Zamanla teknolojik bir evrim geçirerek günümüzde klimaya
dönüşen yapay soğutma sistemlerinin tarihi antik çağlara dayanıyor. Bunun ilk
örneklerinin görüldüğü Eski Roma döneminde halk, evlerinin kapısına astıkları
ıslak hasırları kullanarak serinlerdi. Ancak sıcak havada kapı önünde asılı
duran hasırlar çabuk kuruyor ve bunların sık sık değiştirilmesi gerekiyordu.
Sonraları yaşam alanlarında mimari bir değişikliğe gidilerek, hava akımlarının
evin içine girmeden önce avluda bulunan fıskiyelerin arasından geçmesi
sağlanmaya başladı. Ticari faaliyetlerinin artmasıyla birlikte, Hindistan’da
kullanılan ve halkın ‘punkah’ adını verdiği bir çeşit yelpaze Avrupa’ya
getirildi. Hava akımlarının önüne asılan bu küçük yelpazeler topluluğu, sıcaktan
bunalan insanlara doğal bir şekilde serinleme imkanı sunuyordu. Zamanla bu
yöntem de gelişti ve buz önüne konulan yelpazelerle hava soğutulmaya başlandı.
Günümüz yapay soğutma sisteminin iskeletini oluşturan klimanın ortaya çıkışıysa
20. yüzyılın başlarına rastlayacaktı.
İlk modern klima tam 30 ton!
1901’de Cornell Üniversitesi Elektrik Mühendisliği’nden mezun olan Willis H.
Carrier, Amerika’nın Buffalo şehrindeki Buffalo Forge şirketinde çalışmaya
başladı. Parlak fikirleri ve sorunlara karşı üretmiş olduğu pratik çözümlerle
göze çarpan Carrier, işe girdikten altı ay sonra şirketin araştırma geliştirme
bölümünün başına getirildi. Çalıştığı şirketin astronomik rakamları bulan ısınma
giderlerine bir çözüm bulmak isteyen mühendis, ısıtma bobinlerinden oluşan bir
sistem tasarlayarak havanın ne kadar ısınabileceğine yönelik çalışmalar yaptı.
Bu çalışmaların amacına ulaşmasıyla hedefini değiştirerek, kapalı alanları
hızlıca soğutmaya yönelik çözümler aramaya başladı. O çalışmalarını sürdürürken,
New York’taki bir matbaa şirketi, Carrier’in yaptığı araştırmaları inceledi ve
matbaadaki ısı değişimleri sebebiyle ortaya çıkan genleşmeleri önlemek amacıyla
bir soğutma sistemi tasarlamasını istedi.
Willis Carrier’in 17 Temmuz 1902’de tasarladığı bu makine, dünyanın ilk
klimasıydı ve tam 30 ton ağırlığındaydı. Bilim dünyasında büyük yankı uyandıran
klimanın mucidi Carrier, cihazı geliştirdi ve 1906’da püskürtmeli ilk klima
sistemi olan ‘havayı işleten aparat’ın patentini aldı. Bu sistemde hava, bir fan
aracılığıyla aygıtın içine çekiliyor ve geri püskürtülerek soğuk bir şekilde
dışarı veriliyordu.
Bu yıldan itibaren yavaş gelişen klima sektörü, asıl patlamayı İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra yapacaktı. Tüketim çılgınlığının arttığı bu dönemde klima
satışları da oldukça yükseldi ve özellikle yaz dönemlerinde milyonlarca klima
satıldı. 1980 öncesi Türkiye’de uygulanan ithalatta korumacılık ve yüksek tarife
oranları gibi ekonomik politikalar sebebiyle klimanın ülkemize ulaşması oldukça
gecikti. Hatta 1990’lara gelindiğinde bile klima nadir bulunan bir cihaz olarak
nitelendiriliyordu.
Bu yıllardan itibaren Türkiye pazarına giren şirketler ve rekabetin
artmasıyla klima Türkiye’de de bir vazgeçilmez haline geldi. Özellikle yaz
aylarında hayati bir önem taşıyan klima hakkında birtakım tartışmalar söz
konusu. Özellikle çevre ve sağlık yönünden artan bu eleştirilere karşı olarak,
klima firmaları bazı değişiklikler uyguluyor.
Isıtıyor mu, soğutuyor mu?
Klima kullanımının çevreye etkisi hakkında yapılan eleştirilerin başında,
klima sistemleri ve soğutma makinelerindeki gazların çevreye ve ozon tabakasına
verdiği zarar geliyor. Bunun yanında aşırı klima kullanımının elektrik
harcamalarına olan etkisi de cabası. Araştırmalara göre ABD’de kullanılan
elektriğin yüzde 15’i klimalar tarafından harcanırken, sıcak yaz günlerinde bu
oran yüzde 40’lara kadar yaklaşıyor. Klimaların çalıştırılması için gerekli
elektriğin üretimi de göz önünde bulundurulduğunda, atmosfere salınan
karbondioksit miktarı inanılmaz boyutlara ulaşıyor. Kısaca yaz aylarında olmazsa
olmaz haline gelen klimalar aslında evimizi soğutmuyor, dünyamızı ısıtıyor.
