Güzelliği Feda Edilen Kent: İzmit



Rivayet odur ki: Amazon Kraliçesi güzel Olbya, kendi kadar güzel olan Marmara Denizi’nin İzmit sahiline gelir. Sarayını bu parlak denizin dibine kuran Poseidon kraliçeye aşık olur ve onu zorla kendine kadın yapar. Bu birleşmeden Astakos adında bir çocuk dünyaya gelir. Yarı tanrı olan Astakos, kendi adını verdiği bir kent (Atsak-İzmit) kurar. Buraya yerleşen Bithanya Krallığı’nın halkı, varlık ve gönenç içinde yaşayan, daha sonra Asya’ya egemen olup bu topraklara adlarını veren (Asi-Asia) Aslar’dır. Poseidon’un Olbya’ya tecavüzünden doğan bu çocuğun adından türeyen ve bu krallığın içinde yer alan bir kentin varlığından daha söz edilir ki bu, Astan (İstanbul) kentidir. [i]

Bithanya Krallığı sırasında ve sonrasında dünyanın en güzel tersanelerine sahip olan İzmit, verimli topraklarının depremlere, yangınlara ve salgınlara yenik düşmesi ile Roma İmparatorluğu’nun önemli eyaletlerinden biri olma unvanını, İmparator Konstantin’le birlikte, İstanbul’a devreder. Tarihin akışında farklı adlarla anılan İzmit ve İstanbul, kimi zaman kesişen, kimi zamansa ayrışan kaderleriyle gelişimlerini ve varlıklarını sürdürse de, Ferhat’ın Şirin’i İstanbul’un iyileşmesi için ödenecek bedel hep kardeşi Mehmene Banu İzmit’in güzelliği olmuştur.

İstanbul’a yakın olması, tarihte kentin kendi önemi ötesinde bir kuşatma ve işgal nedeni olmuştur, çünkü İstanbul’u elde etmek İzmit’i işgal etmeden pek mümkün olamamıştır. Tarihte kuşatılmakla İstanbul’a hizmet ederken, Osmanlı’nın sanayileşme sürecinden başlayarak günümüzde de İstanbul’a yakın olmak isteyen ama içinde yer alması arzu edilmeyen sanayi sektörünün yükünü üstlenerek hizmet etmektedir.

Sanayinin Kalbi İzmit

Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa’nın gelişmiş sanayisi ile rekabet edebilmek amacıyla hızlı bir sanayileşme çabasına girmiş ve başkent İstanbul gerek deniz, gerek tren yollarına yakınlığı nedeniyle birçok sanayi tesisi tarafından üç yandan kuşatılmıştır.[ii] Bağdat demiryolu hattının 1870’lerde Haydarpaşa’dan İzmit’e ulaşması ve ardından Anadolu ile ulaşımın sağlanması, tıpkı İstanbul gibi bir yanı Marmara’ya bir yanı Karadeniz’e açılan İzmit’in önemini artırır. Ancak, buraya getirilen fabrikalar öncelikle İstanbul’un güzelliğini tehdit eden sanayi türleri olmuştur.

Örneğin, dönemin Dahiliye Nezareti, sanayi tesislerinin insanda ve çevrede yaratacağı olumsuz etkiler gerekçesiyle yüksek kirliliğe sahip tesislerin Boğaziçi’nde kurulmasına engeller getirmiştir. Bu tesislerden biri de 1918 yılında Paşabahçe Sultan Çayırı’nda kurulması planlanan gemi inşa fabrikasıdır. Dahiliye Nezareti, bu gibi sanayi kuruluşlarına ülkede büyük gereksinim olduğunu ancak bunların toplum sağlığı ve çevre açısından Boğaziçi yerine, Avrupa’da olduğu gibi yerleşim yerlerinden ayrılarak İstanbul’un uzak bölgelerine, örneğin İzmit Körfezi ya da Marmara sahillerine kurulmasını önermiştir. [iii]

Bu anlatılanlardan yola çıkarak İzmit’in sanayisinin İstanbul’dan nakledilen tesislerle oluştuğunu söylemek yanıltıcı olacaktır. Anılan dönemlerde, İzmit ve çevresinde çuha, halı dokuma, un, çimento ve kağıt fabrikalarının varlığı pek çok kaynakta yer almaktadır. Ne var ki İzmit, bugünkü adıyla Kocaeli, “sanayinin kalbi” olma unvanını İstanbul ve çevresinin kentleşme planlarında kendine dayatılan“İstanbul’un yükünü hafifletmek” rollüyle edinmiştir.

