İçgüdü ile Pazarlama Arası Bireysellik

Bu yazı, daha önce Yapı Dergisi'nin 259. sayısında yayınlandı.

İnsanoğlu doğuştan kendine dönüktür. Kendini görmek için aynaya bakmaktan başlayarak, kendini göstermek için, gücü yettiğince yapmayacağı şey yoktur. Tek başına söyleyeceği birşey yoksa bir kümeyle birlikte ortaya çıkmak, belirgin, güçlü ve zengin olmak ister. Küme büyüdükçe isteklerin paylaşılabilirliği artacak, kuşkusuz, bireyselliği azalacaktır. Küme küçükken sanat dediğimiz seçkin üretim, büyüdükçe zanaat gibi bir yaygınlığa dönüşür. Toplumların yaşama, üretme, düşünme ve isteklerinden oluşan yumağa “kültür”, yineledikleri alışkanlıklara da “gelenek” diyoruz. Sanıyorum ikincisi de birincinin bir parçasıdır. Beğeni ve koşullanma arasında bağlar olmalı...

Kültür, anonim ve yaygın bir ortaklık olsa da, bireysel söylemin de sanki onun içinden çıkması beklenir. Çelişkilerin içinde dolaşıyoruz gibi... Yani yenilik, deneysellik ve bireyselik ilkel ortamda, halk sanatı içinde kendisine bir yol ararken, uygar ülkelerde sanki onun dışına çıkmak zorundadır gibi... Bu nedenle aykırılık, var olanı yok etmek gibi söylemlerle ilgi çekerler. Yüzyıl önce teknoloji ve yaşamın yeni yapılaşmasıyla doğan modern mimarlıktan ve otuz yıldır çeşitli, tutarlı/tutarsız söylemlerden sonra, bu kez de gelişen teknoloji ve artan finansman olanaklarıyla, yine devrim niteliğinde, yeni yaklaşımlar önerilmektedir. Yaşamda da kuşkusuz sürekli bir evrimin içindeyiz.

Sanıyorum yerinden oynayan taşlar, farklı ekonomilere göre bir yerlere oturacak veya arayışlar bir zaman daha sürecektir. Maliyetin yönlendiriciliği tartışılamaz. Konumuz özellikle Türkiye’deki yaklaşımlar içinde bireyselliği tartışmaktır.
Toplumları bir arada tutan, akılcılık yoluyla bir yerde buluşmak olmalı... Yaşamın her kesiminde olduğu gibi, rasyonel yaklaşım, sanırım mimarlıkta da birçok sorunu sırtlanır. Duyarlı mimarlar modern mimarlık geleneği içinde bu dönemde de çok başarılı yapılar yaptılar; doğal eğitim de bu zeminde sürdürülüyor. Bunun çok sağlam kanıtlarını, son yılların mimarlığından örneği  bu kez İzmir’den verelim. Erbil Coşkuner ile Sedef Tunçağ’ın tasarımları ve Orhan Erdil’in yapıları en gelişmiş ülkelerde bile saygı görecek ürünlerdir. Türkiye ortalaması bu düzeye biraz yaklaşabilse bir harika olurdu. Görüntüler, özgün bir tasarımdan doğuyor, dünyada dolaşan imgeleri izlemiyor.

Ankara’da kamu yarışmalarının getirdiği zoraki akılcılıktan kurtulan mimarlar -özellikle İstanbul ortamı- bireysellik arayışına geçtiler.

Türkiye’de bireysellik gündeme getirilse de bunun nasıl bir yaklaşım gösterdiği konuşulacaktır. Yenilik adı altında son yirmi yıl kuşağı kışkırtılıyor; bunun nasıl birşey olduğunu dışarıda aramaya, örnekler seçmeye itiliyor. Öte yandan, yeninin/bireyselin bize göre ne olduğu tartışılmıyor ama adaylar yaratılmak isteniyor.

