varıp susmalıdırlar. Susmak da
biraz akıl, vicdan ve bilene saygı gerektirir. Bilmediğini bilmek önemli bir
erdemdir.
Ülkemiz, 2011 yılında, Afganistan’da Buda heykellerinin on yıl önce
yıkılmasına benzer bir eylemi gerçekleştirmek üzeredir. Günün ruhuna uygun
deyimle: Haydi bakalım, “Hayırlara vesile olsun!..”