Dünya sandığımız kadar büyük değil ve harcı emekle karılıyor...
Bugün Türkiye’de yaşanan ‘Gezi Direnişi’ ve Brezilya’daki halkın bu direnişi selamlayışı bir tesadüf değildir. Yaşanmış benzer hikayeler ve ortak tarihsel deneyimlerdir Brezilya’dan "aşk bitti burası artık Türkiye!" selamını bize taşıyan...
İki ülkenin enformel mahallelerinin kaderlerini kesiştiren önemli olaylardan biri de olimpiyat oyunlarıdır. İki ülkenin de kendi “gücünü” ifade edebilmek için olimpiyat adaylığına soyunması ve ne pahasına olursa olsun bunu kazanmak için çaba sarf etmesi sonucu olan enformel mahallelere olmuştur. Burada bahsedeceğimiz hikâye bu enformel mahallelerden ikisinin hikâyesidir: Brezilya’dan Vila Autodromo, Türkiye’den Ayazma
Aşk bitti burası artık Türkiye!
Yaklaşık 4 ay önce mayıs ayında Brezilya’da... Türkiye’den geldiğini söyleyenlere başka bir hoşgeldin vardı; biraz umut biraz hüzün içeren. Çok geçmeden nedeni çıktı ortaya: Salve Jorge. Salve Jorge, bugün Rio de Janeiro’nun en büyük favelası olarak bilinen Complexo do Alemao’da yaşayan 18 yaşındaki Morena’nın insan kaçakçılarının eline düşüp kendini İstanbul sokaklarında bulduğu bir aşk hikayesi, bir pembe dizi. Her cuma akşamı tüm ülke, erkek kadın demeksizin ekranların karşısında yarı gerçek yarı stüdyo sahneleriyle İstanbul’u gösteren bu dizi de zamanı durduruyor; gözler başka bir şey görmez oluyor.
Mesele aşk olunca yoksulluk, toplumsal sorunlar, insan kaçakçılığı ve benzeri konular dizinin tabi ki biraz geri planı, malum burası Latin Amerika ve ‘aşk önceliktir’ durumu. Lakin dizinin en isyan ve hüzün içeren sahnelerine ev sahibi İstanbul olunca Gezi Direnişi’ne gelen selam da daha bir anlamlı oluyor: ‘Aşk bitti burası artık Türkiye’ selamının geliş hikayesini burdan okumak daha bir anlamlı sanırım. Çünkü aslında aşk bitmiyor iki kıta arasında başka bir aşkı doğuruyor.
Neyse, eminim bir kaç yıl içinde Türkiye’de de gösterime girer ‘Salve Jorge’ ve Brezilya’nın favelalarındaki yaşamın ne denli gecekondulara benzediğini görmüş oluruz! Paylaşılan ortak değerler ve yaşatılan ortak kaderler bir bir çıkar ortaya. Hem kim bilir belki o zaman pembe dizi kültürümüzün yanında ufacık kalacağı koskoca dayanışma kültürümüzü ve bu kültürün gelişinde kentleşme tarihimizin oynadığı rolü de anlarız belki!
Yazının devamı için ilerleyiniz.
Teneke köy’den Gecekondu’ya; Bairros Africanos’tan Favela’ya
Gecekondu ve favela dünya sehircilik literatürüne çoktan isimlerini kazımış iki emek mahallesinin, iki farklı kıtadaki isimleri. Paylaştıkları yoksulluk halleri, gündelik yaşam pratikleri, dayanışma kültürleri bir yana, emekçinin terine kardıkları harçtan inşa ettikleri evleri, yaşayan sokakları ve her kıtada ebedi ‘dışlanmışlıkları’ onların akrabalık ilişkilerini oluşturur. Bu akrabalığın mimarı ülkelerinde yaşanan ‘hızlı sanayileşme’ ve ‘plansız kentleşme’ olarak okunabileceği gibi bugün ortaklaştırılan kaderlerinin asıl mimarı ‘vahşi kapitalizm’dir. Her ne kadar varoluş serüvenlerindeki sayısız benzerlik bizi aynılaştırmaya götürse de, favela ve gecekondu: iki farklı toprak üzerinde, iki farklı kültürün inşa ettiği, aynı sınıfı temsil eden mekânların adı olup, kentleşme tarihindeki önemli rolleri yadsınamaz.
Favelaların tarihi 1800’lerin sonuna dayanır. Çoğu siyahi vatandaşların inşa ettiği bu mahallelere başlarda “Bairros Africanos (Afrikalı mahalleler)” adı ile seslenilmektedir. Toplumsal hafızada Brezilya’nın bilinen en eski favelası yaklaşık 115 yaşındaki “Morro de Providencia”dir [2]. En eski favela olarak anılmasının nedeni ise favelalara ismini veren mahalle olmasından gelir. Bu mahalle, Bahia şehrinden Rio’ya göç ettirilen asker aileleri tarafından 1897’de inşa edilir [3]. Gelen askerler Bahia’dayken “favela hill (favela tepesi)”nin yakınlarında görev almış; "providencia hill (Tanrı’nın tepesi)"ne inşa ettikleri mahallelerine de favela tepesi olarak isim takar [4]. Halk arasında kulaktan kulağa yayılan bu takma ad günümüz favelalarına isim babasıdır.