İçgüdüsel veya Gerçek Bireysellik

Mimarın içinde, ürününün beğenilmesi, sonra da, onun anlaşılmasını isteyen bir duygu olmalıdır. İyi bir eğitim ve deneyim sonucu bu duygu, bilinçli bir istek niteliğine ulaşır. Bu istek, yapısına göre akılcı veya içgüdüsel bir yaklaşıma yönlendirir mimarı.

Daha coşkulu olanlar da, modern mimarlık gelenekselinde farklılıklar, özellikler peşinde yaşarlar veya ona karşı söylemler üretir, özgün sonuçlar ararlar. Aslında her mimar arayış içinde olsa da, rasyonelin dışında kalanlar akılcılıktan kopmuş, gerçekten arayış ortasında olmalılar. Onların önünde ciddi sorunlar olduğu kesin. Arayışın bilgiyle gelişmiş bir içgüdüyle yapılması ile, bilgisiz ve bilinçsiz denemeler, aktarmalar veya proje piyasasında üst düzeyde yer kapmak için yapılan girişimler, olumlu ve olumsuz iki ucu göstermektedir. Birisi bilinçli bir dürtü, öteki şarlatanlığa kadar açık bir davranış.

Sanıyorum bireysel bir söylem veya anlatım için yeterli hazırlığı ve hayal dürtüsü olanlar, bundan, kendilerinden hattâ piyasadan tepki görseler dahi vazgeçemezler. Birkaç olumsuzluğu sıralamak istersek... Yarışmalarda, özellikle her konuda birlikteliğe şartlanmış ülkemizde jürileri inandırmak çok zordur. Jüri üyeleri genellikle yarışma önerilerindeki ağırlıklı davranışın etkisinde kalırlar ve egemen (onların deyişiyle) “çözümün” en iyisini bulmaya çalışırlar. Bireysel bir yaklaşımı, alışılmamışı seçmek, kazandırmak ve savunmak çok zordur... Eleştirmenler de düşüncelerini Batı’dan besledikleri için, uluslararası bireysel örnekler onlar için çoğu kez daha geçerlidir. Bu etkilenmeyi üstümüzden tamamen atmak olanaksız gibidir. Yalnız böyle bir ortamda bireysel başarının kanıtlanması, uluslararası ortamda son zamanlarda ilgi gören bir bireysele benzemek anlamına gelmektedir. Bu da amaca ters düşen bir çelişki olmuyor mu?

Ayrıca, başka bir bireysele benzeyen bireysellik kolayca kendini gösteriyor, itiraf ediyor. Çünkü bir tasarımı bireysel yapan, çoğu kez içeriğinden çok görünüşü, onu oluşturan ayrıntıları ise, görsel öğelerin yinelenmesi, neyin nereden geldiğini inkâr edilemez kılıyor. Kuşkusuz, bir örneği olduğu gibi yineleyenlerin de bulunması üzücüdür.

Ülkemizde ya mesleki dayanışma ya da kültürümüzün gereği olarak, yüzüne karşı değil, arkadan konuşma, yinelemelere göz yummaya dönüşüyor. Bireysellik uğruna bu huyları edinmiş mimarlar, belki “herkes bir alıntı peşinde, hiç olmazsa ben en yeniyi, en çarpıcıyı seçebiliyorum” diyebilmektedir.

Pazarlama Amaçlı Bireysellik

Sanıyorum, bütün dünyada ve uluslararası düzeyde uygulanan bir girişimdir. Nasıl, İskenderiye şehrini tasarlayan, işi, acayip kıyafetlere girerek, göze çarparak “size yakışan görkemli projelerim var” diyerek Büyük İskender’den koparmışsa, başkaları da şaşırtıcı söylemlerle şöhret olmuştur. Kuşkusuz yapılarından çok, yaptıklarıyla çarpıcı, aykırı sözleriyle üne ulaşmışlardır. Benim kuşkum, her konuda olduğu gibi bizim alanımızda da küçüklü, büyüklü birçok sapmanın yaşandığıdır.

