Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeki evleri gezerek, incelemelerde bulunan Stefanie Bürkle ve ekibi bu konutlarda 3 melez tipoloji tespit etti. 132 örneği belgeleyerek katalog haline getiren Bürkle, projesiyle ilgili sorularımızı yanıtladı.
"Göçebe Mekanlar" projesinin ortaya çıkış hikayesinden bahsedebilir misiniz? Sizin için özel bir nedeni var mı?
Bu soruyla sık karşılaşıyorum, Türk kökenli olup olmadığımı soruyorlar. Hayır, Türk kökenine sahip değilim. Göçmen de değilim. Sadece uzun bir süre Fransa’da yaşadım. Bu nedenle doğup büyüdüğünüz yerden ayrılıp farklı bir ülkede yaşamaya başlamanın nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyorum. Eve her dönüşünüzde burada her şeyin daha iyi olduğunu düşünürsünüz. Bu imge her zaman sizinledir ve onu gittiğiniz her yere yanınızda taşırsınız. Bu fikir bir süreliğine size yardımcı olur. Sonra geri dönersiniz ve bu imgenin aslında gerçeklerle örtüşmediğini görürsünüz. Bu müthiş bir hayalkırıklığı yaşamanıza yol açar. Yaşamın hayal ettiğinizden daha farklı olduğunu görürsünüz çünkü zaman içinde her şey değişmiştir, hiçbir şey bıraktığınız gibi kalmamıştır. Bu gidişler ve geri dönüşler sonrasında, hafızanızda kalan sabit imgeler ve toplumsal değişimler yaşam tarzınızla çarpışmaya başlar. Bunu bizzat deneyimlediğimi söyleyebilirim. Ancak Türk işçilerinin yaşadığı deneyim kadar marjinal değil benimki.
Stefanie Bürkle
Göçün kentsel mekanı ve yeri nasıl şekillendirdiği üzerine düşünmeyi her zaman ilgi çekici buldum. Berlin’de ve öncesinde Paris’te yaşarken bu konular üzerine araştırma yapıyordum. Berlin ve Paris çokkültürlü kentler. Ama Türk diasporasının çoğunluğu Almanya’da, özellikle de Berlin’de yaşıyor. Ayrıca duvarın yıkılmasından sonra Berlin, Asya’dan, Vietnam’dan da büyük bir göç aldı. Bu tamamıyla Doğu ile Batı'yı yan yana getirdi. O sıralarda Almanya’nın yaşadığı sorunları göçmenlerin gözüyle ele alma fikri çok ilginç geliyordu bana. Çünkü onlar her şeyi çok daha açık ve net görüyorlardı. Bu konuyla ilgili daha önce birçok farklı proje yaptım. Bir proje diğer bir projenin ortaya çıkması için gerekli zemini hazırlıyor. Biri diğerini doğuruyor da diyebiliriz.
"Göçebe Mekanlar" da daha önce yapmış olduğum "Place Making" projesi neticesinde doğdu. Duvarın yıkılışının 20. yılı nedeniyle Berlin’de yaşayan Vietnam, Türk, Polonya ve Rus kökenli göçmenlerin duvarın yıkılmasından önce ve sonra Berlin’i nasıl algıladıklarıyla ilgili bir çalışma yapmıştım. Duvarın yıkılmasında odak noktası hep Almanlar’dı. Bu projeyle “Şimdi biraz da olaya göçmenler tarafından bakalım” demek istemiştik. Herkesin ilginç bulduğu bir çalışma olmuştu. Söyleşiler sırasında göçmenlerin tüm paralarını, kendi ülkelerinde yer alan evin inşasına yatırdıklarını öğrendik. Bu, kendilerini ait hissettikleri yere bağlayan bir amaçtı. Başlangıçta sadece bir yazlık ev olarak düşünülen bu yapılar sonrasında yaz-kış kullanılabilecek büyük projelere dönüşüyordu. Bu bana çok ilginç gelmişti. Çünkü biz Almanlar onların Türkiye’deki yaşantılarıyla ilgili hiçbir şey bilmiyorduk.
