Bu başlık da nereden çıktı mı diyeceksiniz? Belki de
gazetelerde okudunuz, her yıl 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak
kutlanıyor, bu seneki Çevre Günü ve onu izleyen Çevre Haftası’nın ana teması da
“gezegeninizin size ihtiyacı var”. Sonunda koskoca yaşlı küreyi
de insanoğluna muhtaç ettik işte… Nedenini, nasılını incelemeden önce Dünya
Çevre Günü hakkında da kısa bir bilgi vermek istiyorum: Dünya Çevre Günü,
1972’den bu yana, Birleşmiş Milletler Örgütü’nün
1972 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de
133 ülkenin katılımı ile düzenlediği zirveye atfen her yıl 5 Haziran tarihinde
kutlanıyor.
O tarihten bu yana da çevre sorunlarına kamuoyunun dikkatini çekmek için
dünya genelinde etkinlikler düzenleniyor. Bu yılın temasının “gezegeninizin size
ihtiyacı var” şeklinde seçilmesinin nedeni ise 06-19 Aralık 2009 tarihleri
arasında Kopenhag’da gerçekleşecek Birleşmiş Milletler
İklim Görüşmeleri Toplantısı’nda milletleri iklim değişikliği ile
mücadele için bir araya gelmeye çağırmak. Malum, Aralık 2009’da Kopenhag’da
yapılacak toplantı,1997 yılında yürürlüğe giren ve Türkiye’nin 13 Mayıs 2009
tarihinde imzaladığı Kyoto Protokolü’nden sonraki ilk adım
olacağı için hayli önemli kabul ediliyor gezegenimizin geleceği açısından.
Nitekim, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon da
“Çevre Günü” dolayısı ile yaptığı açıklamada herkesi üzerine düşeni yapmaya
çağırdı. Ban Ki-Moon’un açıklamasında ışıkları söndürün, toplu taşıma araçlarını
kullanın gibi basit gündelik önerilerin yanında çok önemli iki ifade de yer
alıyor: Bunlardan birincisi “şirketleri çevreye olan etkilerden sorumlu tutun”
ve ikincisi de “hükümetinizi Kopenhag’da anlaşmaya varmaya çağırın”dı. Çünkü şu
anda dünyamızın geleceğini esas belirleyecek olanın, bu sermaye güçlerinin ve
hükümetlerinin kararları ve bu kararların samimiyetle uygulanmasının ne yazık ki
gerçeği onların iradesinde olmasıdır. Bugünkü dille anti-tezini söyleyecek
olursak, neo-liberal sistemin baronları olan sermaye güçlerini dize
getirebilecek “Yeşil Devrim”i başlatabilecek tek bir güç varsa o da
tüketicilerdir…
Örneğin tüketiciler, bir firmanın ürününe çevreye zarar verdiği gerekçesi ile
boykot uygularsa, o firmanın üretim sürecini değiştirmekten başka çaresi kalır
mı? (Hoş, şirketler onun da çaresini buldu çoktan; küresel ısınmayı fırsata
çevirip kendilerine çevreci ürünlerden yeni bir pazar yaratmayı başardılar.)
Peki ya, tüketiciler sırf moda diye, sırf kapitalist sistemin çarklarının
dönmesini sağlayan ana unsurlardan biri olan işbirlikçi medya onlara empoze
ediyor diye, sırf bizzat tüketim toplumunun kendisinin açtığı psikolojik
yaralarına belki merhem olur diye daha da çok tüketmek için ihtiyaçlarının çok
üzerinde yaptıkları satın almalara bir son verecek olsalar; bir ceketin
kendilerine en az birkaç yıl yeteceğinin, bir arabanın bütün aileyi
taşıyabildiğinin, güzelliğin saç boyalarıyla, saygınlığın ise pahalı
kıyafetlerle satın alınamayacağını anlarlarsa, ne olur o zaman bu şirketlerin
hali?
Ya hükümetler? Ekonomilerinin bel kemiği olan bu uluslararası şirketlerin ve
tam ortasında yaşadıkları neo-liberal ve neo-kolonyal düzenin çıkarlarına aykırı
olabilecek, karbon salımının azaltılması gibi bazı uygulamaları ne kadar hayata
geçirebilecekler, bu önlemlerin alınması konusunda ne kadar samimiler? Ülkemizde
bile karbon salımının azaltılmasının sanayiciyi ve ekonomiyi zora sokmadan nasıl
yapılabileceği tartışılmaktadır.
En son Devlet Planlama Teşkilatı karbon salımının ekonomiye
maliyeti üzerinde bir çalışma başlattı. Aslında hükümetler, dünyanın nereye
gitmekte olduğunu açıkça görüyorlar ve bu şirketlerin kendilerine yaptığı
kötülüğün farkındalar, ancak kısa vadeli çıkarları uğruna bütün bir Yerküre’yi
bu şirketlere kurban etmekten kaçınmıyorlar. Kısacası hem şirketler, hem
hükümetler “bizden sonra tufan” anlayışındalar.
Geriye dünyayı değiştirebilecek tek bir güç kalıyor, bireyler yani
kapitalistlerin dilindeki adıyla tüketiciler… Hükümetler sermaye sahiplerinin
sözünden, sermaye sahipleri ise müşterilerinin yani tüketicilerinin sözünden
çıkamıyor çünkü. Bu nedenle, bireyler farkında değiller ama şirketlerden de
hükümetlerden de daha güçlüler. “Yeşil Devrim” bu sefer tüketicilerden
başlayabilir.
Tek yapmaları gereken bir araya gelmek ve dünyaya sahip çıkmak çünkü
“gezegenimizin bize ihtiyacı var...”