Tarih 17 Eylül 2004... Günlerden Cuma ve elbette ki gecenin karanlık saatleri... Türkiye uykudayken şu ünlü gece yarısı yasalarından biri daha uyanık milletvekilleri tarafından onaylanıyor.
Sabahlara kadar uyumayan bir kentte yaşamakla övünen İstanbullular bile bu yasayla kuşaktan kuşağa kentli haklarının ellerinden alındığından habersizler... Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'na son anda eklenmiş geçici 5. madde ile İstanbul'un en özgün alanlarından birine daha ayrıcalıklı imar olanağı sağlanıyor.
Haydarpaşa ile Haren arasındaki kıyı alanında yüksekliği 350 metreye varan ve 240 bin kişilik yeni nüfus yığılmasına neden olacak, 7 gökdelenli ve rekor düzeyde rantlar elde etmeye yönelik bir küreselleşme projesi için özel yasa çıkarılıyor... Böylece Cumhuriyet Devrimi sayesinde 1925 yılında emperyalistlerden alınan Haydarpaşa, 80 yıl sonra aynı işgalcilerin bu kez küreselleşmiş torunlarına adeta armağan ediliyor...
Darbe yasası gibi
Yasa maddesi, ünlü Gar Binası'nın yanı sıra. Haydarpaşa Lisesi (Marmara Üniversitesi), Selimiye Kışlası ve Camisi, Salacak'taki eski kent dokusu ve Kız Kulesi ile noktalanan eşsiz tarihi peyzajla bütünleşmiş kıyı kuşağında kurulmak istenen Dünya Ticaret Merkezini, herhangi bir hukuksal engele takılmadan ve yetkili kurumlar ile duyarlı kesimlerden de gizleyerek gerçekleştirmek için düzenlenmiş...
Bu nedenle en faşist rejimlerdeki darbe yasalarını aratmayacak düzeyde demokrasiye ve bilime aykırı denetimsiz yetkiler tanımlıyor... Belli ki bu yapma tamamlandıktan sonra işlevi de kalmayacağı için geçici denen 5. maddenin ilk fıkrasının birlikte okuyalım: "Mülkiyeti Hazine'ye ait (...) Haydarpaşa Limanı olarak kullanılan taşınmazları (...) Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi (TCDD) Genel Müdürlüğü'ne bedelsiz olarak devretmeye Maliye Bakanı yetkilidir."
Acaba neden Bakanlık değil de sadece Bakan yetkili kılınıyor?
Çünkü yaklaşık 1 milyon m2lik arazinin devri, aslında TCDD'nin hayrına değil, bu kurumun özelleştirilmesinden yararlanılarak satışının yapılabilmesi amacını taşıyor. Bunun için de maliyedeki Cumhuriyet bürokrasisinin olası direnişlerine karşı doğrudan Bakanın imzasıyla satışın gerçekleşmesi hedefleniyor olmalı.
Nitekim yasanın ikinci fıkrası da aynı anlayışı bu kez 'imar izinlerinde devreye sokuyor: "Bu taşınmaz mallarla ilgili olarak imar mevzuatındaki kısıtlamalar ile plan ve parselasyon işlemlerindeki askı, ilan ve itirazlara dair sürelere ilişkin hükümlere tabi olmaksızın, her ölçekteki imar planını yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye, resmen onaylamaya ve her türlü ruhsatı vermeye Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yetkilidir."
Bu hükümle de kent ve toplum çıkarlarını gözeten imar kısıtlamaları ile hukuk devletinin temel ilkesi olan itiraz haklarına ait yasal kuralların tümü geçersiz kılınıyor. Burada yapılmak istenilen yatırımın sadece Ankara kararıyla gerçekleşmesi her yönden güvenceye alınıyor.
Aynı maddenin sonunda ise; "Plan hazırlama, onaylama, uygulama ve ruhsat işlemlerinin Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nca yerine getirilmesi"ni hükme bağlayıp, yerel yönetimleri bile işlevsiz kılarak adeta padişahlık fermanına dönüştürülen yasada, bütüncül planlamasından sorumlu İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin düştüğü durum ise şöyle: "Kesinleşen planlar ilgili belediyelere tebliğ edilir. Bu planların uygulanması zorunludur."
Devlette Kaçırıyorlar
Böylesi bir yasa 21 Eylül 2004 günü Resmi Gazete'de yayımlandığından bu yana, ne Başbakanlık'tan ne de Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'ndan şu merakımızı giderecek bir açıklama var: "Halkın meslek kuruluşlarının ve bilim kurumlarının olası yasal itirazlarını baştan engelleyen bu demokrasi yoksunu düzenlemede, tüm ilgili kurumlarla birlikte belediyeye tam bir güvensizlik üzerine dayalı hükümler, acaba hangi kaygılardan ve beklentilerden kaynaklanmaktadır?.."
Sorunun yanıtı, aslında projenin amacında, biçiminde ve her yerinde...
Bu çağdışı fermanlarını TBMM'den Cumhuriyet Yasası şeklinde geçirmeyi başaranlar, sadece İstanbulluların değil tüm ulusun anılarında yer eden ve tüm vatandaşların hakları bulunan bir tarih ve kıyı kuşağını hukuk devleti yasaları ile kolay kolay küresel sermayeye teslim edemeyeceklerini biliyor olmalılar.
Böylesine acımasız ve ayrıcalıklı bir yatırımın öncelikle bu yer seçimine de ülkenin diğer yasalarının engel oluşturacağını ve diğer ilgili kurumların İstanbul'a karşı kendilerini kadar pervasız davranamayacaklarını da hesaplamış olmalılar.
Yani, devleti yönetenler devletten çekiniyorlar. Sömürgeci projelerini devletin kurumlarından kaçırıyorlar...
Koruma Kurulundan 'ret'
Ne var ki insanlığın ortak değerlerini gözeten uluslararası sözleşmelere de dayanarak kültürel mirasın korunmasında yetkili olan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Haydarpaşa'ya göz koyanların yasasında yetkisiz kılınamadığı için, projeye ilk hayır diyen Cumhuriyet organı oldu...
İstanbul 3 Numaralı Koruma Kurulu, proje müellifliğini mimar Şefik Birkiye'nin üstlendiği öğrenilen ve tarihsel yapıları gökdelenlerle perdelemeye aday Dünya Ticaret Merkezi için Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nca onaylanan imar planlarını uygun görmedi...
Çünkü İstanbul'un Asya yakasındaki bu kıyı kuşağı, Avrupa yakasındaki Tarihi Yarımada ile hem karşı karşıyadır, hem de ortak kimlik değerlerine sahiptir... Arada sadece denizin bulunduğu iki kıtadaki İstanbul silüetini tamamlayan kültürel peyzajıyla, bu kentin Doğu ve Batı uygarlıklarını buluşturduğunun da kanıtıdır.
Buraya dayatılan ve örneğin Uzak Asya'daki sömürge metropollerini tutsak alan finans ve rant mimarisiyle tasarlanmış projenin gerçekleşmesi durumda ise İstanbul artık Avrupa ve Asya kültürlerinin tanışıp birlikte uygarlık yarattıkları kent olmayacak.
Ayasofya'nın, Topkapı Sarayı'nın ve Sultanahmet Camisi'nin karşısında yükselecek bir New York silüeti, kentin kaderini belirleyen şu muhafazakar demokratların (!) da gerçek yüzlerini kuşaktan kuşağa taşımış olacak.
Umarız, ne bu katliam gerçekleşir, ne de muhafazakarlarımız adlarıyla çelişen bu saygısızlıkla tarihe geçerler...