Katmanlı ev, Kayseri / Kasım Yazar’ın oturma odası
Bu projenin SALT’ta sergileniyor olmasından ve Türklerle buluşmasından memnuniyet duyuyorum. Burada konuya çok daha farklı yönlerden yaklaşılabilir. Almanya’da, Türkler’in bizden neleri alıp kendi yaşamalarına dahil ettiklerine dair çok az şey biliyoruz. “Almanya’daki hangi ‘şeyler’in iyi olduğunu, kendilerine iyi geleceğini düşünüyor ve neleri yanlarında alıp ülkelerine götürüyorlar?” Bu soruya yanıt aramak iki farklı kültürün birbirini daha iyi anlaması adına bir farkındalık yaratabilir.
Projenin en zor yanı neydi?
Bu projeyi Almanya’dan organize edip devam ettiremeyeceğimizi fark etmek işin en zor kısmıydı aslında. Bu şekilde gerekli bilgileri ulaşamıyorduk. İnsanlar Almanya’dayken Türkiye’deki evleriyle ilgili bilgi vermek istemiyordu. Ama yazın Türkiye’ye geldikten sonra iş değişti. Evlerini yerinde ziyaret ettiğimizde herkes çok mutlu oldu, bizi evlerine davet ettiler. En önemlisi bizimle tüm hikayelerini paylaştılar. Belki de yaşadıkları süreci o güne dek çocukları dışında kimseyle paylaşmamışlardı.
"Bu evler sahiplerinin kimlikleriyle şekillenen birer heykel"
‘Melez Mekanlar’ ve ‘Üçüncü Mekan’ tanımını kullanıyorsunuz. Bu terimler tam olarak ne anlama geliyor?
İnsanlar, genellikle Almanya’dayken kendini daha bir Türk gibi, Türkiye’deyken de bir Alman gibi hissettiklerini dile getiriyorlar. Bu aslında “Burada değilim ama orada da değilim” anlamına geliyor. Üçüncü mekan işte bu aradaki duyguyu tanımlıyor. Bu aslında onların kimliklerini de tanımlayan bir olgu. Onları artık ne tamamıyla Türk, ne de tamamıyla Alman olarak tanımlayabiliriz… Bu ikisinden de farklı, yeni bir kimliğe sahipler. Bu çok önemli bir konu. Sosyolojik olarak bu yeni kimliği tanımlamak gerçekten zor. Biz buna ‘kimliğin inşası’ diyoruz. Burada aslında sadece sosyolojik bir inşadan değil; gerçek, fiziki bir inşadan, mimarlıktan da bahsediyoruz. Başlangıçta söylediğim gibi biz insanların portrelerini değil, evlerinin portrelerini çiziyoruz. Çünkü evler zaten onların yaşamları, kendi portreleri hakkında da birçok veri sunuyor. Dolayısıyla bu mekanların hepsini melez olarak adlandırabiliriz. Çünkü %100 ‘bu’ ya da %100 ‘şu’ şeklinde tanımlanamıyorlar. Ev sahipleri bu evleri inşa ederken kendi inşa edilmiş kimliklerinin izini sürüyorlar. Bu evler onların kimlikleriyle şekillenen birer heykel.
Örnek ev, Kayseri / Ali’nin evi
Bir yere ait olma hissini dışavuran en önemli mimari unsurlar nelerdi? Ya da bu yeni kimliği yansıtan en belirgin örnekler...
