Ilısu Barajı’nın inşasında Türkiye’nin ısrarcı olduğunu
biliyoruz. Bu barajın illa ki yapılacağını ilan etmek, maalesef Çevre
Bakanı Veysel Eroğlu’ya düştü. Çünkü, Türkiye’deki hemen her türlü
hidroelektrik veya sulama projesinde olduğu gibi, Ilısu Barajı’nda da projeyi
ısmarlayan, müteahhitlere lisans temin eden kurum Devlet Su
İşleri, şimdi Çevre Bakanlığı’na bağlı. Aslında bu durum DSİ gibi
muhtemel çevresel, toplumsal etkileri son derece yüksek inşaat çalışmalarına
imza atan bir kurumla bu tip faaliyetleri denetlemesi, sınırlandırması gereken
Çevre Bakanlığı bürokrasisini fazlasıyla iç içe geçirerek ikincisini iyice
işlevsizleştiriyor.
Eroğlu, 1.8 milyar avro değerindeki projenin finansmanı için
önceki yıllarda kurulan uluslararası konsorsiyumların 2001 ve 2009 yıllarında
iki defa neden dağıldığını halka anlatmak yerine, bu şirketlerin arkasından
garantörlüğünü çeken devletleri “kaypaklıkla” suçlamayı tercih etti. Başbakan
ise oldukça uzun geçmişi olan bir devlet geleneğini devralarak baraja karşı
çıkan herkesi bölücülükle suçlamaya devam ediyor.
Bugün için esas rahatsız edici olan, Eroğlu’nun devlet hazinesine ilaveten,
Garanti, Akbank ve Halkbank’tan gerekli kredinin temin edildiğini
duyurmasına rağmen bu üç bankanın konumunun kamu önünde açıklığa
kavuşmaması. Ocak 2010’un başından beri ana akım medyaya bu konuda sinir bozucu
bir sessizlik hakim. Eroğlu’nun, baraj inşaatının 2010 baharında başlayacağını
ilan ettiği bir ortamda medyanın yerli finansman konusunda otosansür
uyguladığını savunmak aşırı bir şüphecilik olmasa gerek.
Hayalcilik
Öyle görülüyor ki Ilısu Barajı, çevresel ve toplumsal etkiler bakımından
oldukça sakıncalı sonuçlanabilecek bir iç mesele haline dönüşüyor. İnsan hakları
ve demokratikleşme gibi konularda küçük adımlar atabilmek için kendisini AB uyum
kriterlerine muhtaç eden bir devletin, çevre ve kalkınma söz konusu olduğunda
ekonomik veya siyasi hiçbir bağlayıcılığı olmayan bazı uluslararası tavsiyelere
riayet etmesini beklemek hayalcilik olacaktır. Ilısu karmaşasının bugün geldiği
nokta gösteriyor ki, insanların yaşam kalitesi ve mutluluğuyla ilgili pek çok
meselede olduğu gibi çevre ve kalkınma konularında da, uluslararası toplumun
bize reva görmediğini biz kendi kendimize reva görebiliriz.
Büyük baraj inşaatları söz konusu olduğunda bağlayıcılığı olan uluslararası
bir anlaşma bulunmadığı için, mevcut tavsiyelerden hareketle birbirinden çok
farklı sonuçlara varılabilir. Örneğin bundan evvelki iki uluslararası Ilısu
konsorsiyumu, karşıt kampanyaların da etkisiyle, barajın yapılamayacağına karar
vermişti. Barajın, Türkiye’nin de üyesi olduğu OECD’nin resmi olarak desteklenen
ihracat kredileri ve çevre için uygulanacak ortak yaklaşım hakkındaki
tavsiyelerini yeterince dikkate almadığı kanaati oluşmuştu. Bu tavsiyeler Dünya
Bankası İhtiyat Politikaları’ndan, Ilısu ile ilgili kısmıysa bu politikaların
özellikle kültürel varlıklar, yeniden yerleşim ve çevre hakkında olanlarından
besleniyordu.
Oyun, uluslararası sahada oynandığı sürece kuralları da bir ölçüde
Dünya Bankası İhtiyat Politikaları belirleyecekti. Bu
politikaların ruhu -ve aynı zamanda yine DSİ’nin bir üyesi olduğu Birleşmiş
Milletler Çevre Programı, Barajlar ve Kalkınma Projesi’nin temel aldığı
tavsiyeler- 2000 yılında tamamlanan Dünya Barajlar Komisyonu (WCD) sürecinin
Temel Değerlerini ve Stratejik Önceliklerini temel alır.
Bununla birlikte Uluslararası Hidroelektrik Derneği’nin Sürdürülebilirlik
Yönergesi, ICOMOS 1990 Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi
Tüzüğü ve Dünya Arkeoloji Kongresi’nin etik kuralları
da Ilısu gibi, alternatifleri hiçbir zaman yeterli şekilde değerlendirilmemiş,
halka en başında danışılmak yerine sonradan dayatılmış, kapsamlı çevresel etki
değerlendirmesi yapılmamış, ikinci-üçüncü kuşak çevresel-toplumsal etkileri
değerlendirilmemiş, samimi bir şekilde müzakere edilmemiş, yaşayan yerel kültürü
ve maddi kültürel kalıntıları hiçe sayan bir projenin gerçekleşmesine rıza
göstermiyor.
Tabii, bunların tümü birer tavsiye. Projeye destek veren mali kuruluşlara,
akademisyenlere, bürokratlara ve yargıya insanlık adına hatırlatılması gereken
ilke ve yaklaşımlar. Bu hatırlatmayı yapmak üzere yoğun bir çaba göstermediğimiz
sürece, Ilısu Barajı’nın rafa kalkması da pek mümkün değil.
İç hukuk açısından yapılabilecek şeylerin başarıya ulaşması da ancak bu
evrensel çerçevenin benimsenmesiyle mümkün olacaktır. Hasankeyf’in sit alanı
olarak ilan edilmesi, UNESCO Dünya Mirası Listesine alınması,
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Hakkındaki Kanun’a aykırı
yürütme kararlarının durdurulması vb. hususunda başarı elde etmek nihai
hedeftir. Bu başarı, evrensel kriterlere bağlılığımızı duyurabildiğimiz, kabul
ettirebildiğimiz ölçüde