“Bir moloz yığınıyla çok verimli ecdad yadigârının arasında (bostanların neden korunması gerektiğini ve bunun ne kadar mümkün olduğunu) konuşuyoruz” diye bitirmişti Prof. Dr. Cemal Kafadar sözlerini 8 Temmuz’da. Kendisine “Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi”nin temeline karşı değil tasarım kararlarına ve uygulama yöntemlerine karşı bostanları korumak isteyen bir grup kentlinin düzenlediği basın açıklamasında konuşmak düşmüştü. Bütün bu eylem ani karar verilmiş ve organik bir biçimde oluşturulmuş bir basın açıklamasıydı, çünkü bundan bir gün önce söz konusu alana gidenlerin gördükleri fotoğraf karşısında sessiz kalmaları güçtü ve bu tasarıma yapıcı önerilerle itiraz edilmesi gerekiyordu.
6 Temmuz 2013 Yedikule Bostanları'ndaki çalışma. Fotoğraf: Ali Taptık
Bir takım iş makineleri surların önünde, bostanların ortasında uzaydan inmiş araçlar gibi duruyorlardı. Yarısı “örtülmüş” bahçenin yeşil olan kısmında bir kadın boyundan uzun bitkiden aceleyle bir şeyler topluyor, çocukluğu İstanbul’da apartmanlar arasında geçmiş ben, çevremde olup bitene aldığım mimarlık eğitimi doğrultusunda anlam vermeye çalışıyorum, ve o bitkinin fasulye olduğunu öğreniyorum. Bostanların örtülmesinin nedeni kot yükseltmek. Park düzenlemesi yapılacaksa, neden kot yükseltiliyor? Neden o canlı toprakların üstüne renginden ölü olduğu belli, içinde çuval ve beton parçaları olan bir toprak örtülüyor? Neden Yedikule Konakları’nın duvarında normal zeminden 1,5 metre yukarıda kırmızı spreyle işaretlenmiş bir nokta var? Neden şimdi Temmuz’un ortasında ürün verirken yapılıyor bunlar? Bu soruların yanıtlarını hâlâ anlamaya çalışıyorum.
Başlıkta geçen duvarlardan biri Theodosian Surları, 1500’den fazla yıllık geçmişe sahip dev boyutlu yapılar. UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alan; restorasyon çalışmaları gerek tasarım süreçleri, gerek de finansal yönleriyle hep tartışma yaratmış bir anıt. Öteki duvarlar ise surlara göre çok daha yeni. Sürekli yıkıp yeniden inşaa etmeye kendisini dayamış bir ekonominin simgesi haline gelmiş, kentsel yenileme alanlarına “Yedikule Konakları” gibi tepeden inme projelerle inşa edilen kapalı sitelerin duvarları. Bostanların bir bölümünün aralarında sıkıştığı bu iki duvara iyi bakmak neden bu noktada olduğumuzu anlamamız için yeterli.
Fatih Belediyesi, Yedikule Mahallesi’ne bağlı bir alanda yer alan 1633 ve 2454 gibi numaralı ada olarak anılan araziler, tarihçiler için İsmail Paşa Bahçesi ya da Hazinedarbaşı Bostanı, Yedikuleliler içinse Kezban ablanın, Hasan abinin bostanları. Karşısında korumaya çalışılan proje ise sorunu aktarmayı daha da zorlaştıran bir ada sahip: “Yedikule Kapı-Belgrad Kapı arası Park ve Rekreasyon Alanı Düzenlemesi”. Fatih Belediyesi tarafından yayımlanan proje broşüründe geçen işlevler (restoranlar, kafeteryalar, basketbol sahaları, jimnastik alanları, bisiklet parkuru, ıslanma havuzu) bir parktan çok bir sosyal tesisi andırsa da adındaki “rekreasyon” sözcüğünün nedeni budur belki...
Sur içinde kalan kısımlarını park ve rekreasyon projesinin örteceği tarihi Yedikule Bostanları sur içi ve sur dışında 50 ila 100 metre aralığında Sur Koruma Bandı olarak tanımlanmış kentsel sitin içerisinde yer alıyor. Büyük bir bölümünün mülkiyet hakları (belli parsellerde tartışmalı olsa da) Fatih Belediyesi’nde bulunan bostanlar, ecrimisil ödeyen ve genellikle Kastamonu bölgesinden gelmiş bostancılar tarafından çalışılan topraklar. Suları, anıtsal değer taşıyan ve Bizans zamanından beri yaklaşık aynı yerde yer alan, derinlikleri 12 ile 28 metre arasında değişen örme taş su kuyularından çekilen bu bostanların yıllık 10 tonu bulan mahsulleri çevre pazarlarda satılmakta. Bostancıların bir kısmının 3 nesildir çalıştığı bu kentsel tarım alanı yaklaşık 100 kişiyi istihdam ediyor. Yaşayan topraklarını, üretim veren kentsel tarım alanlarının ekonomik potansiyelini kimse düşünemiyor.
