İki bölge, iki şehir. Eskiden de varlardı. İpin ilk ucu, ortak bir tarihin izini sürmüş olmaları. 19. ve 20. yüzyılda daha da hissedilen bu ortak tarihin ön plana çıkardığı, birbiri ile benzeşen, insanları sürekli yer değiştir(il)miş ve böylece kültürlerin çoğalmasına, etkileşimine farklı yönlerden sebep olagelmiş iki bölge ve barındırdığı iki şehir: Savaş, yıkım, göçler, baskılar ve egemenliklerin şekillendirdiği, tarihin görece az değer verdiği topraklarda kurulan. Coğrafyası 20. yüzyılda daha fazla ayrışmış ve belirli sınırların gerisine çekilmiş, kentlerinin kimlikleri, değerleri, sosyo-ekonomik yapıları ve insanları sınırların ardında az ya da çok değişime uğramış bu bölgelerden ilkidir Kuzeydoğu Anadolu. Kars, onun şehri. Diğeri de Gümrü’dür, Güneybatı Kafkasya’nın şehri. İkisi de aynı kent dokusunun, aynı mimari tarzın, aynı taşın ve işçiliğin yanında, benzer ihmallerin eseridir. Farklı zamanlarda ama aynı insanların yaşadığı, el sürdüğü, taşların şekil verdiği iki kent. Biri Türkiyeli, diğeri Ermenistanlı. Toprakları birbirine değen, adım atıp ötekine geçmenin epeydir yasak olduğu…
Kars, 1878-1918 yılları arasındaki 40 yıllık Çarlık Rusya hakimiyeti döneminde Anadolu’daki ilk imar uygulaması ile tanışmış. Avrupalı mühendis ve mimarların planladığı ızgaralı yol sistemi boyunca uzanan taş binaların cephe işçiliği için Ermenistan’dan getirilen ustalar çalışmış, yöre taşı, ustalığı ve Avrupai tarzdaki mimari birleşerek özgün bir kent dokusu yaratılmış. Kimi uzman ve yerel tarihçi bu dokunun “Baltık mimari” tarzında olduğunu savunsa da literatürde pek karşılığını bulamaz bu sav. O dönemden günümüze kalan yaklaşık 400 tescilli yapı, değişen kullanımları, çeşitli eklemeler, iç müdahaleler, kent bilinci ve kültüründeki yıpranmalar, göçler, kaynak ve yönetim eksiklikleri, yöresel mimari ve taş kullanımının tükenmeye yüz tutması, aşırı betonlaşma ve bir yığın ihmalin etkisiyle yıkılacakları günü beklemekte. İçlerinde başarılı restorasyon süreçlerinden geçmiş şanslı birkaç örnek yapıyı saymazsak neredeyse hepsi…
Gümrü ise Rus egemenliğinden kalma ızgara planlı fakat daha yaygın kent dokusu ve ülkesinin ikinci büyük kenti olmasının verdiği ölçek üstünlüğüyle Kars’ın bir yaş büyüğü. 1988 depreminin yaraları hala kendini belli ederken kent, sosyo-ekonomik açıdan geri kalmışlığı ve tarihi kent dokusundaki köhnemeye bakıldığındaysa Kars’la aynı yaşta. Ancak yöresel mimarinin ve taş işçiliğinin hala yapılıyor olması, betonarme yapıların dış cephelerinde bile geçmiş mimari tarzlara öykünme ve yer yer yenilik katma çabalarının görülmesi, kent siluetine duyulan saygı gibi nedenler, ortak mimari kültür ve kent dokusu bakımından Gümrü’yü Kars için örnek bir inceleme alanı yapıyor.
Hal böyle olunca, geçmişe tanıklık etmiş bu iki önemli kent -aynı zamanda bölgenin birbirine en çok benzeyen kentleri olarak- günümüzde birçok yerel ve bölgesel çalışmaya ev sahipliği yapıyor. Bu çalışmaların kültürel mirasa dokunan son örneği, temel aktörleri Türkiyeli ve Ermenistanlı taş ustalarından oluşan ve iki ülkenin, iki kentin ortak tarihi niteliğindeki taş ustalığı kültürünü odağına alan ve bir hafta boyunca Gümrü’de sürdürülen “Taş Ustalığı Atölye Çalışması” (İngilizce adıysa “Crafting Peace”) idi. Projenin fikir babası olan ve aynı zamanda 10 yıl boyunca bu yörede kültür politikaları ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri üzerine mesai harcamış İhsan Karayazı’ya göre projenin İngilizce adında geçen barış kavramı, projenin teknik bir bilgi takası ve uygulamadan ibaret olmadığının kanıtı. Kültürel mirası soyut yönleriyle de ele almayı hedefleyen proje, ortak bir mimari kültürün peşine düşerken sınır engeline takılmadan yeniden yaşatmayı, iletişim ve etkileşim çoğaltmayı, yerel iş birlikleri geliştirmeyi de meramına katmakta.
