Diplomatik anlatım, en olmadık istekleri
bile kıyısından köşesinden örseledikten sonra, üzerini yaldızlayıp sunma sanatı
ise, aman eksik olsun. Çünkü Türkiye, son 30 yıldır bu yolla tarımdan eteğini
çekmeye başladı. İsteyen "içe kapanıklık takıntısı" diye sıfatlar bulsun, her
geçen gün bir adım daha geriye gidiyoruz.
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Türkiye’nin son yıllardaki en
iddialı girişim demeti. Kapsadığı alandaki Fırat ve Dicle nehirleri su
varlığımızın yüzde 28’ini, kapsayacağı toplam arazi de, ülke toprak varlığının
yaklaşık yüzde 10’unu oluşturduğundan, ona "Cumhuriyetten sonra Türkiye’nin en
büyük projesi" diyenlere hak vermeli. GAP’ı anlatmaya sözcükler yetmez. Örneğin
12 Eylül’ün tek adamı Kenan Evren, Turgut Özal’a iktidar yolunu açan ünlü
söylevini Atatürk Barajı temel atma törenlerinden birinde gerçekleştirmişti.
İçinde otobüsle gezilen "Şanlıurfa Tünelleri" on yıllar boyunca, özellikle seçim
öncelerinde birkaç kez açılmışsa da, gerçekte henüz tamamlanamadı. Demirel’in
"GAP’ı gaptırmam", "Biz burada dağları değil, çağları deliyoruz", "Fırat’a da
gerdanlıklar çok yakıştı" gibi incili sözleri hep GAP’la ilgilidir. Kutsal
kitaplardaki "verimli hilal" (fertile crescent) terimi Kızıldeniz’den Güney
Anadolu yayıyla Basra Körfezi’ne uzanan alan mıdır, yoksa yalnızca Yukarı
Mezopotamya için mi söylenmiştir, kim bilebilir ki... Kürsü sırası şimdi Çevre
ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nda. Dicle üzerindeki Ilısu Barajı’na destek
sağlayan Cermen ortak yatırım girişimi desteği geri çekti ya... Sayın Eroğlu
kızmış, "Hiç aldırmayız, kendimiz yaparız" diyor. İyi de sayın Bakan, insana
"madem kendin yapabiliyordun, niye yıllardır başka kapıları çalıp durdun" diye
sormazlar mı?
Bir öğüt ki düşman başına
Dilimize yerleşmiş bir terim var: "Ekonomik olarak sulanabilir
arazi varlığı". Bu terimin yetersizliği şuradan belli ki, enerji, çimento, boru
fiyatları bir düşüyor, bir çıkıyor. Yani işi bu yıl yapsanız ekonomik, gelecek
yıl kim bilir ne olur? Öte yandan kimi sulanan ürünler iyi para ediyor, kimi
yıllar ürün neredeyse çöpe atılıyor. Sulama teknolojisi günden güne gelişiyor,
her geçen gün yeni bir buluşla daha az su kullanılarak daha yüksek ve nitelikli
ürün elde edilebiliyor. Hepsinden önemlisi, bir kaynak kimi yıllar doğru dürüst
su üretmiyor. Yani bu alandaki "ekonomiklik" göstergeleri yer ve zamana öylesine
bağımlı, ölçüt kurmak öylesine zor ki... Türkiye’de 50-60 yıl önce bir 8,5
milyon hektar sulanabilir alan hedefi konmuş, yıllardır hiç değişmiyordu.
Şimdilerde iki akım doğdu. Birincisi, "Bu değer konduğunda sulama teknolojileri
yetersizdi, şimdi aynı miktarda suyla çok daha geniş alanlar sulanabilir. Artık,
tüketilen su miktarı artırılmadan 20-25 milyon hektar arazinin sulanması
hedeflenmelidir" diyor. İkinci görüş sahipleri "Türkiye’de suyun yüzde 75’i
sulamada kullanılıyor. Endüstri ve kentler ileride daha çok suya gerek
duyacağına göre, su sıkıntısı çekilmemesi için, sulu tarım arazileri miktarı
dondurulmalıdır. 4,6 milyon hektar sulanan alan yeter" noktasında. Uzaktan
bakınca tümden zıt iki görüşün hangisine yanlış denebilir ki? Artık sulama
yatırımına gerek yok diyenlerin başında Dünya Bankası geliyor. O uluslararası
uzmanlara göre bu gidiş sürerse, 25 havzanın yarıdan fazlasında, önümüzdeki
20-30 yıl içinde evlere ve fabrikalara su yetmez olacakmış. Birkaç örnekle bu
düşünce aşılamasının ne denli tehlikeli olduğunu açıklamaya çalışayım: Su bir
bölgede bol, diğerinde azdır, toprak bir havzada verimli, diğerinde yetersizdir,
iklim bir alanda bitki yetişmesine uygun, diğerinde acımasızdır. Su kullanımı
bir yörede başka sektörlerin önceliğini gerektirir, başka yörede sulamanın.
