Görünmek İçin Buyrun!

Kanyon Levent (Fotoğraf: Hıdır Durman)

İstanbul... Doğu'yla Batı arasında köprü; dinamik, rant alanı, tarihi, egzotik, 24 saat yaşayan, kaotik, büyüleyici... İstanbul'a dair akla gelen diğer bütün klişeleri de ekleyin, hemen hepsi doğru ve kalıcı olacaktır. En azından şimdilik. Çünkü bu klişelere, hadi biraz kibar olalım; bu sıfatlara son yıllarda eklenen "2010'un kültür başkenti" etiketi kente yatırımın artmasına, kentin dünya pazarına açılmasına, rantçılarının çoğalmasına, bir de kentin cilalanmasına yol açtı.

Bir yanda "kentsel dönüşüm projeleri" kapsamında Haydarpaşa, Galataport, Tarlabaşı gibi rehabilitasyon ve dönüştürme çalışmaları, varoşların yıkılarak kent merkezinden uzaklaştırılmaları, bir tarafta Dubai Towers gibi gökdelen projeleri, korunaklı uydu kentler ve belki de bütün bu değişimin nabzını tutmaya çalışan alışveriş merkezleri... Bir kentin, kültürü, yaşam biçimi, alışkanlıkları, sosyal ve ekonomik özellikleriyle birlikte sürekli değiştiğini düşününce gitgide artan alışveriş merkezleri de bu anlamda önemli göstergeler oluyor.

Agoradan başlayıp pazaryeri, han, arasta, kapalıçarşıyla süren, bugün için alışveriş merkezleri tanımında soluklanan mekânlar tarih boyunca ticaretin ve sosyal hayatın hareketini gördüğümüz en yaşayan alanlar. Dolayısıyla sosyo-ekonomik ya da teknolojik değişimleri gözlemlemenin, belirlemenin de merkezleri. İstanbul'un son ve son olduğu için en gözde alışveriş merkezi Kanyon Levent de bu zincire eklenen en son örnek. Bugünden, bugünün İstanbul'undan bakınca pek de bildiğimiz alışveriş merkezlerine benzemiyor. İç ve dış mekânları, caddeleri, özel ısıtma ve soğutma sistemi, mağazalarının, kafelerinin gösterişli dekorasyonu, bahçeli, teraslı evleri (toplam 180 konut), 26 ofis katı, helikopter alanı, henüz açılmamış olsa da dokuz sinema salonuyla kente açılan bir kent merkezi.

Dahası İstanbul'un ortasında yeni bir "semt" olma iddiasında. Kanyon Levent, İstanbul nüfusunun hangi kesimine ve ne kadarına hizmet eder derseniz; haftalık ziyaretçi ortalaması yaklaşık 30 bin civarında. Bu hareketliliği sağlayan bu tür yerlerin sadece ticari alan değil, yeme-içme, eğlence ve kültürel etkinliklerin bir çatı altında sunulduğu kapalı bir sosyal mekâna dönüştürülmüş olması. Kanyon Genel Müdürü Marcus Letho da bir röportajında şöyle diyor: "Bugün herkesin zamanı çok değerli. Çok yoğun olduğumuz için boş vaktimizde de iyi bir şeyler yapmak istiyoruz. Dinlenmek, ilham almak gerekiyor. İnsanlar için görmek ve görülmek de çok önemli."

Mimar Gaye Birol geçen yıl kaleme aldığı "Çağdaş Alışveriş Merkezlerinde Kent Dokusunun Yeniden Yorumlanması" başlıklı yazıda Baudrillard'ın izini sürüyor: "Günümüzde alışveriş, geçmişte olduğu gibi doğal gereksinimlerin rasyonel bir biçimde karşılanması amacıyla gerçekleştirilen bir etkinlik olmaktan uzaklaşarak, toplumsal statü belirleyicisi, psikolojik tatmin için vazgeçilmez bir araç ve boş zamanların değerlendirilmesini sağlayan bir etkinlik haline gelmiştir." Baudrillard ise "Modern sonrası alışveriş anlayışı" diyor "statü satın almaya programlanan bireyleri, toplumdan ve sosyal bütünlükten kopartmak pahasına ihtiyaçlarından fazlasını tükettirme amacına ulaşmayı hedefler."