Favela’nın doğuşu bu şekilde gerçekleşirken; çok uzak başka topraklarda, başka tepelere, başka hikayelerle gelen Balkan göçmenleri gecekondular inşa etmektedir. 1940’larda, İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle Balkanlar’dan Turkiye’ye göçen muhacirler, İstanbul ve diğer büyük şehirlerde yaşanan konut sorununa çözüm bulmuş, kendi imkanlarıyla o dönem “baraka” veya “teneke köy” adıyla anılan ve daha sonra halk ağzında “gecekondu” olarak seslenilen mahalleleri yaratır. Bu isim daha sonra hukuki ve resmi dile de geçer.
Birçok kaynakta İstanbul’un ilk gecekondu mahallesi olarak bugünki Zeytinburnu ilçesinin başladığı yer olan “Taşlı Tarla”dan bahsedilir. Daha sonra bu göç hareketine, işsizlik nedeniyle kırdan kente göç ve savaş nedeniyle Doğu’dan Batı’ya zorunlu göç eklenir ve devletin halen konut sorununa çözüm üretememesi; gecekondulaşmayı ve gecekonduda yaşayanların sayısını günden güne arttırır. Gecekondu ve kent arasındaki ilişki mutual olarak nitelenebilecek müşterek fayda esasına dayalı bir ilişki olarak görülmelidir. Kentin ihtiyacı olan iş gücünün çekirdeğini oluşturan gecekondu mahallelerinin kentlerin kentlesmesindeki emeğini görmemek için gerçekten ard niyetli olmak gerekir.
Yazının devamı için ilerleyiniz.
İllegalite çift yönlüdür!
Sanayileşmeyle artan kırdan kente göç 1950’lerde Brezilya’da da benzer bir göç dalgasına neden olmuştur. Gecekondular ile arasındaki fark favelalar Rio’nun dik yamaçlarında, kayalık bölgelerin üzerine inşa edilmiştir. Bugün Brezilya’ın en meşhur görsel hafızalarından birini oluşturan bu mekanlar, 2010 nüfus sayımına göre 190 milyonluk Brezilya nüfusunun yaklaşık 12 milyonuna tekabül eder.
Kentin çeperine yerleşmiş, kente tutunmanın formülü olarak “kentsel dayanışma” olarak terimlendirilebilecek, köy kültürünün en önemli parçalarından birini küçük valizine sığdırıp kent kültürüne adapte etmiş bu halklar o dönem “eski kentliler” tarafından “illegal”, “yasa dışı”, “devlet arazisini işgal eden” ve benzeri sıfatlara mağruz bırakılmıştır. Özellikle askeri rejim sırasında favelalar halka “suç yuvası” olarak gösterilmiş, uyuşturucu kaçakçılarının, silah tüccarlarının ve insan kaçakçılığının merkezi olarak lense edilmiştir.
Aslında bu emek mekanlarının illegalligine dair en önemli yorum Pérouse’den gelmiştir: illegalite çift yönlüdür! Gecekonduların illegal sayılmasının bir yönü toprağın mülkiyetiyle ilgiliyken, diğer yönü binaların yapılma biçimiyle ilişkilidirilir. Buna karşın, yıllar sonra gerek Brezilya’da gerekse Türkiye’de çıkarılan imar afları da bu karşılıklı mutual ilişkinin evlilik cüzdanı görevi görmekle birlikte aynı zamanda da “illegalliğin legalitesi”ni yansıtır.
Yazının devamı için tıklayınız.
Aynı köyün iki delikanlısı!
Favela ve gecekondu iş bulma umuduyla ailesini alıp köyden kente göçe sürüklemiş bir babanın iki çocuğu olamayacak kadar uzak; iki farklı köyden aynı şehre göçmüş ve aynı fabrikada ter dökmüş iki işçinin çocuğu olabilecek kadar yakın iki kent delikanlısı olarak tanımlanabilir. Bu iki delikanlısının kente tutunma çabasındaki geri kalan tüm hikâyenin aynılaşmasının kaynağı burdan gelmektedir.
Gecekondu ile favela arasındaki ilişkinin asıl kaynağının, Brezilya ve Turkiye’nin hızlı sanayileşme serüveninin yarattığı plansız kentleşme tecrubesindeki benzerliklerden kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz. İki ülkenin demokratikleşme serüvenindeki anti demokratik darbeler ve askeri rejim uygulamalarının tarihlerinin çakışıyor olmasından, siyasi aktörlerinin ekonomik stratejilerindeki benzer yanlışlarına kadar aynilasmis bir tarihi yaşamaları da, bu iki terimin doğusunda büyük etken olmuştur.
