Esenyurt’ta inşaatı devam eden
MarmaraPark Alışveriş Merkezi projesinde çalışan 11 işçinin
kaldıkları çadırda çıkan yangın nedeniyle ölmesi üzerine yeniden gündeme gelen
'iş güvenliği ve sağlığı' konusu, tartışılmaya devam ediyor.
Radikal İki yazarlarından Ahmet
İnsel'in konuyla ilgili yazısı:
***
Başbakan’ın sık dile getirdiği bir övünme konusu var: Partisinin iktidara
geldiği 2002’de dünyada en büyük ekonomi sıralamasında 26. olan Türkiye’nin,
sekiz yıl sonra 17. sıraya yükselmesi. Eylül 2011’de İstanbul’da toplanan Dünya
İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi’nin açılış konuşmasında da bunu tekrarlamıştı.
Hatta IMF öngörülerine göre, 2011 sonunda Hollanda’yı geçip Türkiye’nin 16.
sıraya yükseleceğini iftiharla belirtmişti.
Ya iş güvenliği?
Bir başbakanın ülkesinin iktisadi büyümesinden memnuniyet duyması ve
hükümetinin yürüttüğü politikalar için bunu bir başarı göstergesi olarak
kullanması doğaldır. Ancak söz konusu kongrenin Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO) ve Uluslararası Sosyal Güvenlik Kuruluşları’nın işbirliğiyle, Çalışma
Bakanlığının ev sahipliğinde gerçekleştiği dikkate alınırsa, ana konunun dünyada
GSYİH sıralamasında Türkiye’nin kaçıncı olduğundan ziyade, ülkenin iş güvenliği
açısından dünyada kaçıncı olduğunun belirtilmesi beklenirdi.
Bir ülkenin GSYİH’nın büyük olması ile o ülkede yaşayan insanların ortalama
refah seviyesinin yüksek olması arasında doğrudan değil, dolaylı bir bağ vardır.
GSYİH büyüklüğünde, büyüme hızı kadar nüfus artışı da belirleyicidir. Bu
nedenle, yoksulluğun çok yoğun ve yaygın olduğu Hindistan, Türkiye’den daha
büyük bir ekonomidir. G20 sıralamasında Türkiye’nin beş sıra önünde yer alır.
Ama kişi başına gelir olarak bakıldığında, her ikisi de çok daha geri sıralara
düşerler. Eğitim ve sağlık göstergelerinin de değerlendirmeye katıldığı dünya
insani kalkınma sıralamasında ise madalyonun ters yüzü tüm çıplaklığıyla ortaya
çıkar. 2009’da insani gelişmişlik sıralamasında Hindistan 134’üncü, Türkiye
76’ıncı sırada yer alıyordu.
Bu insani kalkınma göstergeleri arasında, iş kazaları ve mesleki hastalıklar
verileri yer almıyor. Bunların da insani gelişmişlik göstergelerine dâhil
edilmesi, büyümenin insani maliyetinin daha fazla dikkate alınmasına yol açacak.
Alternatif bir iktisat anlayışını savunanlar, büyümenin neden olduğu çevre
zararları kadar, vahşi büyümenin yarattığı iş kazası ölümleri, sakatlıklar ve
ölümcül meslek hastalıklarının da GSYİH’nın hesaplanmasında dikkate alınmasını
öneriyor. Bu amaçla Birleşmiş Milletler bünyesinde bir çalışma birkaç yıldan
beri sürdürülüyor.
Sondan üçüncü
Bugün ILO 82 ülkede iş kazaları istatistiklerini karşılaştırmalı olarak
yayınlıyor. Bu verilere bakıldığında Türkiye’de, sigortalı işçi başına iş
kazalarında yaşamını yitiren işçi oranı yüz binde 15,3. Bu sayı az görünebilir.
Ama Cezayir ve El Salvador’dan sonra sondan üçüncü yapıyor Türkiye’yi. AB
istatistiklerine göre de, Türkiye’de iş kazalarında ölen işçi oranı AB
ortalamasının yedi katı. Bu verilere kayıtdışı çalışmanın neden olduğu kazaların
büyük çoğunluğu dâhil değil. İşveren, suçunu örtbas etmek için, kazadan hemen
sonra çalışanı alelacele sigorta yaparsa dâhil oluyorlar. Esenyurt’taki şantiye
yangınında ölen iki işçinin sigorta kayıtlarının ölümlerinden sonra gece
yarısına doğru internetten yapılması gibi. Galiba bu konudaki tek örnek değil.
Başbakan’ın çelişkisi
Türkiye ekonomisi hızla büyüyor. Başbakan 2023’te dünyanın en büyük 10.
GSYİH’na ulaşmamızı arzuluyor. Buna karşılık, örneğin iş güvenliği konusu ve
özel olarak ölüme veya kalıcı sakatlığa neden olan iş kazaları oranı söz konusu
olunca dünyada en alt sıralardan hızla üst sıralara çıkmamız konusunda somut bir
hedeften bahsetmiyor. Hükümet, yukarıdaki ILO sıralamasında 82 ülke arasında
sondan üçüncülüğümüz konusunda 2023 için nasıl bir hedef benimsiyor?