Kars Şehir ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (KaşKa), Kent Araştırmaları Merkezi (City Research Center - CRC) ile Kafkasya Kültürleri Araştırma Merkezi ortaklığında ve HasNa, German Marshall Fund ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ankara Büyükelçiliği’nin desteğiyle yürütmekte olduğu projenin ABD’ye yapılan teknik gezi ve bilgilendirme odaklı ilk etabının ardından ikinci adımı Gümrü merkezli bu atölye süreciydi. HasNa Vakfı tarafından organize edilen Amerika`daki etap kapsamında katılımcılar hem Washington DC`de iletişim becerileri ve itilaf çözümleri eğitimleri aldılar ve pek çok taş uygulama örnekleri ve atölyesini ziyaret etme olanağı buldular. Washington DC, hem başkent olması itibarıyla görkemli taş binalar ve anıtlar-heykeller içermesi hem de birçok farklı etnik grubun birlikte yaşıyor olması itibarıyla katılımcılar acısından ilginç bir tecrübe olmuştur.
İkinci adımı oluşturan Gümrü merkezli atölye süreci ise bir haftalık bir programla projenin ikinci sınır ötesi ayağını oluşturdu. Bu atölyenin ayrıntılı içeriğine “Taş Kalpli Şehirler” başlığından ulaşılabilir. Gümrü’de yürütülen atölye sürecini Kars’ta başlayan yolculuğundan başlayarak gözlemler, fotoğraflar ve deneyimler üzerinden günce tutar gibi aktardığım o yazı bir yana, atölye sürecinde taş işçiliği ve kültürel miras üzerinden iki bölgenin iki şehrini yanyana koyup baktığımda bir iade-i itibar gün yüzüne çıkıyor, sonuna bir de hayal ekleyerek…
İade-i İtibar
Küçük ölçekli ve sınır ötesine uzanan bu projenin Gümrü ayağı bir hafta boyunca iki şehrin, iki bölgenin ortaklığını, yakınlığını, mimari ve kent dokularından başlayarak bambaşka boyutlarıyla bir avuç insanın belleğine kazımasını bildi. Yöre taşlarının ticareti ve yerel mimaride kullanımı konusunda yerel işbirlikleri kurulmasını sağladı. İki bölge ve şehrin teknik, beşeri, yönetsel ve kent yaşamı bakımından bugünlerinin karşılaştırılmasını, dersler çıkarılmasını sağladı. Projenin bir sonraki hedefiyse bu adımların Kars’taki kent dokusunun, tescilli yapıların korunması ve restorasyonunda hayat bulabilmesi, farkındalık yaratabilmesi, yerel aktörleri bu amaçla bir araya getirebilmesi, yeni eylemler geliştirilmesi. Bu hedeflerin tek cümleyle ifadesi ise “taşa, hak ettiği değerin iadesi”.
Projeyi başından sonuna iki bölgenin iki şehrinde tecrübe eden, gözlemleyen biri olarak tüm resme kuşbakışı baktığımda her iki ülkenin de zoru başardığını düşünüyorum, bir farkla: Biz kentlerimizde daha çok kötü olanda ısrarcıyız, onlarsa iyi olanda. Biz kentlerimizin meydanlarına, siluetine, dokusuna, mimari geleneğine, heykel ve çeşmelerine, kültürel yansımalarına, zanaatlarına nasıl bakıyorsak, onlar da öğle bakmamayı becerebiliyor görece fakir koşullarına rağmen... ve bir hayalle ayrılıyorum sınırın ötesinden: Kars’taki Ani antik kentinde, iki ülke arasındaki doğal sınırı çizen Arpaçay nehri üzerinde ayakta kalan tek bir köprü vardır bugün. Her iki ülkede birer ayağı kalmış, geçit kısmı yıkılmış olan İpek Yolu köprüsüdür bu. İki ülkenin bugünkü halinin resmi gibidir, dile gelse uzun uzun anlatır. Bu geçidi iki ülkenin ustalarının birlikte örebildiği, üzerinden geçilebildiği gündü hayalim, zoru aynı anda başardığımız gün. Bugün biri diğerinden daha başarılı olsa da, taşa ve taştan yapılanlara hak ettiği değer işte o zaman verilmiş olur, iki bölgenin iki şehrinde, aynı zamanda. Belki o zaman, Arpaçay’ın bile rengi değişir…
Bazalttan, pembe-siyah tüften yapılar bu yörenin sessiz tanıklarıdır. Onlar dile gelemezken konuşmalarını beklemek olmaz…