Bugüne geldiğimiz de ise, bu iki mekanın kent dışına sürülüş serüveni, iki ülkenin neoliberalimin sargaçında bir o yana bir bu yana sallanışı, ve kullanılan stratejilerin bu denli aynılaşması bu iki mekanı tekrar aynı kadere mahkum etmektedir. Özellikle bugün Rio’nun favelalarının üzerinde gezen Olimpiyat kabusunun aynı anda İstanbul’a uyguladığı tehdit bir rüyamışçasına önümüze konmakta ve bu rüyaya dalmamız beklenmektedir!
Yazının devamı için ilerleyiniz.
Panem et circenses!
Bu iki kıtadan iki emek mahallesinin kaderlerini kesiştiren olimpiyat oyunları ise hep bir yukarıdan aşağı müdahalenin sevimli aracı olmuş görünür. Zeus’un isteği üzerine gerçekleştirilen ilk olimpiyatlar bir çok kaynakta “tanrıların oyunu” olarak anılır. Bu bağlamda söylenen latince atasözü ise, olimpiyatların amacını net biçimde ortaya koyar: “panem et circenses” yani “biraz ekmek, biraz oyun”. Bugüne vardığımızda ise “iktidar oyunlarının yoksulun ekmegindeki gözü” olarak güncellenebilen bu deyiş, olimpiyatlar öne sürülerek iki ülke topraklarında yoksul halkınların yaşadığı yerinden edilmelere açıklık getirir niteliktedir.
1930’larla birlikte spor müsabakası olmanın yanı sıra uygulanan stratejilerle kenti dönüştürme yöntemi olarak kullanılan olimpiyatlar, özellikle de son otuz yıllık tarihinde yoksulların kapısını çalan bir kabusa dönüştürülmüştür. İlk olarak 1932 Los Angles Olimpiyat Oyunlari’nda sporcular ve atletler için inşa edilen “olimpik köy” konsepti, o günden bu yana gelenekselleşmiş, hemen hemen her ev sahibi şehir tarafından uygulanan, şehrin ve ülkenin ekonomisine pozitif/negatif etkileri olan yatırım halini almıştır [5].
II. Dünya Savaşı sonrasında ülkeler arasındaki siyasi rekabetin de zeminine ayak uydurabilen olimpiyat oyunlarının etkisi artmış ve daha da önem kazanmıştır. Fakat oyunların kentlere yönelik etkisindeki asıl sıçrama 1970’ler ile gerçekleşmiş; oyunlar kentleri yeniden şekillendirmenin aracı olarak kullanılmaya ve kentsel dönüşüm ile anılmaya başlanmıştır. Rolnik’e göre özellikle kent merkezinde yeni spor tesislerinin inşası ve bu tesislere bağlantı yolları daha o yıllarda kentsel yenileme projelerine zemin hazırlayan araçlar olarak kullanılmaya başlanmıştır [6].
Los Angeles 1984 olimpiyatları kentsel müdahalelere sahne olan ilk olimpiyat oyunlarıdır. Oyunlar kente sermayedarları çekmek için bir araç olarak görülmüş ve çeşitli kentsel projeler ile birlikte geerçekleştirilmiştir. Daha sonra bu uygulama bir çok olimpiyatlara ev sahipliği yapan şehirde de karşımıza çıkmaya devam etmiştir. Hazırlanan stratejik planlar ile kente yapılacak olan mudehalelerin açıklandığı olimpiyatlara adaylık toplantılarında, kimi zaman karşımıza bir ulaşım projesi, köprü projesi, tarihi bir alanın restorasyonu ya da Türkiye’de olduğu gibi Marmaray gibi büyük projeler Olimpiyat oyunları altında halka sunulmuştur.
Olimpiyatlar ve benzeri büyük uluslararsı organizasyonlar altında; kenti kalkındırmak, yerel ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek, kentleşmeyi hızlandırmak gibi hedeflerle ortaya atılmış bu stratejik planlar bugün günümüzde artık uluslarası sermayeyi davet etmek, kenti “soylulaştırmak”, yarışmacı kentler yaratmak ve dünya kentleri listesinde yerini almak gibi amaçlara hizmet etmektedir. Bunu yaparken tüm iktidarların öne sürdüğü gerekçe milli turizm, geleceğe yatırım, ülkenin tanıtımı ve uluslarası reklam olup, süreç içindeki en önemli aktörlerden biri medyanın bir defans oyuncusu edasıyla iktidarın takımında oynamasi da oyunu haksız rekabete dönüştürmektedir.