SGK iş kazaları ile ilgili verileri bir yıl gecikmeyle yayınlıyor. Ama 13
Mart’ta Çalışma Bakanı kendisine verilen bir soru önergesini yanıtlarken, 2011’i
de içeren bilgiler verdi. Örneğin 2003’te iş kazası sonucu gerçekleşen ölüm
sayısının 810 olduğunu, bu sayının 2011’de 1563’e çıktığını belirtti. Yani iş
kazalarında ölüm oranı dokuz yılda yüzde 92 artmış! Ama önemli olan bunun
istihdama oranıdır diyecekler için hatırlatalım. Aynı dokuz yılda Türkiye’de
istihdam hacmi yüzde 100 artmadı. Sadece yüzde 12-15 arttı. Başka bir ifadeyle
Türkiye istikrarlı ve hızlı büyürken, emek piyasasının düzensizleştirilmesi,
sendikasızlaştırma ya da işverene yandaş sendikalılaştırma politikaları
sayesinde, ölümlü iş kazalarının istihdama oranı hızla büyüdü. Elimizdeki
verilerin 10 milyon civarındaki kayıtlı istihdamı kapsadığını, bir bu kadar daha
olan kayıtdışı istihdamda iş kazalarının durumunu tam bilmediğimizi belirtelim.
Tablo vahim! Bu durumda ILO sıralamasında durumun düzelmesi için, başka
ülkelerin bizden çok daha yüksek bir ölümlü iş kazası artışı performansı elde
etmelerini beklemekten başka çare kalmıyor.
Bakan aynı yanıtta, 2003’te 1451 olan iş kazası sonucu malul sayısının
2011’de 2086 olarak gerçekleştiğini belirtti. Bu artış oranı ölümlü kazaların
artışından daha düşük. Dikkat çekici olan, bakanın verdiği bilgilerde, kayıtlara
geçmiş toplam iş kazası sayısının 2003’ten 2011’e kadar çok fazla değişmediği
görülüyor. Bu iki veri, ölüme yol açan iş kazalarının belli sektörlerde
yoğunlaştığını gösteriyor. Çoğunlukla iddia edildiği gibi, iş kazaları 1 ila 250
işçi istihdam eden küçük ve orta işletmelere mahsus değil. KOBİ’ler toplam
istihdamın takriben yüzde 80’ini gerçekleştiriyor. KOBİ’lerde gerçekleşen iş
kazalarının toplam iş kazalarına oranı da hemen hemen aynı. Buna karşılık bazı
sektörlerde hem iş kazası frekansının hem de ölüme ve kalıcı sakatlığa neden
olan iş kazası oranının yüksek olduğunu görüyoruz.
Son beş yıllık ortalamaya bakıldığında, ölümlü iş kazası dağılımında birinci
sırada inşaat yer alıyor. Türkiye’de ölümlü iş kazalarının üçte biri inşaat
sektöründe gerçekleşiyor. Örneğin inşaat faaliyetlerinde ölüm oranı, kara
taşımacılığının çok üstünde yer alıyor. İnşaat faaliyetleri arasında da en
yüksek ölümlü iş kazası oranı bina inşaatlarında ortaya çıkıyor. Ölümlü kaza
konusunda inşaatı, makine ve metal ürünleri faaliyetleri izliyor. Üçüncü sırada
ise madencilik geliyor. Geçerken hatırlatalım. Zonguldak’taki maden ocağı kazası
sonrası, Tayyip Erdoğan, “Bunun işin doğasında olduğunu, kader olduğunu”
söylemişti.
Benzer bir durum sanki inşaat sektörü için de geçerli. Bu sektör hükümetin
hızlı büyüme politikasında son derece merkezi bir yer işgal ediyor. Birikim
dergisi Ekim sayısında bu durumu “İnşaat Ya Resulullah!” sloganıyla kapağına
taşımıştı. Seçim öncesinde “çılgın proje” olarak lanse edilen Kanalistanbul,
devasa bir inşaat faaliyetinden başka bir şey değildi. Bunları dikkate alınca,
böyle bir büyüme anlayışıyla ölüme ve kalıcı sakatlanmalara neden olan iş kazası
yoğunluğu arasında yakın bir ilişki olduğu ortaya çıkıyor. Başbakan yukarıda
belirttiğimiz kongredeki açılış konuşmasında sanki bu durumdan dolayı biraz özür
diler gibiydi: “Bu tür hızlı büyüme dönemleri, ülkelerin iş güvenliği gibi bazı
kritik hususları gözden kaçırmalarına veya bilinçli bir şekilde ertelemelerine
neden olabilir, ancak Türkiye, bir yandan istihdamı artırırken, istihdam
şartlarını iyileştirme konusundan da hiçbir taviz vermemektedir.’’
Nerede ve kim taviz vermemektedir? Bileniniz, göreniniz var
mı?