1807 tarihli haritada Yedikule Bostanları, F. Kauffer ve I.B. Lechevalier
Yasalara ve yönetmeliklere bakıldığında İstanbul’u yönetenler tarafından bostanların kendi iktidarları döneminde hazırlanmış kurallarca 2012’e kadar korunduğu görülüyor: 2005 tarihinde kabul edilmiş “Tarihi Yarımada (Fatih) 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı ve Plan Notları”nda “Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alıp da günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları korunacaktır” ve “Hazırlanacak kentsel tasarım-peyzaj projelerinde, Tarihi Yarımadanın kimliğine uygun, ekolojik etütler yapılacak, mevcut yeşil dokusu korunarak, Tarihi Yarımada ve İstanbul ile özdeşleşen bitki ağaç türleri ile peyzaj kalitesi zenginleştirilecek, mevcudiyetini devam ettiren tarihi bostan alanlarının tarımsal karakteri korunacaktır” ibaresiyle korunan bu bostanların üstüne kurulmuş ilk kapalı site “Yedikule Konakları”. 2007 tarihinde mahkemece iptal edilen bu plan notları, 2012’ de yeniden düzenlendiğinde bostanlar için “Sura bitişik alanlardaki 1875 tarihli haritada yer alan günümüze kadar mevcudiyetini devam ettiren bostan alanları yeşil alan bütününde tematik olarak değerlendirilecektir” diyor. Bütün bu yeniden düzenlemeye neden olan 5366 sayılı yasaya dayanarak Bakanlar Kurulu tarafından 13.09.2006 tarihinde, özellikle Yedikule Bölgesi’ni ‘yenileme alanı’ ilan eden karar. Bu kapsamda 25.06.2013 günü II. Yenileme Anıtlar Kurulu’nun kamuya yayılmamış, ancak Radikal Gazetesi’nde Elif İnce ve İdris Emin’in haberiyle açığa çıkan kararında parkın dahil olduğu parsellerin imara açıldığı da görülüyor. Tekrar tekrar farketmemiz gereken yerellikten uzak yönetim anlayışının, kente dikte ettirdiklerinin bizleri nasıl bozuk bir kurguyla baş başa bıraktığı. Böyle bir durumda kendi aramızda konuşmamız bile zorlaşıyor. 5 Temmuz tarihli II. Yenileme Anıtlar Kurulu onayı ile uygulamasına başlanan ve Tarihi Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi’nin çabaları ile revize edildiği iddia edilen projenin ilk tanıtım broşürü “halk arasında spor bilincini arttırmak ve yaygınlaştırmak” ve “sporu daha erişilebilir ve 365 gün yapılabilir hale getirmek” gibi ifadelerle dolu. İstanbul’un 2020 olimpiyatları için başvuru dosyasında yer alan “Golden Gate” (Altın Kapı) spor kompleksiyle bağlantısının farkına varıp olimpiyatların İstanbul için daha nasıl tehlikeler yaratabileceğini düşünmemiz gerekli.
Yedikule sur içindeki bostanlar, yaklaşık 1890'lar. Fotoğraf: Guillaume Berggren
Sözünü ettiğimiz park ve rekreasyon alanı projesinin şimdi üzerleri örtülmüş bostanlara çok yakın iki blokta yaşayanlar için ciddi bir aciliyeti var: Bostanların ışıklandırılmamış, bakılmamış, korunmamış, adeta göz ardı edilmiş bu alanın ufak çaplı kriminal eylemlerin sürdüğü bir mekâna dönüştüğünü, özellikle Yedikule sahil şeridine inmek için Yedikulekapı’ya bağlanmanın mümkün olmadığını ifade ediyor “mahalleli”. Bir ağızmışçasına Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in bu alanın tarihi ve ekolojik değerini anlatmaya çalışan bir grup insana ve olan bitene taraflı bir şekilde bakan basın mensuplarına sunduğu argümanlar da bunlar; sanki bostanları koruma girişimi çevrenin iyileştirilmesini istemiyormuş gibi konuşuluyor.
Kutup Planlama tarafından tasarlanan projenin üç boyutlu görselleri güvenli yaşanabilir bir alan gösterse de bütün bu düzenlemenin kentsel-tarım arazileri ile bütünleşik bir biçimde yapılabileceği de açık. Tasarımcıların bostanları korumadan, peyzajın bir parçası olarak düşünmeden, inşaat maliyetlerini de göz önüne alacak yönetimsel çözümler önermeden sıkıcı geometrik düzenlerle çizdikleri proje, tasarım etiği konusunda lisans derslerinde derinlemesine tartışılması gereken bir vaka oluşturuyor. Tasarımcının sorumluluğu kime karşıdır? Mal sahibi ya da iş verene yani sermaye ve iktidara mı? Yoksa tasarladığı mekânlarda yıllarca yaşayacak insanlara mı? Yoksa geçmiş nesillerin birikimine ve gelecek nesillerin taleplerine mi? Uzmanlık alanı ne olursa olsun mimarların ve planlamacıların yükümlü oldukları, bu karmaşık ilişkiler ağını derinlemesine analiz etmek ve mesleklerini kente karşı sorumluluklarının bilincinde icra etmek değil mi?