Gerçeğin resmi aslında o kadar da bulanık değil, hepimizin görmesi mümkün! 1894’te Pierre de Coubertin’in düşü üzerine gerçekleştirilen Uluslarası Olimpiyat Komitesi altında 205 ulusal olimpiyat komitesi barındıran, dünyanın dört bir yanına müdahale hakkını kendinde gören ve yaptırım gücü yüksek bir şirkettir. Dünya üzerindeki birçok büyük şirketten çok daha fazla ekonomik ve politik müdahaleyi elinde tutan bu şirketin izlerini Güney Afrikadan Çin’e, Avrupa ülkelerinden Latin Amerika’ya her kıtada görmek mümkündür. Sadece son otuz yılın olimpiyat mağdurlarından yeni bir ülke nüfusu yaratmak, yıkılan alanların molozlarindan bir ülke toprağı sağlamak ve bu ülkede oy birliği ile karşı olimpiyat oyunları düzenlemek mümkündür.
Yazının devamı için ilerleyiniz.
Rüya mı Kabus mu?
“Olimpiyat rüyası” iktidarlar tarafından her daim bir kalkınma aracı olarak görülüp halka bu şekilde yansıtılırken istatistiklerin yansıttığı gerçek hiç de öyle gözükmemektedir. Özellikle son otuz yılda gerçekleştirilen olimpiyatların ev sahibi ülkelere ekonomik getirilerini ve halktan götürülerini gösteren araştırmalar olimpiyatların yerel halk için bir rüyadan çok kabus olduğuna işaret eder niteliktedir.
1988 Seul olimpiyatlarına hazırlanırken Güney Kore’de yaklaşık 48 bin binanın yıkılması ve yüzbinlerce kişinin zorla tahliye edilmesi “olimpiyat rüyasi”nın yerel halka uyguladığı kabusun resmi niteliğindedir [7]. Bu kabus sadece bir seferligine Seul’de görülmemiş ardı sıra 1992’de Barselona, 1996’da Atlanta, 2000’de Sidney, 2004’te Atina, 2008’de Pekin ve 2012’de Londra sokaklarında dolaşmaya devam etmiştir.
Kimi zaman yoksulun evini başına yıkmış, kimi zaman evsizleri ve sosyal konut sakinlerini yerinden etmiş kimi zaman ise binlerce kentli aileyi kentte artan konut fiyatları ve kira değerleri nedeniye başka kentlere sürmüştür.
Gerçekletirilen sayısız araştırma şehrin kalkınmasından ziyade, kaybettikleri üzerine yoğunlaşıp, ekonomik kalkınma hedefiyle getirilen olimpiyat oyunlarının yerel halk üzerinde yaratmış olduğu maduriyetin farklı biçimlerini gözler önüne sermiştir. Ayrıca inşa edilen olimpik tesisler nedeniyle halka yüklenen vergiler ve bu tesislerin organizasyon sonrasında hiçbir şekilde kapasitesini kullanamıyor olması en büyük araştırma sorunsallarını oluşturur.
Londra Olimpiyatları sırasında İngiltere’de gerek konut hakkı mücadeleleri, gerek uygulanmaya çalışılan master plan, gerekse kentte yaşanan olimpik değişim üzerine bir çok olimpiyat karşıtı grup oluşturulmuştur. Boycott London 2012, Opposing the 2012 Olmpic Levy, Save Wanstead Flats, Not Just London ilk akla gelenler. Chicago’nun Rio de Janeiro ile birlikte 2016 Olimpiyatları’na aday olması ve kentte olimpiyatların sonuçlarına dair fikri olan, akademisyenler ve aktivistler tarafından “No Games Chicago” organizasyonunun yaratılması ve halkın %84’ünün Olimpiyatlar için kamu fonlarının kullanılmasına karşı hale getirebilmesi tesadüfi olmasa gerek!
Chicago’daki örgütlülüğün yaratılabiliyor olması -ki diğer ülkelerle kıyaslandığında alt yapı olarak olimpiyatlara en hazır aday Chicago idi- sadece kentlilerin olimpiyatlarla ilgili yakın tarihteki Atlanta tecrübesine hâkim olmaları değildir. Aynı zamanda 4 büyük spor ligi bulunan (Amerikan futbolu, baseball, basketbol, hockey) ABD’nin hemen hemen tüm büyük şehirlerinde her bir spor takımının kendine ait neredeyse olimpik standartlarda bir stadyuma sahip olması, ve bu tesislerin inşası sırasında halka kente gelecek yerel turist ve ekonomik gelir gösterilerek yerel yönetimler tarafından yüklenen vergi artışları da Atlanta deneyimi kadar etkilidir.
Her spor takımının ayrı stadyumlara sahip olma isteği, her birinin en büyük stadyum hedefiyle yola çıkması, yerel yönetimlerin bu takımları desteklemesi ve dahi o şehrin takımı olan baseball takımın maçına hayatında bir kez dahi gitmemiş olan vatandaşın o stadyumun inşaası için vergi artışına tabi tutulması... Amerika’daki stadyumlar üzerine yapılmış yüzlerce çalışmanın nedenidir.
Yazının devamı için ilerleyiniz.