İstanbul gibi İzmit kenti için de farklı dönemlerde kentin kimliğini saptamaya yönelik planlar yapılmış, ancak planlarda yer alan hedeflere ulaşmak mümkün olmamıştır. İzmit’in üç önemli kent planlarından ilkini hazırlayan Polat Sökmen’in sanayi tehdidini ortaya koyan “İzmit ve çevresinin imar planı, sanayinin tecavüzüne karşı bir savunma planı olmak zorundadır” saptamasına karşın kent, “sanayiye karşı değil sanayiye karşın” yürütülecek mücadelede başarılı olamamıştır. Her ne kadar günümüzde de “kentin koşullarını benimseyen sanayiden” bahsedilse de böyle bir gelişmenin olamayacağı ve bu tecavüzün süreceği son yıllarda yerleşmesine izin verilen sanayi tesisleri incelendiğinde görülmektedir. [iv]

İzmit’in sanayi ile buluşması ve sanayinin kenti dönüştürmesi konu edildiğinde, tarihindeki önemli eşiklerden biri olan SEKA fabrikasının kuruluşunu atlamak doğru olmaz. Eski Nikomedya’nın agorasının kalıntılarının üstüne inşa edilen fabrika, 1936 yılında üretime geçer. Kentin yapılaşmasına, nüfusunun artmasına [v] ve ekonomik hareketliliğe kattıklarının yanında, lojmanlarında sunduğu sinema, kütüphane gibi hizmetlerle de kentin kültüründe dönüşümler yaşatan SEKA fabrikası, 1980’lerin sonralarında başlayan özelleştirme ve sanayi alanlarının dönüşümü furyasından payını almıştır.

SEKA’nın ardından İzmit için sözü edilmesi gereken bir diğer yatırımsa 1960’da kurulup 1972’de tamamen TPAO’ya geçen İPRAŞ (İstanbul Petrol Rafinerisi A.Ş.)’nin ikinci büyük potansiyelinin (TÜPRAŞ) İzmit’e taşınmasıdır. Rafinerinin ekonomik anlamda katkılarını anlamakla birlikte, tarih sayfalarındaki yükselişi depremlerle yıkılan bir kenti İstanbul’a ve sanayiye yakınlığı ile rafineri yeri olarak seçenlerin “akıl kurguları”nı okumak, pek çok kişinin “akıl sınırları”nı aşmaktadır.

Eski adıyla İzmit, yeni adıyla Kocaeli’de sanayi denildiğinde akla gelen bir diğer önemli örneğin, yarattığı çevresel yıkımlar, kanser olaylarındaki artışlar, pencerelerinden uzanılsalar fabrikaların içine değilebilecek evleri ile iki koca mahalleyi içinde barındıran Dilovası Organize Sanayi Bölgesi (DOSB) olması kaçınılmazdır. Dilovası’nda sanayileşme, 1960’lı yılların sonunda, İstanbul’a dayalı sanayinin aktarımı ile başlamış ve ikinci kalkınma hareketi olarak 1980 yılındaki serbest piyasa düzenlemesi ve özel sektör yatırımlarına dayalı sanayileşme ile birlikte devam etmiştir. Dilovası’nın, 1987 yılına kadar köy statüsünde olması, sanayinin sorunsuz olarak bu bölgeye yerleşmesinin en önemli nedenleri arasında olup, daha sonra kurulan belediyeler, uygulanan politikalar ve teşvikler de sanayinin bu bölgedeki yoğunluğunu artmasının baş etmenleri arasında yer almıştır. Bölgedeki sanayinin büyük bir çoğunluğunu, çelik ve kimya sektörleri oluşturmakta ve fabrikalardaki emeğin bir kısmı bölgeden, diğer kısmı İstanbul, İzmit ve Gebze gibi yakın yerlerden karşılanmaktadır.

Deprem Sonrası Kentleşme Sorunları

Türkiye’de, şu anda 258 tane Organize Sanayi Bölgesi’nin bulunduğu, bunların 12 tanesinin Kocaeli ilinde yer aldığını ve DOSB’nin, Türkiye’nin en büyük tesislerinin bulunduğu tek OSB olduğu göz önüne alındığında, neden Kocaeli’yi düşünmeye sanayiden başlandığı anlaşılacaktır.

Bu düşünme sıralamasının ardında kuşkusuz, kent için yapılan ya da kenti de kapsayan planlamaların ortak bir tutumla İzmit’e biçtiği sanayi kenti rolünün de etkisi vardır. İzmit’e yönelik hazırlanan planlamaların ortak ve şaşırtan bir diğer özelliği ise Kuzeydoğu Anadolu fay hattının üzerinde konumlanan kentin planlamasında deprem olgusuna genel olarak rastlanmaması, yalnızca Kemal Aru tarafından hazırlanan planda kısmen söz edilmesidir. Oysa en son 1999’da yaşanan deprem kaynaklı yıkımlar, daha önce de değinildiği gibi, tarih boyunca kentin kaderi olmuştur.

