Halkın Vadisi “Kongre Vadisi” Oldu



Bir protesto gösterisinin şiddet içerdiği nereden anlaşılır? Medya, şiddetin nasıl oluştuğunu değil, haber değeri olan anı göstermeyi tercih eder. Bu nedenle şiddeti uzaktan algılamak zor olsa gerek. İstiklal Caddesi’ni sıklıkla kullanan bir kişi olarak kendi gözlemlerimden hareketle bu soruyu şöyle cevaplandırabilirim: Bir gösterinin şiddet içerdiği gösterici sayısını kat kat aşan kalkanlı, silahlı güvenlik güçlerinin hareketlerinden anlaşılır. Önce gaz maskeleri takılır. Lastik coplar havaya kaldırılır. Panzerler harekete geçer. İşte o andan itibaren ortalıkta dolaşmamanız gerekir. “Ne oluyor” diye dönüp bakmanız bile girdap gibi sizi içine çekebilir. Bazen merak, bazen dalgınlık... Çoğu zaman da yalnızca tesadüf! Yakından bakarsanız, başka gözlemler yapabilirsiniz. Direnmek de dahil olmak üzere, her türlü şiddete karşı olduğumuzu düşünsek bile genellikle iktidarın şiddet kullanma tekelini yeterince sorguladığımızı söyleyemeyiz.

IMF Kongresi sırasında örneğin şiddet caddeye sokağa çıkmaya bile gerek kalmadan herkesi hedef aldı. Binaların içindeki yaşlılar, çocuklar da dahil olmak üzere herkes gözyaşartıcı bombalardan, biber gazından etkilendi. Oysa Dünya Bankası ve IMF başkanları sokak gösterilerinin neredeyse yapılan etkinliğin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini, demokratik katılımın bir göstergesi olduğunu medyada sergilemişlerdi. Başbakan toplantıların açılışında “sokağın sesini dinlemeliyiz” demişti. Yapılan konuşmalarda da dünyadaki işsizliğe, açlığa, zenginlerle yoksullar arasındaki uçuruma dikkat çekilmişti. Görünüşte sakin ve sorunların farkında olan, sivil toplumun sesine kulak vermeyi önemseyen yöneticiler, diğer tarafta düşüncelerini ifade etmek yerine camları kıran, barikatlar kuran, polisle çatışmaya giren, hezeyan dolu varoş gençleri.

Sokağın sesi

İktidarlar ellerindeki imkanları daralan bir müzakere ortamında güç sahipleri ile paylaşıyorlar. Bunu görmek için çok uzağa gitmeye, yoksulların, işsizlerin oturdukları varoşlara bakmaya bile gerek yok. Onlar kentsel dönüşüm projeleri ile kent hayatında görünmez kılınmaya, kentin görünen bölgelerinden evleri başlarına yıkılarak kazınmaya çalışılıyorlar.

İdeoloji itirazlarla karşılaştığı dönemde gizleniyor. Bu durumda daha acımasız, sinsi bir şiddet uygulanıyor. Yönetimler ellerinde bulundurdukları yetkilerle ideolojik alana sıkışıp kalan muhalefeti imha etmek için bütün güçlerini kullanıyorlar. Bu çelişkinin en önemli göstergesi de yönetimlerin teknokratik bir görünüm kazanması. Bu sinsi şiddeti görmek için kentin görünen yerine bakmak yeterli: Kongre süresince kentin merkezindeki en büyük dinlence alanı, Taksim Gezisi çelik kafeslerle halka kapatıldı. Bu güvenlik için gerekliydi ve bu bölgede çalışan esnaf, yaşayan halk kendi binalarına bile polisten izin alarak girmek zorunda kaldı. Kentin kamuya ait alanında benzerlerini yoksul semtlerinde gördüğümüz bir “kentsel dönüşüm” projesi uygulandı. Halkın vadisi, “Kongre Vadisi” oldu. Gümüşsuyu, Tarlabaşı ve İstiklal Caddesi’ndeki kovalamacalar vesaire, tamam da, peki İstanbul gibi bir kentin merkezini kongre merkezi yapan zihniyete ne demeli? Lütfi Kırdar 1940’lara doğru Atatürk’ün direktifi ile İstanbul’u planlama işini alan tanınmış mimar Henri Prost’a Gezi Parkı’nı düzenletirken, burasının kentin merkezinde, kent halkının nefes alacağı bir yer olacağı sözünü vermişti. (Nerede derseniz, İstanbul Belediyesi’nin 1940 yılında bastırdığı Yenileşen İstanbul kitapçığında.) Modern Avrupa başkentlerinde olduğu gibi, hem rekreasyon alanı, hem kültürel etkinlikler bölgesi olacağını ifade etmişti. Şimdi kent halkına ait olduğu söylenen bu alan halka kapatıldı. Kentin merkezi turizme tahsis edildi. Eğer protesto edilecekse, önce bu edilmeli. İktidar böyle bir şey. Neyin sistem içinde, neyin dışında kalacağına karar veren bir güç. Kamu otoritesini temsil eden güçlerin silah kullanabilmesini, ortalığı gaz bombaları ile nefes alınamaz hale getirmesini, istediği zaman insanların özgürlüklerini elinden alabilmesini, yani tekelci şiddet kullanma yetkisini kimse sorgulamıyor.

“Taksim meydanı savaş alanına döndü, gençler polisle çatıştı” diye duyunca sanki göstericiler oradan geçmekte olan halka şiddet uyguladılar, esnafa zarar verdiler, özgürlükleri engellediler zannediyoruz. Neden bu iş kentin dışında ya da halkın parasıyla 20 yılda inşa edilen “Kongre Merkezi”nde yapılmıyor diye sorunca diyorlar ki, “Bütün oteller burada, kongrecileri rahatça ve güvenli ulaştırmak için burası en uygun yer”. Peki halka ait olan bu kamusal alana bu otelleri kim kondurdu? Bu sorunun da cevabı gene 11. İstanbul Bienali’nde: Kentin merkezini halka kapatmanın yanında banka camı kırmak nedir ki?