Evrensel'den Nur Özdemir'in haberine göre, Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi (TSBÜ)’nin kuruluşunu da kapsayan torba yasanın 15 Nisan 2015 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla, Marmara Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü de gündeme geldi. Zira yasaya göre Haydarpaşa yerleşkesi TSBÜ’ne tahsis edildi. Marmara Üniversitesi öğretim görevlileri ise bu karara tepkili.
Tolga Şirin kampüsün devrinin bir özyönetim sorunu olduğunu belirtti. Tolga Şirin’e göre söz konusu süreç iki noktadan demokratik değil: “Birinci olarak, esas itibariyle Bakanlığın güdümünde üniversite kurmak şeklindeki adım, hizmet bakımından yerinden yönetim kuruluşu olan üniversitelerin özerkliğine yönelik bir soru işareti yaratıyor. İkinci olarak, üniversitenin gayrimenkulları üzerindeki tasarrufta, üniversitenin öznelerinin dışlanmış olması antidemokratik bir durumdur.”
Haydarpaşa kampüsünün hangi hizmete tahsis edileceğinden çok, bu kararın nasıl alındığının daha önemli olduğuna dikkat çeken Tolga Şirin, “Avrupa Konseyi’nin birçok metni gereğince çevresel konularda, projelendirmelerin şeffaflığı, bilginin paylaşımı, karar alma süreçlerinde ilgili halkın etkili katılımı son derece önem arz etmektedir” diyor.
‘Haydarpaşa Port'un bir adımı mı?’
Öte yandan tarihi kampüs binasının sağlık bilimleri üniversitesi için elverişli olmaması devir işleminin port projesi için ön bir adım mı olduğu sorusunu akıllara getiriyor. Dr. Tolga Şirin, “Yasa bunu söylemiyor. Ama binaya yönelik müdahalenin uzun vadede Haydarpaşa Port projesinin parçası olduğu iddiası, Türkiye siyasal kültürünü tanıyan biri için sıra dışı bir iddia sayılamayacaktır. Zira bir süredir, ‘kentsel dönüşüm’ adı altında kent merkezleri ‘soylulaştırılıyor’ ve başta kültürel yapı olmak üzere, kent hakkının birçok unsuru tahrip ediliyor. Doğal ve yapay çevreye yönelik bütünsel bir müdahale mevcut. Şu halde buna karşı duranların da bütüncül ve birleşik bir tavır içinde olması gerekir. Belli bir değere veya tarihsel geçmişe ait binaların eğitim gibi ‘kâr getirmeyen’ bir hizmete tahsis edilmemesi, bu tür yapıların kent yoksulları ve emekçilerin, emekçi çocuklarının kullanımına layık görülmemesi aslında çok yakından tanıdığımız belli bir aklı temsil ediyor. Haydarpaşa olayında ilk bakışta böyle bir pratik yok gibi görünse de bizim her halükarda o akla karşı durmamız gerekiyor” diyor.
Vakıflar kente, devlet üniversiteleri taşraya
Eren Paydaş: “Kamusal alan politikasının üniversitedeki yansımasına bakmak gerekiyor. Son 15 yıl içerisinde İstanbul’daki üniversitelerin yer değişikliğine baktığımız zaman vakıflar merkeze doğru gelirken, devlet üniversiteleri taşraya doğru gidiyor.
Siyasal elitlerin değiştiği süreçlerde yeni kadroların statü vadeden sembollerin peşine düşmesi yeni bir durum değil. Ki sembolik binaları ele geçirip bunların işlevlerini yeniden tanımlamak, bunları siyasal ve ekonomik çarklara istenilen şekilde yeniden dahil etmek bunun bariz örneklerinden sayılabilir. Zamanında Başbakanın çalışma ofisini Dolmabahçe Sarayı’na alması da bunu bir örneğidir. Yani bir açıdan, iktidarın, arzu nesnesi olarak gördüğü sembolleri kendi ekonomik menfaatlerini ve itibarlarını perçinleyecek hale getirme süreci ile karşı karşıyayız. Peki neden Haydarpaşa kampüsü? Burası zaten 12 Eylül’ün gölgesinde kurulmuş bir üniversite ve siyasal iktidarın gölgesi hem bina hem üniversite üzerinde her zaman hissedilmiş. Kendi tarihi içerisinde buranın durumu ve niteliği hakkında söz söyleyecek iradeler hem öğrenciler hem de akademisyenler arasında oluşmuş. Ancak bu irade bir gelenek haline gelip sonraki kuşaklara aktarılmaya çalışılırken siyasal iktidarın yarattığı kesintilerle baş başa kalınmış. Belki de bu boşluk yüzünden bu kadar rahat hareket edilebiliyor.”