Kente dair 1999 sonrası yapılan uygulamalar, yoğunluklu olarak konut alanlarına odaklanan, nedendir bilinmez depremin ardından büyük faciaların eşiğinden de dönülse, sanayi kapsamayan zorunlu bir yeniden yapılanma hareketidir. Deprem sonrası kalıcı konutlar adı altında yapılan binalar bu hareketin bir parçası olsa da halkın gereksinimlerini karşılamada yetersiz kaldığı açıktır. Hak sahibi olan çoğu kişi ya bu konutlarda yaşa(ya)mıyor, ya bir süre kullanıp daha sonra taşınıyor ya da Irak Konutları olarak da anılan Arızlı Konutları’nda olduğu gibi, yönetim eliyle yerinden edilmeye çalışılıyorlar. Kocaeli’de kalıcı konutların geçici sahipleri kendilerine yeni yaşam alanları arayışına girerken, öyle ya da böyle, barınma sorunlarını bir şekilde gideren alt gelir grubu da, kentsel dönüşüm kılıfında sunulan kentsel yenilenme hareketi ile yerinden edilmektedir.

Deprem sonrası kentsel yapılanmada yaşanan bir diğer değişiklik de kentin önemli öğelerinden biri olan Kocaeli Üniversitesi’nin merkez yerleşkesinin ve üniversite hastanesi ile birlikte kent merkezinden yaklaşık 15 km uzaktaki Üçtepeler mevkiindeki Umuttepe’ye taşınmasıyla ulaşım aksları üzerindeki ve yakınındaki konut alanlarının düzenlenmesi, iyileştirilmesi ve yenilenmesi için yeni konut alanları projeleri uygulamalarına başlamasıdır.

Kentsel yenilenmeye yönelik en yaygın uygulama kent merkezlerinde ve yakın çevresinde bulunan gecekondu alanlarının yıkılarak ya da yeniden yapılarak kente kazandırılması, eski sahiplerinin de yerinden edilmesi şeklindedir. Kocaeli’deki uygulama da bundan farklı yürütülmeyip burada da ilk olarak gecekondular yıkılmış ve pek çok başka kente olduğu gibi ilk yerinden edilenler Roman halkı olmuştur. Bir yandan ülkenin milli buz patencisi (Tuğba Karademir) Estonya’da gerçekleştirilen Avrupa Şampiyonası’nda programını Roman oyun havası eşliğinde sunuyorken, bu coğrafyadaki her kesimden insan dokuz sekizlik ritimdeki ezgilerle coşup, film ve dizi sektörü Roman karakterler kullanarak izlenme oranlarını artırıyorken bu kültürün sahiplerine karşı duyulan kentsel alanlardaki tahammülsüzlük, ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.

Farklı kültürlerle bir arada yaşamak ancak o farklılıklara açıklıkla sağlanacak bir durumdur. Oysa kentsel dönüşüm adı altında dayatılan kentlerin görünümünden içinde yaşayanlarına kadar her şeyin tek tipleştirilmesi şeklindedir. Gecekondular yıkılsın, yerine çok katlı ve birbirinin benzeri TOKİ binaları dikilsin, gelirleri el veriyorsa gecekondusu yıkılan halk ve konut gereksinimi olan yeni orta sınıf yıllarca sürecek banka ipotekleri ile bu konutlarda bir arada, aynı kültür içinden gelircesine yaşasın... Ne yazık ki bu, yazıldığı kadar kolay ve hızlı gerçekleşmemektedir. Yapıların yeniden inşa edilmesi çok kısa bir zaman almaktadır ancak toplumsal yaşamın yeniden yapılandırılması çok daha uzun süreçler gerektirmektedir. Bugün Kocaeli özelinde yaşanan sorunlar da bu noktada ortaya çıkmaktadır. İyileştirme kararları alınıp uygulanmasına başlansa da, kentin toplumsal kültürde dönüşümden söz etmek için henüz erkendir.