Erkekler ve kadınlar arasında önemli farklılıklar vardı. Örneğin, Almanya’da sıkı şartlarda çalışmaya alışmış, tüm yaşamını çalışmaya adamış olan erkekler, Türkiye’ye dönüp emekli olduktan sonra mutlaka bir şeylerle ilgilenmeleri gerektiğini düşünüyorlardı. Diğer emekli Türk erkekleri gibi kahvede oturmak onlara iyi gelmiyordu. Almanya’da aktif bir yaşamları vardı ve bu aktif yaşamı Türkiye’de de sürdürmek istiyorlardı. Bu nedenle de kendilerini evlerinin inşasına adıyor ve evdeki çeşitli yenileme ve tadilat işlemleriyle uğraşıyorlardı. Bu şekilde kendilerini yeniden canlı hissediyorlardı. Bir de evlerinde mutlaka kendilerine özel bir mekan yaratıyorlardı. Bu kimi zaman bir hobi odası, garaj ya da atölye oluyordu. Bir de en önemlisi bahçeyle uğraşmaya başlıyorlardı. Bahçe hem meyve ve sebze ektikleri hem de boş zamanlarını geçirdikleri çok özel bir mekan... Bu aslında yaşını almış tipik bir Alman’ın yaşam tarzını yansıtıyor. Bu erkekler aynı zamanda eşlerine ev işlerinde de yardım ediyorlar. Bu, Türk erkekleri arasında pek yaygın olan bir davranış değil. Kadınlarsa hayatlarından memnunlardı. Hayallerindeki büyük eve kavuşmuşlardı. Evin erkeği, “Banyonun çok daha büyük olmasını istiyordu, bu nedenle biraz mutsuz” diye espri yapıyordu örneğin. Hepsi genellikle yerel işçilerle aralarında bir tür iletişim problemi yaşıyordu. İşçiler onların ne istediğini tam olarak anlayamıyordu.
Göçebe Mekanlar sergisinden bir görüntü
Proje sürecinde yaşadığınız, bizimle paylaşabileceğiniz ilginç bir anekdot var mı?
Bu aslında son derece özel bir anekdot ama paylaşmak güzel olabilir. Yaşları nedeniyle artık Almanya’ya gidip gelemeyen bir çiftle ilgili. Binanın büyük bir bölümü 70’li ve 80’li yıllarda inşa edilmişti. Bu dönemde her şeyi Almanya’dan getirmişler. Şu anda Türkiye’de her şeyi bulmak mümkün, ama o yıllarda değildi. Bu nedenle her şeyi Almanya’dan getirmişti çift. Detarjanlar bile Almanya’dan gelmişti. Bu ev benim çocukluğumun müzesiydi adeta. Her şey bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Masalar, sandalyeler, banyonun görünümü, mutfak eşyaları, salondaki duvar kağıdı her şey çocukluğumu geçirdiğim yıllara aitti. İçindeki eşyalarla birlikte bu ev, tipik bir orta sınıf Alman ailesinin o yıllardaki evinin birebir kopyasıydı. Bu objelere, eşyalara ya da öğelere artık hiçbir Alman evinde rastlayamazsınız.
Yani birden çocukluğunuzla karşı karşıya kaldınız bu evde?
Evet, aynen öyle oldu. Bu beni çok duygulandırdı. Bazı projelerde böyle dokunaklı şeyler yaşayabiliyorsunuz. Eğer bir projeye kalpten inanırsanız, fikir içinizden çıkıp geldiğinde ilginç şeyler oluyor. Bu sadece bir araştırma projesi ama kendi içinde sanatsal bir yan da taşıyor.
Bu projeyi şu anda yaşadığımız göç sorunuyla ilişkilendirmek mümkün mü? Bu çalışma yer değiştiren insanların psikolojisi ve dönüşüme uğrayan alışkanlıkları hakkında ipucu verebilir mi bize? Yaşamlarını ve belki de kimliklerini arkada bırakmak zorunda kalan insanlara ne oluyor?
Öncelikle kimse kimliğini arkada filan bırakmıyor. Bu kesin. Göçebe Mekanlar'ın asıl vurgulamak istediği de bu: Bir yerden bir yere göç eden aslında sadece insanlar değil, onlarla birlikte kültürler, dinler, yaşam tarzları, kimlikler da göç ediyor. Bu nedenle göç eden insanların kendi kimliklerini yansıtabilecekleri mekanlar yaratmalarına olanak tanımalıyız. Bu bir dükkan açmak ya da kendine ait bir yaşam alanı yaratmak olabilir. Bu onların kendilerini daha iyi hissetmelerini ve yeni kültüre daha iyi bir biçimde entegre olmalarını sağlayacaktır. Entegre olmak, asimile olmak demek değildir. Herkesin kendi kimliğini ifade etmesine olanak tanıyacak özgür alanlar yaratmaktan bahsediyorum.
"Göçebe Mekanlar" sergisinin detayları için tıklayınız.