Ayazdı ve çadırlarını yıktılar!
Dün gibi karşımızda duruyor Ayazma’nın gecelerce ayazda kaldığı günler. Bir olimpiyat stadı uğruna yıkılan hayatlar, karanlıkta ders çalışsan çocuklar, çadırda geçen aylar, ve Dikmen’deki ateşin başından gelen selam! Bugün Ali Ağaoğlu’nu her gördüğünde korkan çocukları var Ayazma’lı ailelerin, Mustafa Demir’i gördüğünde irkilen çocukları var Sulukule’nin, Tarlabaşı’nın dozer görünce kaçan çocukları var! Çünkü evi hayatıdır çocuğun, mahallesi dünyası! Sebep ne olursa olsun evinin yıkılışını gören çocuk artık büyümüştür ve asla unutmaz.
‘Kazanılmamış’ bir olimpiyat adaylığının yok ettiği mahalledir Ayazma, kazanılsa olacakların habercisi! 1970’lerden itibaren Karadeniz ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen kırsal kökenli göçmenler tarafından kurulmuş bir mahalledir. Mahallenin büyümesi, özellikle 1990’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu bölgelerinden zorunlu göçlere dayanır. Dolayısıyla kentsel dönüşüm öncesinde mahalle, Kürt nüfusun yoğun olduğu, zorunlu göç sebebiyle hiçbir birikimi olmadan gelen, ilk dönem gecekondu sakinlerine kıyasla daha yoksul bir kesimin barınağı olmuştur. Mahallede büyük altyapı sorunları bulunmaktaydı ve pek çok temel kentsel hizmet mahalleye sağlanmamaktadır. 1400 konutun bulunduğu bu yoksul ama mutlu insanların hayatı bir olimpiyat stadıyla değişti. Evet bir olimpiyat stadı!
İstanbul’un Başakşehir ilçesinde 584 hektarlık alana inşa edildi Atatürk Olimpiyat Stadı. 1999 yılında yapımına başlanan proje 2002 yılında tamamlandı. Hemen ardından olimpiyatlara ev sahipliği yapabilmek için bölgeye ‘kentsel makyaj’ gerekliydi. Küçükçekmece belediyesinin mantığıyla bölge ‘temizlenme’liydi. 2005 senesinde başlatılan Ayazma/Tepeüstü Kentsel Dönüşüm Projesi’nin ardında asıl bu mantık saklıydı. TOKİ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Küçükçekmece Belediyesi imzalı proje sözde kiracıları ve ev sahiplerini (yaşayanları) mağdur etmeyecekti. Ama daha sonra görüldü ki projede kiracılar yok sayılıyordu.
Önce evlerini vermemek için direndi Ayazmalılar, sonra hak sahibi sayılabilmek için/hakkını alabilmek için direndi, yıkımların sonlandığı 2007 senesi başından itibaren bölgeyi terk etmedi 18 kiracı aile, yıkılan evlerin molozlarından kendilerine barınak yaptılar ama belediye bunları da yıktı, 2 seneye yakın çadırda yaşadılar, yerel belediye defalarca çadırlarını da yıktı, yeniden yaptılar, 13 Kasım 2008’de çadırlar yerel belediye tarafından bir kez daha yıkıldı. Evet Kasım’dı aylardan ve kıştı. Çoğu çocuk 100 kişi kışın ortasında sokakta bırakılmıştı. Yıkımın gerçekleştiği gece Ankara Dikmen’den bir ses geliyordu, bir ateş yanıyordu Ayazmalılar için… Dikmen Vadisi sokakta yaktıkları bir büyük ateşin başında: “Nerede olursa olsun, bir yoksulun evi yıkılır ve bütün ailesi ile sokakta bırakılırsa; gerçekte hepimiz üşürüz, hepimizin vicdanı kanar” diyordu [8].
Ailelerin mağduriyetlerinin, basında yer bulduğu için ve ses getirince Belediye Başkanı Aziz Yeniay geri adım atarak hak sahiplerine tanınan hakların ‘aynı şartlar altında’ kiracılara da tanınacağı sözünü veriyordu. 22 Şubat 2010’da TOKİ Kayabaşı evlerinin kuralarını çeken aileler “aynı şartlar”ın aslında aynı olmadığını öğreniyordu. Kira yardımı yapılan ailelerden 10 bin-15 bin TL peşinat isteniyordu ve bu şartlar Bezirganbahçe Toplu Konutlarına sağlanan koşullardan daha ağırdı. Verilen söz bir kez daha karanlığa gömülmeye çalışılıyordu. Ayazmalı aileler dayanışmayla kurdukları evlerini belki koruyamadılar, belki birçoğu Kayabaşı apartmanlarına taşındıklarına pişman oldular, belki çok zor günler geçirdiler, çadırda yattılar ama ‘dayanışma’ ile ayakta kalmayı başardılar. Olimpiyat stadı ise bugün Ayazma’nın katili olarak yapayalnız duruyor ve kaderini bekliyor. Bir hiç uğruna yok edilmeye/ yerinden edilmeye çalışılan yaşamlarsa bugün 2016 olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapacak olan Rio’nun olimpiyat stadı projesinin hemen yanı başında tıpkı Ayazma gibi direniyor. Bu kez ayazda bırakılmaya çalışılan mahallenin adı Vila Autodromo, yaşanan süreçse hiç değişmiyor çünkü buldozerlerin kapısına geldiği yine bir emek mahallesi, yine kapıyı çalan olimpiyat oyunları ve yine neoliberalizmin sargaçında sallanan bir gelişmekte olan ülke: Brezilya!
