Gerçeküstü Evde Sergi



Resim, modern sanat, mimari ve film, gerçeküstücülük akımından etkilenen tüm sanat eserleri, Barbican Hall içinde yer alan Barbican Sanat Galerisi’nde Gerçeküstü Ev isimli sergide tam bir görsel şölen yaratıyor. 10 Haziran ve 12 Eylül tarihleri arasında Londra’da devam eden sergiyi izlerken, psikanalizin bu akımın ortaya çıkışındaki etkilerini de gözlemek mümkün.

Sergide 1920-1940 arası ilk nesil gerçeküstücüler olan Dali, Rene Magritte, Marcel Duchamp ve Alberto Giacometti’nin yanı sıra Giorgio de Chirico ve Edward Hopper’ın, aynı zamanda Louis Bourgeois, Sarah Lucas ve Rebecca Horn gibi çağdaş ressamların, Rem Koolhaas, Bernadr Tschum, John Heiduk, Diller&Scofidio gibi modern ve çağdaş mimarların ve Maya Deren, Jean Cocteau ve Andrei Tarkovsky gibi film yapımcılarının eserleri yer alıyor. Mimar Carmody Groarke’nın yönetiminde oluşturulmuş 170 eserinden oluşan seçki, gerçeküstücülük ve mimarinin buluşmasını gösteren ilk sergi olma özelliğini taşıyor. Sergi, bir labirent şeklinde, geçişlerle birbirine bağlı odalardan oluşuyor. Odaların her birinde eserleri izlerken, panolardan bu eserin hikâyesini, yaratıcısının gerçeküstücülükten nasıl etkilendiğini okuyabiliyor veya belgesellerle izleyebiliyoruz.

İlk odada Marcel Duchamp’ın Fresh Window (1920) eseri ile Buster Keaton’ın Steamboat Bill Jr. (1928) filminden, evin duvarı yıkılırken pencerenin çerçevesi tarafından korunan kahramanı gösteren bölümü izliyoruz. Her iki eser de pencereyi Gerçeküstü Ev’in kilit metaforu, içerisi ve dışarısı, gerçek ile rüya arasındaki eşik olarak ortaya koyuyor. Marcel Duchamp’ın bir gerçeküstü kitabın kapağı olarak hazırlanmış siyah kadife üzerine yerleştirilmiş plastik bir kadın göğsünü gösteren eseriyle (Press to enter, Priere de Toucher, 1947) gerçeküstü bir eve geldiğimizi daha iyi anlıyoruz.

Gerçeküstü Ev, tanımlaması burada farklı şeyler çağrıştırıyor. Le Corbusier’in tanımına göre gerçeküstücüler için ev “yaşam aracı” değil “yaşam sahnesi”dir. İnsanlar olmasa da hayaletlerinin yaşadığı tiyatrodur. Sergide tüm eserler, rüyaların ve arzuların bilinçaltı dünyasındaki önemini ve modernizmin kutsal, akılcı, sıhhi evinin olmadığı her şey olan sıradışı bir evi anlatıyor.

İkinci odada, karşımıza gerçeküstü akım üzerindeki en etkileyici faktörlerden biri, Sigmund Freud ve psikanalizm çıkıyor. Odada, Breton’un Freud’u 1921’de Viyana’daki evinde ziyaret edişi ve Dali’nin ise Freud’u 1939’da Londra’daki evindeki ziyareti anlatılıyor. Amerikalı ressam Robert Longo’nun resimleri, Freud’un Nazi işgalinden önce oturduğu burjuva apartman katından kaçmasını konu ediyor.
Gerçeküstücülüğün ismini 1924 yılında Manifeste du Surrealisme’i yazan Andre Breton koyar. Breton, Sigmund Freud’dan çok etkilenir ve sürrealizmin amacını, bilinçaltını ortaya çıkarmak ve akılcı hayatla örtüşmesini sağlamak olarak tanımlar. Freud’un meşhur kitabı Rüyaların Tasfiri gerçeküstü akımına en büyük ilham olur.