Kocaeli kentinin üzerinde düşünülüp neden diye sordurtan bir özelliği ise kentin bir sahil yerleşimi olmasına karşın deniz ile kendini buluşturamamasıdır. Önceleri bugün kentiçi diye tanımlanabilecek bir yer olan Pertev Cami’nin (bugünkü Yeni Cuma Cami’nin) önü deniz arkası kenti ikiye bölen tren yoluydu. Sonra caminin önünden şimdiki D-100 otoyolu geçirilmiş, ardından deniz doldurma çalışmaları başlatılmış. Dolgu alanın halka açık park alanı olarak kullanılması planlansa da, yıllar içinde tren yolunun kentin merkezinin dışına alınması kararıyla bu alan, 1999 Depremi ardından varlığını tren yolu olarak sürdürmüştür. 1999 Depreminde kentin en çok can kaybını yaşadığı 60 Evler’de olduğu gibi, bu dolgu alanları üzerinde binalar yükselmeye başlamıştır. Bugün de doldurulan alanlar üzerinde konut alanları ve park alanlarıyla birlikte, fuar alanının, büyük bir alışveriş merkezi ve kültür merkezinin denize paralel uzanan yerleşimleri, kentten denizin görülmesini bir kez daha engellemektedir. Belediye bu yapılaşmaya nasıl izin veriyor, beklenen Marmara depremine bu alanlar ne kadar dayanabilir sorularının yanıtlarını arayanlara, dolgu alan üstünde hizmet veren alışveriş merkezi ile kültür merkezi arasında yükselen çok katlı binanın Büyükşehir Belediyesi’nin merkez binası olduğunu söylemek, daha anlamlı olacaktır.

İstanbul Uğruna...

Yapılaşmaya ve kıyı kanununa aykırılık bunlarla da sınırlı kalmamış, D-100 otoyolunun üstünden bir ayağı eski kent yerleşimi tarafında, bir ayağı dolgu alanında olan ve meslek odaları tarafından inşaları hakkında davalar açılan üst geçitlerle de sürmüştür. Kocaeli’nin doldurma geleneği kent içinden geçen yolların eğimini azaltmak ya da genişletmek için de sürmüş ve sürmeye de devam etmektedir. Geçtiğimiz ay, Terzi Bayırı olarak adlandırılan mevkide, aşırı yağışla dolgu yolun kayarak bayırın altındaki evlerin üstüne bir araçla birlikte düştüğü anımsanacaktır. Yıkılan evlerde o an yalnızca bir kişinin olması ve onun da kendi olanakları ile yıkıntıların altından kurtulması daha büyük bir acı yaşanmasını önledi. Ancak aynı yöntemle doldurularak genişletilen Üçtepeler’e çıkan yolda yaşayanların olası bir doğal afet sonucunda bu kadar şanslı olup olamayacağını ise zaman gösterecektir.

Sahili dolduran sanayi ve diğer yapılaşmalarla kent ile denizi buluşturma çabalarına dönecek olursak; kentin bir sahil kenti olma kimliğini öne çıkartmak doğru bir adımdır ne var ki yanlışlar yapa yapa doğruya gitmek diye bir yol tutmanın adı, başında kentleşme olsun olmasın, politika değildir. Ayrıca Kocaeli, yalnızca bir sanayi ya da sahil kenti de değildir. Binlerce yıllık geçmişi ve o geçmişten kalan eserleriyle bir tarihi kenttir, ama kültürel mirasını sürdürülebilir olarak koruyamamaktadır. Altmış bini aşkın öğrencisiyle bir üniversite kentidir, ama kent ile üniversiteyi yeterince buluşturamamaktadır. Birinci ve ikinci sınıf tarım alanlarına sahip bir tarım kenttir, ama bu alanlar üzerinde artık sanayi yeşermektedir...

Verimli toprakları üzerinde sanayi yerine tarımsal ürünlerin yeşerdiği, sanayiden ve sanayi kökenli atıklardan etkilenmediği çok az bir yeri kalmıştır. Poseidon’un Olbya’ya tecavüzünden doğan kentin bu yerlerini bekleyen kader, İstanbul’un Metropoliten Bölge Planlaması ile gelecek yeni sanayilerin tecavüzüne karşı koyup koyamayacağı, kalan son güzelliklerini de İstanbul’un yaşaması için feda edip etmeyeceği ile şekillenecektir.

ÖRGEN UĞURLU  Kocaeli Üniversitesi
İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

[i] Herodote; Ch, 45’den aktaran Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Haz: Atilla Oral, Demkar Yayınevi, 2007, İstanbul, s. 4.
[ii] Bu üç bölge Haliç, Beykoz ve Paşabahçe kıyıları ile Yedikule’den başlayıp Küçükçekmece’ye kadar uzanan kıyı kuşağıdır. Bkz. Hamdi Genç, “Sanayileşmeye Gösterilen Tepkiler”, Toplumsal Tarih Aylık Tarih Dergisi, sayı: 169, Ocak 2008, s. 56.
[iii] A.g.e., s.58-59.
[iv] Fügen AVDAN, Cumhuriyet Dönemi Kentleşme Sürecinde Planlama Deneyimi: 1930-1980 İzmit Planları, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, 2009.
[v] 1927 yılında yapılan sayıma göre 15 bin civarında olan nüfus 1940 sayımında 30 binlere dayanmıştır.