“Kapitalizm artı değerle yani sömürü ile insan
isyanla yaşar” sloganıyla, kendi deyişleriyle ‘kentin ötekileri’ ressam
Yavuz Tanyeli’nin liderliğinde ‘toplanarak’ Karaköy’deki
eski Sümerbank binasında büyük bir sergi açtı. “İstanbul
bienalinde 22 yıldır sergilenen Türk sanatçı sayısı çok az, son bienalde dokuz.
En az üç.” diyerek meydana gelen serginin kalabalık bir kadrosu var. Uzun
zamandır görmediğimiz isimlerden hiç kesişmediklerimize, daha yakından tanımak
isteyeceğimiz sanatçılardan yeni kurulmuş bağımsız gruplara pek çok farklı isim
bu sergide bir arada... Eski Hafriyat üyesi Caner Karavit’in
sabun köpüğü makinesi, Ömer Güney’in light Cemal Tollu
uyarlaması, Liberallerin Kaymakamlığı resmiyle hurda ve insan kemiğiyle yaptığı
assemblage’ı, Erkman Senan’ın her anlamda son derece sivri
resimleri serginin, genç sanatçı olamayacak orta yaşlı da sayılmayacak muhalif
kuşağının en iyi örnekleri. Orta kuşaktan sayılabilecek Biles
Öcal’ın Böcklinvari sembolist pentürü, serginin en gizemli
resimlerinden.
Öte yandan sergi, genç sanatçılar keşfetmek için ideal. Ali
Elmacı gibi... Elmacı’nın sergideki kurban kelleli portreleri hem masum
kalmayı hem de radikal olmayı başaran resimler. Sesil Beatris
Kalaycıyan’ın Sümerbank duvarlarının katmanlarına büyük bir zarafetle
kondurduğu desenleri, İrem Arıkan’ın suluboya cenini,
Zülal Üşenmez Ertürk’ün izleyiciyle değil kendisiyle hayli
meşgul kadın portresi de serginin kadın sanatçı damarını meydana
getiriyor. Akadeğilmi, 216, İrritatio İnsiyatifi gibi bağımsız kolektifler
içinde Ayça Telgeren, Nur Gürel, Sevgi
Yanar ve Coskun Sami gibi genç isimlerle tanışmak
mümkün. Bu tanışmayı ilerletmek istemek de normal...
Lakin serginin kendini temellendirdiği söyleme gelecek olursak... O hiç
normal değil. 11. İstanbul Bienali’ni ve tüm bienalleri ‘Türk sanatçının
olmadığı bienal’ olarak eleştirmek, anormal olan. Bienal gibi sergileri,
içerdikleri Türk sanatçı sayısıyla eleştirmek yüzeysel ve eleştirilmesi gereken
bir muhalefet. Türk sanatçısı deyişi de sorunlu bir deyiş değil mi? Türk
sanatçılar sayılmış, peki Kürt veya Ermeni sanatçılar da sayılmış mı? gibi son
derece vahim sorular doğuruyor. Üstelik böylesi sorular ve yanıtları, bilinmedik
eski ve bilinecek yeni isimlerin oluşturduğu serginin enerjisine gölge
düşürüyor.
‘Kentin ötekileri toplandı’ ibaresine dönersek... Kentin ‘öteki’leri
toplandıkları anda ben’e dönüştüler. Günün moda deyişiyle görünür oldular
bile... (Sergide performans yapan hayaletler hariç.) Yanında asistanı art
nouveau apartmandaki beyaz galerisine sanatçı beğenen galerici, soluksuz, bir
odadan diğerine koşturuyordu. Görünürlük misyonu tamamlandı. Şimdi sıra
sürdürebilirlik’te mi?