Yazının devamı için ilerleyiniz.
2016 Rio: Favelalar buldozerlere karşı!
Vila Autodromo ve Ayazma birbirinden bir okyanus kadar uzak ama ayni mahallede oturan iki komsu kadar yakin iki cocugun hikâyesidir, ve maalesef “devlet babalari” ayni kaderi yazmaktadir.
Bugün Rio Belediyesi favelaları aktif ve pasif mahalleler olarak ikiye ayırıyor. Bu sınıflandırmada “aktif mahalleler” halen suç oranı yüksek, uyuşturucu kaçakçılarının (kısmen) söz sahibi olduğu ve güvenli olmayan yerleşimleri; “pasif mahalleler” ya da yine Rio Belediyesinin diğer tanımıyla “sleepy favela (uyuyan favela)”lar ise turizm ile işlevlendirilmiş özellikle de akademik çalışmalar için kenti ziyaret edenlerin bir turist edasıyla ziyaret edip fotoğraflar çektirdiği/çektiği mahalleleri oluşturuyor. Özellikle 2000’lerle birlikte gerçekleşen Rio’daki bu favela ziyaretleri dilimizde “varoş turizmi” olarak çevrilebilecek “slum tourism”inden sonra literatüre “favela tourism (gecekondu turizmini)” eklemiştir.
Bu bağlamda Vila Autodromo Barra de Tijuca ilçesinin güney doğusunda bulunan bataklık bölgesinde konumlanmış yaklaşık 40 yıllık bir uyuyan favela yerleşkesi. Mahallenin kuruluşu ile Barra de Tijuca’nın kalkınma öyküsünün her ikisi de son 30 yıla tekabül eder.
2009’da Rio de Janeiro 2016 Olimpiyatları için ev sahibi seçildikten hemen sonra belediye Barra de Tijuca bölgesindeki 6 favela yerleşiminin, yaşayan 3500 hane ile birlikte kent çeperindeki başka bölgelere taşınacağını/yıkılacağını duyurmuştur.
“Evlerimizin yıkılacağını ve bizi başka bir yere taşıyacaklarını tüm Brezilya halkı ile birlikte öğrenmek için biz ne yapmış olabiliriz ki?”(Jane Nascimento, mahalle derneği temsilcisi, 22 Mayıs 2013’te Vila Autodromo)
Ekranlarda bahsedilen bu 6 mahalleden birisi Vila Autodromo’dur. Vila Autodromo o gün için 35 yıllık (2013 itibarı ile 40 yaşında) tarihi olan, düşük gelir grubundan 900 ailenin yaşadığı 4000 nüfuslu bir faveladır. Vila Autodromo adını hemen mahallenin sınırında bulunan 1977’de yapılan Uluslararası Nelson Piquet Autodromo’dan (Pisti) alır. “Vila” Portekizcede “kasaba”, “autodromo” ise “otomobil yarışı pisti” demektir; yani ‘vila autodromo’, ‘pist kasabası’ anlamına gelir.
Mahalle çoğunluğu 1-2 katlı olan ufak tefek evlerden oluşur. 11 dar sokaktan oluşan mahallenin ana yolları dışında tüm sokakları topraktır. Evlerin birçoğu bakımlı ve bahçelidir. Mahalleli ayrıca isteyen herkesin tohumunu getirip kullanabildiği bir “community garden (mahalle bostanına)” sahiptir. Mahalle derneğinin kendi tanımıyla: “işsizler, balıkçılar, enformel sektör çalışanları, yerinden edilenler ve göçmenlerden oluşan” bir mahalledir Vila Autodromo. Mahalleden konuştuğunuz herhangi biri size kendi evi dışında hangi evlerin inşaatında gönüllü çalıştığını ve hangi komşusunun evini birlikte yaptıklarının hikâyesini bir nefeste anlatabilir. Mahalleli sadece binaların duvarlarını örmemiş aynı zamanda, mahallenin tüm altyapı sistemini kendi döşemiş, kaldırım taşlarından yollara, kreşten okula, parktan futbol sahasına, dernek binasından kiliseye kendileri inşa etmişlerdir.
