Kübalı kent tarihçisi Dr. Eusebio Leal Spengler, ÇEKÜL'ün konuğuydu. 24-26 Mayıs 2007 günlerinde Kadıköy Belediyesi'nin " Deneyim Paylaşımı " etkinliğine ve Tarihi Kentler Birliği'nin "Kadıköy Buluşması"na katıldı.
Spengler'in İstanbul konuşmaları, ÇEKÜL'ün internet sitesinden de okunabilir; ancak tarihçimiz Necdet Sakaoğlu 'nun tuttuğu "notlar" bir başka...
Bilge tarihçimiz belli ki "ders dinler" gibi izlediği meslektaşından öylesine etkili sözleri not almış ki insan okudukça herkesin duymasını istiyor. İşte o, inci gibi bir dolmakalem yazısındaki kimi vurgulamalarla Spengler.
'Korumak devrimciliktir'
"Kültürel mirası ne kadar korursak, o kadar devrimci oluruz... " Bu söz, beni Mimarlar Odası'ndaki tartışmalarımıza götürdü. Kimi meslektaşlar, koruma çabalarımızın yoğunluğundan ötürü "çağdaş mimarlığı ihmal etti"ğimizi söylerler. Yıllar önce bir gün, ölçüyü kaçırıp kendi deyimleriyle "eski"ye düşkünlüğümüzü "gericilik" ilan ettiklerinde, dayanamamış "Korumak Devrimciliktir" adlı uzun makalemi yazmıştım.
Kültürel mirasın "insan emeği"yle üretilmiş" yaratıcı akıl "birikimlerini içerdiğini; bu nedenle çağdaş uygarlık için de "esin kaynakları"mız olarak korunmaları gerektiğini anlatabilmek için. Bu tanımlamaya yıllardır "devrimci" bir destek göremezken, şimdi dünyanın öbür yakasından duymama acaba ne demeli?..
Üstelik Spengler, 1959'daki "devrimle devirdikleri" sömürgeci dönemin mimarisini de "devirme"nin değil, "sahiplenme"nin "devrimcilik" olduğunu söylerken "gerekçe"sini de bakın nasıl özetliyor:
"Her şey insanların çabalarıyla oluşturuluyor. Hükümdarlar, kaptanlar, generaller bu binaların yapılmasını emrettiler. Babalarımız, dedelerimiz haksız bir rejime karşı savaştılar. Ama hiçbir zaman kültürel mirasımıza karşı değildi bu savaş. Geçmişte yaratılanları ne kadar çok korursak, o kadar çok devrimci oluruz."
Bunları okuyunca bizdeki "çağdaş" Osmanlı hayranlarının yıllardır apartmanlar dikmek için eski Osmanlı evlerini nasıl da yıktıklarını anımsamamak mümkün mü? Oysa Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılı "tarihsel mimariyle uyumlu bir modern mimari"nin arayışıyla geçmişti.
Nitekim Kübalı tarihçi de sanki bunu biliyormuşçasına diyor ki: "Tarihlerimizde koşutluklar var. Atatürk dönemini inceledim ve çok etkilendim... "
Acaba Spengler, Türkiye'deki ilk arkeolojik kazıların; ilk kent planlamasının; ilk anıtlar kurulu çalışmalarının; hatta devlet bütçesiyle ilk restorasyonların da Atatürk döneminde başlatıldığını mı öğrenmişti?
Cumhuriyet devrimcileri, kültürel miras için Kübalı devrimcilerden 40 yıl önce kolları sıvamışlardı. Hem de yine onlar gibi, "devirdikleri" siyasal Osmanlı'nın geçmişten gelen uygarlık değerlerini de korumak üzere...
'Belediye' olabilmek
Spengler, bu "değerlerimiz"i bakın nasıl anımsatıyor; "1492'de Kristof Kolomb Küba'ya ulaştığında, İstanbul'da Kapalıçarşı çoktan açılmıştı. Havana 1519'da kurulduğunda da İstanbul 2000 yaşındaydı ve siz Türkler yüzyıla yakındır buradaydınız... "
Bu sözlerini sadece övgü için değil, İstanbul'da gözlediği, "geçmişe özensiz imar"ın bize yakışmadığını ima etmek için de söylemiş olmalı. Nitekim Havana'daki imar çalışmalarını anlatırken diyor ki: "Ben aynı zamanda belediyeciyim; kent halkı ve belediye 'tarihi' nin de sahibidir... "
Örneğin Havana'da, yayalaştırılan bir meydanda okunmuş kitaplarını satan herkes, gelirinden koruma projelerine de pay veriyor.
Ancak yine de "Yaşam derdindeki toplumlara restorasyonların önemini anlatmak zordur" diyen emektar tarihçi, bu nedenle koruma bilincinin "genç"lerde gelişmesine "öncelik" verdiklerini belirtiyor. 16-20 yaşlarındaki öğrenciler için restorasyon okulları açtıklarını anlatan Spengler, "Geleceğe giderken 'geçmişle başlama'yı öğreniyorlar. Kentin imarında artık gençler çalışıyorlar. Ben de zaten 16 yaşımdan beri, yani yarım yüzyıldır onlarlayım... " diyor.
Havana ve İstanbul
İstanbul bugün, "kimliksiz büyüme"nin tahribatı altındayken Havana'nın "büyümeden" gelişmesini hedeflediklerini belirten Spengler, "Havana ve İstanbul, sularda yüzen iki kent gibiler.. " diyor ve ekliyor: "İstanbul'da küçük ayrıntılara odaklanılmış; oysa kentin sosyal yönünü de içeren bütünsel bir restorasyona ihtiyaç var. Kültürü temel almayan tüm dönüşüm projeleri, esenlik değil çöküntü yaratır... "
Spengler'in yönetti ği Havana Tarih Ofisi, 18. yüzyıldan bu yana kentin geçmişiyle ilgilenen "tarih kurulu"nun devamı. 1994'teki yasayla "özerk" bir kuruma dönüşen Ofis'te bugün 267 mimar çalışıyor. Eski yapıların restorasyonuyla gerçekleştirilen 16 oteli de işleten Ofis, "geliri"ni yine "koruma projelerine" aktarıyor.
Özellikle Havana Kalesi, surları ve diğer anıtsal yapılarla ilgili koruma çabalarına, eski sokakların, meydanların ve tarihi limanın da katılmasıyla birlikte tüm "eski kent merkezi" 1982 yılında UNESCO'nun "Dünya Mirası Listesi" ne alınmış.
Bütün bunları anlatırken, Küba'nın ilk keşfinde "Asya" zannedildiğini de anımsatan Spengler, bugün bile hâlâ "küresel yanlış anlaşılma"nın sıkıntılarını çektiklerini belirterek diyor ki: "Önyargıyla değil, sevgiyle yaklaşan toplumlar olmalıyız. Türkiye'den de sadece dostluk bekliyoruz... "