Nasıl ki, tarihte egemenler, sonra da iş dünyası, itibar kazanmak veya kazandıklarını sürdürmek için herkesin görebileceği bir yere anıtlar dikmek istemişlerse, küçükler de aynı düşünceyle güçlerinin yettiği kadar hayranlık uyandıran yapılar peşindeler.

Bir yanda büyükler “en yüksek, en pırıltılı kuleyi kim dikecek?” diye, öte yanda büyümekte olan küçükler de kendi aralarında yarışmaktadırlar. Başka yönleri parasal güçlerinden daha kısa olanlar -genelde insanoğlu- kendi gücüne göre bu istekle yanıp tutuşur... Bu isteği yanıtlayacak sihirbaz, çevrede görülmemiş, görenleri hayran bırakacak yapı için mimar aranıyor.

Bu nedenle mimar da kendini gösterecek, arananın kendisi olduğunu kanıtlayacak imgeler peşinde olacaktır. Mimar böyle bir tasarım için en uygun kişi değilse de, sahnede şaşırtıcı beceriler gösteren, anlaşılması güç söylemler yayınlayan küçük bir dâhi olmalıdır. Tıpkı sihirbazların gösteri bittikten sonra özel yerlerde satılan araçlarını bırakıp sıradan biri olarak eve gittikleri gibi, yayınlar içinde amaca uygun örnekler arayan mimarlar kendilerini iyi bilirler.

Ressam karnını doyurmak zorundadır; mimar ek olarak, müşterisiz yapı yapamaz, müşterisiz yaşayamaz. Bu durumda ortama uymak zorunluluğu var. Bir ressam, resimlerini satabilmek için kendi yaklaşımından müşterisinin koşullanmaları yönünde bir sapma gösterdiğinde para kazanır ama sanat karşısında itibar kazanamaz. Bunun gibi, mimarın piyasaya veya bir kısım isteklere uyum sağlamasının iş almak ve müşteriyi mutlu etmek için iyi bir yol olduğunu, hele Türk burjuvazisinin (!) ithal yaklaşımlara olan tutkusunu biliyoruz. Fakat, bu bireysellik yaklaşımı değil, küçük veya büyük piyasacılıktır.

Yenilik, Söylem ve Bireysellik

Biliyorsunuz, modern mimarlığa kadar yaşamda ve teknolojide değişim süreci çok yavaştı. Yenilik ise yerel ve klasik öğelerin az farklarla düzenlenmesi demekti. Çağımızın başındaki köklü değişimin mimarlıkta da yaşanılması kaçınılmazdı. Nitekim eskiye bağlılığı ve moderne direnmeyi uzun yıllar kıramadık. Hattâ, toplumlara eskisi gibi baskı uygulamak isteyen diktatörler de bu direnmeyi kışkırttılar. Aramızda hâlâ direnenler var ve çeşitli tanımlar altında itibar da görüyorlar.

Buna karşılık, modern çağda her şey hız kazanmış olsa da, yaşamın süreklilik yanı yaşanması zorunlu bir sürecin dışına çıkamıyor. Ayrıca tasarımcıyı işini yapamaz hale getiren söylem artışı da neredeyse tasarımın önüne geçti. Bu nedenle son 30 yıldır, yapı olmadan mimarlık, söylem gibi (spekülatif) düşünceler dahi mimarlık ortamında dolaştı. Çok kez tasarımı, yüzyılların birikimi temel nitelikleri bir yana bırakıp, yenilik için örnek arayanlardan söylem, bireysellik beklemek fazla iyimserlik olmuyor mu?

Aslında beklemenin pek zararı yok. Belki yararı bile var. Ama yineleme yoluyla bu niteliklerin gerçekleştirildiğinin sanılması ve mimarlık ortamında yanlış değerlendirilmesi zararlıdır diye düşünürüm.