Vila Autodromo’luların kapısı son 10 yılda birçok kez farklı gerekçeler (taşkın alanında bulunması, kanalizasyon sisteminden ötürü gölün kirliliğine neden olması, 2007 Pan American Games organizasyonu, 1994 Dünya Zirvesi, 2016 Olimpiyat Oyunları, vs) öne sunularak, yıkım kararıyla çalınmıştır. Bu nedenle 2009’da duyurulan yıkım kararı mahalleli için yeni ya da şaşırtıcı olmamıştır. 1994 Dünya zirvesi sırasında tam da 49 yıllık resmi kullanım haklarının ertesinde, çevresel yarar gerekçe gösterilerek yetkililer tarafından mahallenin taşınma kararı çıkarılmıştır. Mahallelinin protestolarından sonra geri çekilen bu karar, 2007’deki Pan American Games (PAG)’e hazırlık sırasında yeniden öne sürülmüş, daha sonra geri çekilmiştir. Belediye 2010’da “Riskli Alanlar Raporu”nu açıklamış ve Vila Autodromo içindeki 119 evin taşkın alanında bulunması nedeniyle yıkılması gerektiğini belirtmiştir fakat bu karar da uygulanamamıştır. 1994’te Leonel Brizola tarafından verilen 49 yıllık araziyi kullanım hakkı, 1997 yılında Marcelo Alencar tarafından 99 yılığına uzatılmıştır. Ellerindeki bu yasal belgeler yıkım kararlarıyla yok sayılmaktadır [9].
Yazının devamı için ilerleyiniz.
Minha casa me abriga, Minha casa minha briga!
2011’de Formula-1 yarış pistinin (autodromo) 2016 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapacak olan olimpiyat köyüne çevrilmesi kararı alınmıştır. Bu yeni olimpiyat köyüne ulaşımın kolaylaştırılması için 2 yeni ana yol projesi hazırlanmış ve bu yollardan biri Vila Autodromo mahallesinin sınırları içinden geçmektedir. Mahalleyle ilgili kararlar televizyon ekranından takip edilirken, “Vila Autodromo Sakinleri ve Balıkçıları Derneği” Belediye’nin projesini anlamak ve başlarına gelecekleri öğrenmek için Rio’daki sivil toplum örgütleri ve üniversitelerle bağlantıya geçmiştir.
Belediye’nin projesine göre Vila Autodromo sakinleri Brezilya’nın TOKİ’si olarak adlandırılabilecek, “Minha Casa, Minha Vida (Benim evim, benim hayatım)” konut programı ile inşa edilecek 5 katlı apartman bloklarında 45-60 m2 evlere aylık taksitlerle yerleştirilecekler. Fakat mahalle halkının büyük çocunluğu düşük ücretli işlerde çalışmakta ve kendilerini döndürecek kadar gelirle yaşamaktadırlar.
Ekim 2011’de üniversiteli aktivistler ve mahallelerin gerçekleştirdiği bir toplantı esnasında “alternatif proje” fikri ortaya atılmıştır. Bu kararın hemen ardından harekete geçen Federal Rio de Janeiro Teknik Üniversitesi ve Federal Fluminense Universitesi’nden gönüllü öğrenci ve öğretim görevlileri mahalle için bir alternatif proje hazırlamıştır. Fakat belediye bu projeyi dikkate almamıştır.
Autodromo’nun mücadelesi halen sürmektedir. Aslinda tam da sorunun cevabi Vila Autodromoluların mahalledeki direklere konut programının sloganına göndermeyle astıkları pankartta söyledikleri gibidir: Benim evim benim yuvam, benim evim benim kavgam!
Biji Heval!
İstanbul bugün 2020 Olimpiyat Oyunlari’na 5. kez aday şehirler arasında yer alıyor. 1992’den bu yana devam eden ve halka bir rüyaymışçasına sunulan Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapma arzusunun İstanbul’da yaşatacağı tahripten hiç kimse söz etmiyor. Önümüzde bunca yaşanmış deneyim ve hezeyan boy gösterirken, bunun bir “rüya” olduğuna inandırılan halk hiç bir şekilde diğer ülkelerinde tecrübelerinden haberdar edilmiyor.
Birçok insan Brezil’yanin Rio ile 2016 Olimpiyatları’na ev sahipliği hakkını nasıl aldığından bir haber! Brezilya ve Türkiye halkları Chicago’daki Olimpiyat karşıtı tutumun nedenlerini; ABD’nin devlet başkanının çıkıp Olimpiyat Oyunları adaylığına neden o kadar kısa süre yer ayırdığını bilmiyor! Brezilyalılar Pan American Games’ten, Türkiyeliler ise Ayazma’dan çok da ders almışa benzemiyor ki almış olsalardı da bunun karar mercileri üzerinde ne kadar etkili olacağı, katılımcı demokrasi uygulamalarında bu iki ülkenin tecrübeleri aşikâr!