Şimdi biraz geriye gidip Türkiye'nin bu "boş zaman geçirme mekânları"yla tanıştığı ve tüketim kültürüne yatırım yapmaya başladığı yıllara bir göz atalım.

1980'lerden beri uygulanan serbest piyasa ekonomisiyle birlikte Türkiye'de alışveriş ve eğlence merkezleri, beş yıldızlı oteller, gökdelenler yayılmaya başladı. Çokuluslu şirketlerin de piyasaya girmesiyle beraber küresel yatırımlar ve markalar gittikçe yaygınlaştı.

Bir ilk: Galleria
İstanbul'da, daha doğrusu Türkiye'de alışveriş merkezlerinin tarihi Ataköy'deki Galleria ile başladı. Dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından 1988'de açılan ve modern yaşamın bir göstergesi olarak sunulan Galleria birkaç yıl rakipsiz kaldı. Ardından Akmerkez (1993), Capitol (1993), Carousel (1995), CarrefourSa (1996), Grandhouse (1997), Profilo (1998), Mayadrom (1998), Metrocity (2003), Cevahir (2005) gibi büyük, süper, hiper mekânlar açıldı. Bugün Galleria'nın haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 300 bin'e ulaşıyor, Akmerkez'i ayda 2-2,5 milyon kişi ziyaret ediyor. Haftasonu, bayram ve yılbaşı arifelerinde ise günlük ziyaretçi sayısı yaklaşık 100 bin kişiyi buluyor.

Türkiye'deki alışveriş merkezlerinin bu kadar artmasında Avrupa ve Amerika'da kısmen doyumu yakalayan markaların dış pazarlar araması ve Türkiye'nin de buna hem devlet politikalarıyla hem de tüketim alışkanlıklarıyla hazırlanmış olması yatıyor. Kanyon Levent'te Türkiye'de ilk kez yer alan 40'a yakın yeni markanın mağaza açması da bunun göstergesi. Peki Kanyon'un tüketici kitlesini kimler oluşturuyor? Kanyon Genel Müdürü Marcus Lehto'ya göre, "Daha iyi bir hayat yaşamak isteyen, hayattan ilginç ve kaliteli şeyler bekleyen herkes". Lehto'nun "herkes"i ise Türkiye nüfusunun sadece yüzde ikisi. Geriye kalanı sadece izleyici, çünkü önünde sonunda bu mekânlar "kamu"ya açık.

Son olarak alışveriş merkezlerinin neye hizmet ettiğini bir kez daha hatırlamak için Gaye Birol'un çalışmasından bir alıntı daha yapalım:

"Bu mekânlarda anı biriktirilemez ve tarihselleştirilmesi olanaksızdır. Marc Auge'a göre bu tür bir mekânda bulunmak belirli bir amaca yöneliktir ve alışveriş merkezinde temel amaç daha fazla satmaktır. Alışveriş merkezinin her yerde uygulanabilen küresel mekân dili, doğru aydınlatma ve iklimlendirmenin de yardımıyla (gece-gündüz, yaz-kış gibi ayrımların ortadan kaldırılması) zamandan ve mekândan bağımsız bir biçimlenmeye odaklanır. Bu tür bir mekân organizasyonu, yapının kendi soyut ve mekanik zamanını yaşatmasına ve kullanıcıya da bunu dayatmasına neden olur. Bu durumda, bu mekânda alışveriş mekanik bir etkinliğe dönüşürken, alışveriş merkezinde yaratılmak istenen kent merkezi görüntüsü, yerini mekanik ve tümüyle ticarileşmiş bir mekân organizasyonuna terk eder..."