Üçüncü ve dördüncü odalarda, yine “ev” metforu üzerine çeşitli eserler var. “Camdan ev” imgesini, kimliğin yansıması olarak ifade eden Andre Breton, 1927 yılında şunu söylüyor: “Camdan yapılmış evimde yaşayacağım. Camdan yapılmış yatağımda, camdan yapılmış çarşaflarımın altında uyuyacağım.”

Dördüncü odada, Alman gerçeküstü ressam Max Ernst (1981-1976) “ev”i bir tiyatro sahnesi gibi, objelerin ve alanın bütünlüğünün yansıması olarak aktarıyor. Aynı odada, gerçeküstü film yapımcısı Maya Deren’in (1917-1961) 1943 yapımı Meshes of the Afternoon isimli kısa filminde, rüya benzeri durumlarda oyuncu Deren’i ve anahtar, bıçak, çiçek gibi sembollerle anlatılan bilinçaltının yansımalarını görüyoruz.
Beşinci odada ise, gerçeküstücülüğün en önemli kadın temsilcilerinden biri olan Louis Bourgeouis’in 1940’larda gerçeküstücülüğe en yakın olduğu zamanlarda ortaya çıkardığı Femme Maison serisinden örneklerle karşılaşılıyoruz. Bourgeouis eserlerini şu ifadeyle destekliyor: “Kadın, kendisini sakladığı en gizli anında aslında kendini gösterir. Ev, görüldüğü kadar güvenli değildir.”

Edward Hopper’ın House by a Railroad (1925) resmi, hayalet evler odasındaki eserlerden biri olarak dikkat çekiyor. Alt kattaki odalardan sonuncusunda Luis Bunuel (1900-1983) gerçeküstücülük akımının sinemadaki en önemli temsilcilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bunuel, “Film, rüyanın istemsiz taklidi gibidir. Kişinin bilinçaltına olan gece yolculuğu film esnasında başlar” diyor.



Anne

Üst kattaki bölmelerde, çağdaş sanatlarla mimarinin diyaloğunu görüyoruz. Bu bölüm Salvador Dali’nin ikonik resmi Sleep (1937) ile başlıyor. Bu sanat eserinde vücudu olmayan büyük bir baş, ki bunun kendi otoportresi olduğunu ifade etmiştir, koltuk değneklerinin desteğiyle havada tutulmaktadır ve kapalı gözlerinin ardında rüyaların dünyasındadır. “Gerçeğin koltuk değnekleri” çekildiğinde baş yere düşecek ve rüyadan uyanacaktır.

12. galerinin teması “anne”. Brassai (1889-1984) Troglodyte isimli eserinde, ana rahminin ve efsanevi mağaranın gerçeküstücülük içindeki metaforik anlamından bahsediyor. Freud’dan ve “ana” kavramının hakim olduğu gerçeküstü fikirlerden etkilenen mimarların, Tristan Tzara, Roberta Matta (1911-2002) Frederick Kiesler (1890-1965) ve Jean Arp’ın (1886-1966) eserleri bu galeride. Örneğin, Kiesler’in Sonsuz Ev’i, bir kabuk, yumurta ve bir ana rahmi şeklinde hayat buluyor.

13. galeride ise, dünyayı duygularla yeniden yapma ümidini ifade eden deli aşk kavramı, Andre Breton’un kitabı L’Amour fou (1937), Rene Magritte’in resmi Lovers (1928), Rachel Kneebone’nun seramik eserleri, Hans Bellmer’in ve Gilles Ehrmann’nın fotoğraflarıyla anlatılıyor.
Güçlü eserlerin arasında özellikle evlerin, rüyalarda olduğu gibi sihirli bir şekilde dönüştüğü veya saldırıya uğradığı şeklindeki güçlü sinemasal imgeler düşündürücü. Yönetmen Andrei Tarkovsky’nin son filmi The Sacrifice’da (1986), başroldeki Alexander’ın kendisi için değerli olan şeyleri korumak amacıyla bunların sembolü olan daçasını, (Rus kır evini) ateşe verdiği muhteşem sahneyi uzun bir süre unutmayacağımdan eminim.