Mimarlık ve mimarların asli sorumlulukları unutturulmaya ve dışlanmaya çalışılmaktadır.
Özellikle çokuluslu şirketlerle işbirliği yapan belediyeler eliyle en temel altyapıların özelleştirildiği fiziksel çevrelerin ve kamunun malı olması gereken en temel servislerin kişilerin kullanımına verildiği bir ülkede, "mimar"ın adı giderek unutturulmak istenmektedir. Yerel yönetimlerin bu kabul edilemez davranışları, doğal olarak kullanıcılara ve işverenlere de yansımakta, mimarı "ruhsat aracı" ya da "sermayenin simgesel ve mekânsal ihtiyaçlarına kalem ve reklâm aracı" olarak görme eğilimi artmaktadır.
Mesleğini temel ilkeleri ve etiği ışığında gerçekleştirmek isteyen meslektaşlarımız işsizlik sorunuyla baş başa kalmakta, hükümetin rant ve yağma politikalarına alet olabilme becerisi bu sistemde mesleği uygulayabilmenin neredeyse tek koşulu haline getirilmektedir. Dışa bağımlı ve ekonomisi sürekli kriz içerisindeki ülkemizde ücretlerin düşüklüğü, işsizliğin büyümesi, mimarların hayat standartlarının altında yaşamak zorunda bırakılması, mimarlık bürolarının küçülmesi ve kapanmak zorunda kalması, ekonomik çöküntünün göstergelerinden bir kısmını oluşturmaktadır. Bu bağlamda, mesleki-kamusal-toplumsal gereksinimlerin öne çıkarılması gerekirken, serbest piyasa koşulları amansızca dayatılmakta ve bu yıkımın gerektirdiği hizmet biçimleri yasallaştırılarak yapı üretim sürecinin bütünü sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılmaktadır. Çıkartılan yüzlerce kanun ve kararnameyle ülke kaynakları, kıyılar, ormanlar, akarsular, kentsel ve kırsal alanlar küresel sermayenin talanına sunulmuş, hayatta kalabilen mimarlık büroları inşaat devlerinin ve yabancı firmaların taşeronları veya imzacılarına dönüşmüş, diğer taraftan TOKİ ve kentsel dönüşüm uygulamalarında olduğu gibi ülke bütününde plansız ve mimarsız konut üretimi kentsel yağmaya dönüştürülmüştür.