İklim Sorunları AB Üyeliği için Engel mi



İklim ve çevre sorunları nihayet gündemin içinde yer almaya başladı. Fakat liderler sorunun giderilmesinden çok, kendi ülkelerinin imajını paklamaya çalışıyor. Örneğin eylül sonunda yapılan BM İklim Değişikliği Zirvesi'nde konuşan Sarkozy, ABD ve Çin'i ima ederek tehlikenin büyüklüğünü dile getirdi. Kopenhag'dan önce bir zirve zorunluydu. Büyük toplantıya bir buçuk ay kala Londra görüşmeleri başladı. Hemen arkasından kasım başında 4 bin temsilcinin katıldığı Barselona toplantısına geçildi. Hararetli görüşmeler sürerken son üç ay içinde Avrupalı liderler ABD ve Çin'i hedef alan yoğun bir kampanyaya giriştiler.

Özellikle Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi eski "Demirperde" gerisi ülkelerin karbon salımını azaltan teknolojilerini yenilemesi için büyük paralar gerektiği dile getiriliyor. Sorunun çözümü topluluğun ortak bütçesine büyük yükler getirebilir.
 
Bakir ülke Türkiye

AB'nin gelecekteki coğrafyasına bakıldığında Türkiye mevcut üyelere göre oldukça bakir bir ülke. Bugün için yalnız "enerji koridoru" olmakla kalmıyor, henüz kirlenmemiş topraklarıyla Avrupa'yı besleyebilecek bir ülke olarak da öne çıkıyor. Tek şartla ki küresel ısınmayla hızlanacak kuraklık riski Anadolu'yu orta vadede etkileyip tarım tümüyle terk edilmezse!

Kimi gelecek yorumcusuna göre AB, yalnız siyaseten değil, tarımsal sorunlarıyla da gündeme gelebilecek kalabalık bir ülkeyi bünyesine almaktan çekiniyor. Üstelik Türkiye için henüz ufukta petrol bulunması gibi olumlu bir gelişme olmadığı gibi halkın eğitim ortalaması da hâlâ ilkokul düzeyine.
 
Küresel ısınma ve siyaset

AB'ye katılan ülkelerin gelecek senaryoları kurgulanırken katılım sonrası doğadaki değişimlerin olası maliyet analizleri de yapılıyor. Bu yüzden bugün AB pek söylenmeyen bir ikilemin içinde: Türkiye AB için enerji koridoru özelliği taşıyan "ayrıcalıklı bir ortak" mı olacak; yoksa verimliliği korunmuş topraklarıyla AB'yi besleyen "tarım merkezli bir tam üye" mi?

Bunlar elbette Kopenhag'da konuşulmayacak. Fakat AB'nin bilinçaltında bu iki temel sorun hep var olacak. Çünkü gelecekte Türkiye'nin olası iklimi ile aşırı artan ve tarımdan uzaklaşan nüfusu arasında oldukça çelişkili bir bağıntı bulunuyor! Dünyada her yıl 75 bin kilometre kare toprak çölleşiyor. Bu kayıp Türkiye'nin onda biri demek. Neredeyse tamamı Ortadoğu'da! İnanılmaz hızla yitirilen topraklar şimdi step bölgelerine doğru kayıyor. Bu süreç sera gazı emisyonu ve küresel ısınma nedeniyle iyice hızlanmış durumda. Ortadoğu'da gelecek yüzyıl içinde küresel ısınmanın etkisiyle belirgin iklim kaymaları olacak.

Peki, Yunanistan, İtalya ve İspanya da böyle bir sorunun merkezinde değil mi? Uzmanlara göre onlar görece daha şanslı. Çünkü küresel ısınmayla değişecek rüzgâr ve "jet akımları" rejiminden onlar çok daha az etkilenecek. Anadolu Yarımadası'nda ise olası ısınmanın 1 derece artması bile hâkim rüzgârların yapısını değiştirmeye yeterli.
 
Anadolu tarımı için büyük risk

Yapılan hesaplara göre bugün Konya Ovası ile iç bölgelerimizin tümüyle verimsiz hale gelmesi için yüz yıldan daha az bir zaman var. Yeraltı suları Konya Ovası'nda iyice derine kaçmış vaziyette. On beş yıl sonra Konya Ovası'nda yeraltı suyu neredeyse tükenecek. Başkent Ankara ve çevresi de bu değişimin etkisi altında. Dünyada geçen yüzyıla göre onlarca kat hızlanan çölleşme süreci şimdi yarım derecelik küresel ısınma farkıyla Kuzey Yarıküre'de yer değiştiriyor. Oysa Kopenhag'da alınacak karar küresel ısınmayı artı bir dereceyle sınırlamak istiyor. Bu sınırlama bir ortalamadan ibaret. Uzun vadede Akdeniz sahilleri daha büyük risklerin altına girebilir.

Öte yandan Nil Nehri'nde görülecek debi azalması ve "Assuan (Nâsır) Barajı"nın tamamen çökeltiyle dolması Akdeniz'in doğusunu tehdit ediyor. Alp Dağları'nda buzulların eriyip yok olması ise Akdeniz'in tuzluluk değerinin bozulması anlamına geliyor.

Kısacası şimdiden Anadolu topraklarını korumak şart! Geniş çaplı projeler ise Türkiye'nin mali açıdan kaldırabileceği boyutta değil. Temel sorun, iklim deformasyonunun yaratacağı tahribatın "tam üye olarak" toplulukta yaratacağı yüksek maliyet!

Peki, olası dev maliyetler nasıl karşılanacak? Bölgede parası olanlar şimdiden önlem almaya başladı bile. Örneğin Körfez ülkeleri çölleşmiş topraklarını milyar dolarlar harcayarak daha da kötüleşecek iklim koşullarına dayanıklı hale getiriyor. Keza İsrail, sahil bölgesinden içerilere kadar sadece beş santimlik verimli tabaka yaratmak için yıllardır uğraş veriyor. Yunanistan'ın başına gelebilecek bir iklim kazası içinse AB istemeyerek de olsa kesenin ağzını açmak zorunda.

Ve Türkiye'de ortaya çıkan genetiğiyle oynanmış "GDO" ürünlerinin tam da bu ortamda gündeme getirilmesinde stratejik bir neden olabilir mi? Hiç şüphe yok ki konu "küresel ısınma" olunca bazı gelişmelerin birbiriyle ilintili olmasını doğal karşılamak lazım!