Tarihi Yedikule Bostan Okulu'nda Korkuluk Atölyesi. Fotoğraf: Ali Taptık
Tarihi Yedikule Bostanları Girişimi’nin her türlü kanaldan kurmaya çalıştığı diyalog sürecinin de etkin olamaması üzücü. Fatih Belediye Başkanı’nın Hürriyet gazetesine verdiği “tarihçi hocalarımız bizi uyardı, biz de projede revizyon yaparak 8 tane 100 m2 bahçe ekledik” sözleri 85.000 m2’lik alanın yarısından çoğunun bostan olduğu düşünüldüğünde, Belediye başkanının diyalog anlayışının göstermelik jestlerle medyanın gözünü boyamaktan öteye gitmediğini gösteriyor. Aslında katılımcı bir süreçle tasarlanabilecek bu alanın bostan, tarım, park ve rekreasyon hatta spor işlevlerini birlikte yerine getirebileceğini hayal etmek kolay. Zor olan böylesi bir projenin uzun vadede Yedikule Konakları’na sosyal tesis niteliği taşıyacak bir parktan daha çok “kâr” getireceğine tarafları ikna etmek. Sorumluluk, bu noktada, mimarlık eğitimleri boyunca Turgut Cansever gibi mimarların işverenlerini daha iyisini yapmaya ikna ettikleri projelerin anlatıldığı okullarda okumuş mimarlara düşüyor.
Yrd. Doç. Dr. Burcu Yiğit Turan’ın Yedikule Bostanları Girişimi tarafından yayımlanan Peyzaj Raporu’nda da belirttiği gibi Türkiye’nin 2003 yılında imzaladığı Avrupa Peyzaj Sözleşmesi’nin “uygulama rehberi (2008)” uygulamalara dair açıklamalarında ilgili bilimsel alanlardaki peyzaj kavramı ve çalışmalarına ilişkin gelişmelerin ve ilerlemelerin dikkate alındığını ve uygulayıcıların da bu gelişmeleri dikkate alarak siyasa, plan, proje üretmesi gerektiğinin altını çizer. Bilim alanlarıyla ilgili olarak öne çıkardığı kavramlar ‘çevresel, kültürel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirlik’, ‘toplumsal, duygusal algı, aidiyet’, ‘çeşitliliğin unsuru olarak özel tarihsel ve kültürel ögeler’ dir. Rehbere göre bu olgular toplumların ve bireylerin özsaygıları, yaşam kaliteleri ve varlıklarının güvencesi için temeldir: “Peyzajlara yapılacak müdahalelerde her aşamada katılım, danışma, fikir toplama ve onay alma mekanizmaları işlemelidir.”
Yedikule Bostan Okulu'nda Arkeobotani Atölyesi. Fotoğraf: Sevgi Ortaç
İlköğretim okullarında çevre eğitimini tartıştığımız bir zamanda ileride daha da sıkışık bir alanda yaşayacak gençlerin yediklerinin topraktan nasıl yeşerdiğini yerinde görebilmeleri için büyük bir fırsat olduğunu anlamamız gerekli. Toprağın bilgisini almazsak üretim süreçlerinden Hızla kopmaya devam edeceğiz.
Şu an dünyanın Amerika gibi belli bölgelerinde ciddi sorun oluşturan obezite gibi çeşitli hastalıklara maruz kalacağız ve bu kültürü pekiştireceğiz. Defne Koryürek bir konuşmasında “İnsan İstanbul’da aç kalır mı?” diye sormuştu. Ballard’dan çıkabilecek bir bilimkurgu öyküsünü değil içinde yaşadığımız deprem riskini düşünmemiz, belki de oluşabilecek büyük çaplı bir felakette bu kentsel tarım alanlarının potansiyelini fark etmemiz için önemli. İstanbul’a ancak New York ve Hong Kong gibi şehirlerdeki bostan uygulamalarını, hali hazırda Aachen Üniversitesi, İTÜ, Bilkent, Okan Üniversitesi gibi akademik kurumların yürütmüş olduğu çalışmaları inceleyip, bütün paydaşların çıkarlarını gözetecek bir proje yapmak olanaklı. Bu noktada gerek belediyelerin, gerek onlara hizmet veren mimar ve planlamacıların, gerekse de bu kenti paylaşan bireylerin bu resme iyi bakıp harekete geçmeleri ve bostanların üzerindeki örtüyü kaldırmaları gerekiyor.
Bu yazı, YAPI Dergisi 382 Eylül sayısında yayımlanmıştır.