Ayazma ve Vila Autodromo, bu hikâyeleri aynılaştırılmış iki emek mahallesi! Benzer varoluş hikâyelerinin, dayanışma pratiklerinin ve gündelik yaşam deneyimlerinin mahalleleri bütünleştirici ve yakınlaştırıcı etkisi vardır. Ve bu yakınlık “gerçeğimize” götürür. Ursula Le Guin’in Mülksüzler’de dediği gibi: “bütün olmak parça olmaktır, gerçek yolculuk geri dönüştür!” Eğer nereden ve nasıl geldiğimizi hatırlar, bu gelişte yalnız olmadığımızı bilirsek belki bizi vareden bizi buldozerlere karşı koruyacak olan güç oradadır ve bu gücün adı “dayanışma”dır.
Rio de Janeiro 1965 yılında İstanbul’un kardeş şehri ilan edilen ilk şehirdir. Bugün bu kardeşlerin sayısı yaklaşık 50 olmasına rağmen sanırım bu iki şehrin kaderindeki benzerlikler aslında “öz kardeş sehir” olma vasfını da Rio’ya teslim etmektedir. Belki de tam bu sebeple İstanbul’un olimpiyatların 2020’ye en güçlü adaylardan biri olduğu bugünlerde olimpiyatlara karşı duruşlar da yine gecekondulu kesimden gelmektedir. Yoksulluğun, dışlanmanın, sermayeyle savaşın ne demek olduğunu gecekondular en iyi bildiğindendir ki olimpiyat buldozerlerine de en büyük karşı duruş İstanbul’da da yine o mahallelerden gelecektir.
Rio de Janeiro İstanbul’un ilk kardeşi ise neden İstanbul gecekonduları da Rio favelalarıyla kardeş olmasın? Ayazma, Vila Autodromo’nun ilk kardeşi neden olamasın ki? Belki Ayazma’nın yok ediliş hikayesi Vila Autodromo’nun varolma nedeni olur hem!
Evet her “gecekondu” mahallesinin bir kardeş “favela”sı olmalı, her “shanty town”un bir “callampas”ı ve “township”’in bir “teneke köy”ü... Hem kim bilir belki İstanbul’un Ataköy’ündeki Rio de Janeiro Caddesi gibi, Rio’nun Vila Autodromo’sunda da bir “Ayazma Sokak” olur ve Ayazma orda yaşar...Kim bilir belki bir gün bir Ayazma’lı Kürt çocuğu o sokaktan geçer ve “Ola Amigo!” diye seslenir ve “Biji Heval!” diye karşılık alır.
Dünya sandığımız kadar büyük değil ve harcı emekle karılıyor...
NOTLAR:
[1] Bu yazı 8. Karaburun Bilim Kongresi için Albeniz Ezme ve Gizem Aksümer tarafından hazırlanmış ‘Olimpiyat Oyunlarında Gecekondular Buldozerlere Karşı: İki Kıta İki Direniş Hikayesi’ başlıklı bildirisinden derlenerek hazırlanmıştır.
[2] Willis, A. (2013). “Providencia Gondola Controversy Grows.” The Rio Times. (Erisim tarihi: 2 Nisan, 2013) Link: http://riotimesonline.com/brazil-news/rio-politics/providencia-gondola-controversy-grows/
[3] Williamson, T. & M. Hora (2012). “In the Name of the Future, Rio Is Destroying Its Past.” New York Times. (Erisim tarihi: 2 Nisan, 2013) Link: http://www.nytimes.com/2012/08/13/opinion/in-the-name-of-the-future-rio-is-destroying-its-past.html?_r=0
[4] Costa Mattos, R (2007). “Aldeas do mal: Governantes sempre associaram favelas ao crime e a falta de higiene.” Revistade Historia. (Erisim tarihi: 2 Nisan, 2013) Link: http://www.revistadehistoria.com.br/secao/capa/aldeias-do-mal
[5] Chalkley, B. & Essex, S. (1999). “Urban development through hosting international events: a history of the Olympic Games.” Planning Perspectives, 14, s.377.
[6] Rolnik, R. (2009). “World Cup and Olympics: The show and the Myth.” Revista Pagina 22, s:2.
[7] Atayurt, U. (2012). “Bes Cemberli Mulksuzlestirme Hikâyeleri: Yikim Icin Siki Firsat.” Band Mag Dergisi, s:7. (Erisim tarihi: 2 Nisan, 2013) Link: http://www.bantmag.com/dergi/07/page/view/993
[8] Ezme, A. T. (2010). “2010 Dünya Futbol Şampiyonası, Olimpiyat Stadı, Ayazma ve Bir Direniş Öyküsü…” Birgun Gazetesi. (Erisim tarihi: 2 Nisan, 2013) Link: http://www.mimdap.org/?p=35398
[9] Olaussen, A. L. (2012). Vila Autodromo in Rio de Janeiro: An Unending Struggle for Recognition and Citizen Right. Y. Lisans Tezi. Department of International Environment and Developments Studies, Norwegian University of Life Sciences.