Bu kısırdöngüye karşı son yıllarda klima firmaları birtakım önlemler almaya
başladı. Son yıllarda üretilen yeni nesil klimaların en büyük iddiası, çevre
dostu oldukları. Televizyonda boy boy reklamları dönen ve A enerji sınıfı
teknolojiye sahip bu klimaların aynı zamanda daha az elektrik harcadığı
söyleniyor. Sözü edilen elektrik miktarı bu konuda yapılan araştırmalara kıyasla
umut verici. Buna göre kapalı alanları serinletmek için klimanın harcadığı
elektrik, 70 watt’lık bir ampulün harcadığı miktar kadar. Ayrıca yeni
cihazların, bulundukları ortamın havasını temizlediği ve karbondioksit salımını
da kısıtladığı söyleniyor.
Klimaların montajı da önem arz eden konulardan. Günümüz yapay soğutma
sistemlerinin montajı, klimaların yerleştirileceği tesisin pencerelerinin
yönüne, güneşin geliş açısına ve bulunan ortamdaki nem miktarına göre
belirleniyor. Böylelikle daha az elektrik tüketimi ve daha az karbon salımı göz
önünde bulunduruluyor.
Kamuoyunda son yıllarda artan çevre kaygısı ve üretici firmaların rekabet
içinde olması, satışlarda da çevre faktörünün daha fazla dikkate alınmasına
neden oluyor. Yeni nesil birçok klimada motorun kullanım hızını belirleyen
‘inverter’ özelliği mevcut. Bu özellik sayesinde klimalar diğerlerinden farklı
olarak, istenen sıcaklığa eriştiğinde çalışma hızını yavaşlatıyor ve böylelikle
enerji tasarrufu yapıyor. Soğutma sürelerinin diğer klimalara göre daha kısa
olması, yüzde 40 enerji tasarrufu sağlıyor.
Klima ateşine dikkat!
Bu cihazlarla ilgili başlıklardan bir diğeri sağlık konusu. Kulak burun boğaz
uzmanı Dr. Ahmet Erdoğan’a göre yaz günü görülen soğuk algınlıklarının en büyük
sebebi klima. Kişinin klimayla soğutulan ortamda uzun süre bulunması ve klimanın
bakımının yeterli bir şekilde yapılmamasının çeşitli hastalıklara davetiye
çıkardığını belirten Erdoğan, klima ateşi ve alerjik zatürree gibi
rahatsızlıkların kaçınılmaz olduğunu söylüyor. “Merkezi soğutma sistemleriyle
havalandırılan ortamlar, başta akciğer rahatsızlıkları olmak üzere birçok
solunum yolu hastalıklarına neden olur. Bu hastalıklar arasında en sık
görülenler; soğuk algınlığı, grip, faranjit ve sinüzit gibi rahatsızlıklardır”
diyor Erdoğan. Ancak daha önemli bir şey daha var: “Merkezi soğutma
sistemleriyle havalandırılan ortamlarda çoğalan mikroorganizmalar, solunum
sayesinde ortamda bulunan kişilerin akciğerlerine yerleşir. Özellikle düzenli
olarak bakımı yapılmayan klimaların haznelerinde üreyen çeşitli bakteriler,
solunum sayesinde insan vücuduna yerleşmesiyle birlikte ‘klima ateşi’ adı
verilen soğuk algınlığına benzer bir rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olur.”
Peki klima ateşinden mustarip olduğumuzu nasıl anlarız? Erdoğan, “Bu
hastalığın belirtileri ateş, kas ve eklem ağrıları, yorgunluk ve halsizliktir.
Bu rahatsızlık sonrası hastanın klimalı ortamdan uzaklaştırılması ve
dinlendirilmesi gereklidir. Bunun dışında klima gibi soğutma sistemlerinin
bulunduğu ortamlarda çocukların ve yaşlıların özellikle dikkat etmesi
gereklidir” diye anlatıyor.
Sıcak havalarda en büyük kurtarıcı olarak gördüğümüz klimanın solunum yolları
dışında kaslara da büyük zarar veriyor. Özellikle terliyken sıcak ortamdan
klimalı ortama geçmek, vücut ısısının aniden düşmesine neden oluyor ve kas
tutulmalarına yol açıyor. Klima karşısında uyumak da tutulmalara davetiye
çıkaran etmenlerden.
Büyüyen bir sektör
Klima sektörünün dünyada büyüklüğü 70 milyar doları aşmış durumda.
Türkiye’deyse pazar hacmi yaklaşık 2 milyar dolar. Geçen yıl Ramazan ayının da
etkisiyle sadece ağustosta 250 bin adet klima satıldı. Bu rakam toplam pazarın
yüzde 30’una tekabül ediyor. Türkiye’deki klima pazar hacminin yüzde 55’ini
ithalat, yüzde 45’ini ihracat oluşturuyor. Bu yıl sektörün yüzde 15 büyümesi
beklenirken, hedef toplam hacmin 2.2 milyar dolara ulaşması.