Yeraltı suyundan enerji üretilmez ama sulama yapılabilir. Batı Anadolu’da ve
Trakya’da da su kaynakları hızla kirlenirken, dağların doruklarına yakın
yerlerde akarsular kaynak suyu niteliğindedir. Kısacası değil bir ülkenin toplam
sulama varlığından, tek bir havzanın su potansiyelinin yetersizliğinden bile söz
edilemez. Böyle raporlara "kestirim" değil de, "güdümleme" demek daha bir
yakışır. İnsan tüketiminde kullanılan suyun kalite istekleri ile sulama
suyununkiler arasında ciddi ayrımlar vardır. Ya da bir amaçla kullanılan su
artık başka işe yaramaz diye bir mantık olabilir mi?
Her şeyden önce uluslararası kabul gören son hedeflerden biri,
endüstri ve madencilik sektörlerinde su çıkışını önlemek, yani onların kendi
sularını çevrimleyerek çalışmalarını sağlamak; diğeri de arıtılmış kentsel
suların, sulama başta olmak üzere diğer amaçlarla kullanımını özendirmektir. Ee,
nerede şimdi o çağdaş hedefler, nerede bize önerilen yollar? Türkiye’nin sulanan
alanları genişletme konusunda yıllardır patinaj yaptığı gözönüne alınırsa,
uygulanan uluslararası politikaların etkisiz kaldığını söylemek zor. Her ne
rastlantı ise, uygulamadaki ile yapımı süren sulama alanları toplandığında,
sulanabilecek alan 4,6 milyon hektar çıkıyor. Tıpatıp diğer sektörlerden
sulamaya kaldığı belirtilen miktar kadar yani. Özetleyelim: "Eldekiyle yetinin,
yenisini yapmayın."
Birkaç rakamla GAP gerçeği
İnandırıcılığın önemli bir parametresini rakamlar
oluşturduğundan, bu konuda okuyucunun hoşgörüsüne sığınmak gerek. Adı bütüncül
kalkınma projesi olsa da GAP’ta tarımsal sulamalar toplam hacmin yüzde 60
kadarını oluşturur. Bugüne dek toplam harcamaların yarısı gerçekleştiğine göre,
oranın yaklaşık aynı kalması beklenirken, tarımsal yatırımların toplamdaki
payının yüzde 13-14 düzeyini bulmadığını görüyoruz. Açıkçası yer aldığımız
coğrafya Fırat ve Dicle’nin stratejik önemleriyle birleştiğinde, Türkiye’ye azı
hedef göstermenin altında başka şeyler aramak hiç de yadırganmamalı. Öngörüler
olgularla örtüştüğünde ise, en iyiniyetli bakış açısı bile kuşku çağrısı
yapıyor. Örneğin özgün GAP projesinde Fırat’tan sulanacak arazi miktarı 1 milyon
hektardan fazla iken, bu değer sessizce 870 bine indirildi. Anılan değişikliğe
ilk aşamada "GAP kapsamında daralma" adını verelim. Ama uygulamada 200 bin
hektara bile ulaşılamadı. Dicle’de işler çok daha geride. Başlangıçta en kolay
sulanabilen ve en az suyun boşa harcandığı yatırımlara öncelik verildiği
gözönüne alınırsa, planlamadaki GAP hedefleri için katedilecek çok ama çok uzun
bir yol olduğu anlaşılabilir. Buradan çıkarılacak ilk sonuçlar, GAP kapsamındaki
sulama yatırımlarının günümüze dek inanılmaz ölçülerde savsaklanmış olduğu ve
bir geri çekilme stratejisi uygulandığıdır. Diğer sonuçlar daha da ürkütücü.
Henüz Fırat’tan sulama için ayırdığımız su, projede öngörülenin 1/5’i düzeyinde.
Ama Atatürk Barajı’nda Haziran 2009’da kalan su miktarı, barajın kapasitesinin
1/5’ini bulmuyor, baraj boşa yakın. Bu kadar su nereye gitti diye sorulacak
olursa, kimine göre enerji üretimine, kimine göre de geçen yıllardaki yanlış
sulamalara. Gerekçeler topluluğuna hangi doğrultudan bakılırsa bakılsın, ortada
bir gerçek var. Almayı planladığımız suyun çok küçük bir bölümü bile sistemi
kilitlemiş. Bırakın kimilerince öne sürülen "Oralardan İç Anadolu bozkırlarına
su aktarıp yeşertme" düşlerini, Fırat’tan, kendi yöresinde daha fazla araziye su
aktarılması bile olanaksız görünüyor. GAP yoluna çıkıldığında, 1,800 milyon
hektar sulama alanından söz ediliyordu. Aradan 30 yıla yakın süre geçti, 300 bin
hektar bile o kadar uzakta ki, gözümüzde canlandıramıyoruz. Tüm belirtiler ve
özellikle oradaki barajlarımızın şimdiden boşalması, "Türkiye hedeflerini geriye
çekti" söylentilerini destekliyor. Rakamlar, sulamada küçülme önceliğinin GAP’a
verildiğinin kanıtı.