'En Yüksek' Rüküşlük



Dünya mirası İstanbul, sonradan görme zenginliğin kültürsüzlük gösterisine teslim ediliyor.

Pazartesi sabahı (24 Ekim 2005) Boğaziçi kıyısındaki Çırağan Sarayı'nda düzenlenen basın toplantısında masaya oturanlar, 'İstanbul' u ve 'Dubai' yi temsil ediyorlardı...

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 2600 yıldır kesintisiz yaşanan bir kentin; üç imparatorluğuna başkentlik etmiş bir dünya mirasının ve mimarlık tarihinin yer yüzündeki en ''görmüş geçirmiş'' birikimlerini taşıyan bi r uygarlıklar merkezinin, ''halkın seçtiği yerel yöneticisi'' ydi...

Dubai Holding İcra Kurulu Başkanı Mohammed Al Gergawi ise 1950'lere kadar yerinde sadece ''çöl kumları'' nın bulunduğu petrol zengini bir ülkede ''kralın atadığı şirket yöneticisi'' ydi...

Bu iki temsilci, dünyanın en köklü 'medeniyet' lerini barındıran Türkiye'de, 'demokrasi' yle göreve gelen Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile 'medeniyet tarihi' ni yeni yazmaya başlayan Dubai'nin 'Veliaht Prens' i olan Al Maktum arasındaki ''ön anlaşma'' yı sonuçlandırdılar.

Uluslararası kültür kurumlarının ''insanlığın ortak değeri'' saydığı İstanbul'un tepesine, aynı kurumlarca ''insanlığın kültürel çöküşü'' nü simgeledikleri ilan edilen gökdelenlerden ''en yükseğini'' dikmeye imza atıldı... Dubai'nin tam '60 misli' yaşındaki kentin belediyesini de 'beşte bir' oranında ortak ederek...

'Hazmedilemez' söylemler
Hafta başından beri bu ortaklık için 'görüş' lerimiz soruluyor...

Boğaziçi manzarasına ''tamamen hâkim olabilmek'' için Levent'ten 300 metreye tırmanacak dev gökdelenlerin, sadece eşsiz silueti bozmakla kalmayacakları; zaten yetersiz olan ulaşım altyapısıyla artık ''tıkanmak üzere'' üzere olan teknik altyapıyı da çökerteceği, kim bilir kaç kez yazıldı; söylendi...

Buna karşın Dubai Holding'in sayfaları ve ekranları kaplayan reklamlarından 'etkilendikleri' belli olan kimi gazete ve TV'lerde ise, ya hiç yokuz ya da ancak 'karşı görüş' adına birkaç cümlemizle varız...

Bu gibi medya temsilcilerimiz, örneğin aynı holdingin ''Alışveriş kültürünüzü değiştirmeye geliyoruz'' demesini bile 'hazmedilemez' bulduğumuzu hiç önemsemiyorlar.

Ticaretteki geçmişi de en fazla 100 yıl önce Basra'daki küçük balıkçı köyünden inci almaya gelen Hintli deniz tüccarlarına dayanan 'Dubayy' ın, dünyanın en ünlü Kapalıçarşı'sını insanlığa yüzlerce yıl önce armağan etmiş ve tarihin en eski ''çarşı-pazar gelenekleri'' nin yaratıldığı İstanbul'da ''alışveriş kültürü dersi'' veremeyeceklerini söylememizden bile etkilenmiyorlar...

Hele şu 'modernleşme' peşindeki çevreler, aynı reklamlardaki ''Yaşam alanlarınızı baştan yaratmak için geliyoruz'' söylemine de hiç oralı değiller. Yeryüzünde ''yerleşik yaşam'' ın ilk başladığı toprakların insanlarına, henüz 50 yıllık ve 'yapay' bir ''yaşam alanı'' na sahip olanların daha saygılı yaklaşmaları gerektiğini sanki anlamak bile istemiyorlar...

Böylesi bir aymazlığa tepkimizin, ''Arap sermayesine'' karşı olmamızdan değil, aynı sermayenin gökdelenlerindeki ''uygunsuz niyeti'' nden kaynaklandığını ise 'delikanlı' ların semti Kasımpaşa'dan yetişen Başbakan'a bile anlatamıyoruz...

Bu gibi ''kente karşı suç'' anıtlarının öncülerinden sayılabilecek 'Gökkafes', 'Parkotel' ve son günlerde de 'Cevahir İstanbul' gibi, sahipleri 'Türk' olan ''ayrıcalıklı imar darbesi'' örneklerine de çok daha sert eleştiriler yönelttiğimizi anımsatmak bile kaygılarımızın ''paranın kaynağı'' ndan değil, 'imansızlığından' kaynaklandığını kanıtlamaya -nedense- yetemiyor...

Örneğin Erdoğan, yok olmak üzere olan tarihi Süleymaniye semtinin ya da Zeyrek'teki dünyada eşi olmayan tarihsel sivil mimarinin yıkımdan kurtarılarak kültür ve turizm merkezine dönüştürülmesi; Tarlabaşı yamaçlarındaki evrensel güzellikteki eski dokunun, zarif evleriyle ve özgün sokaklarıyla onarılarak yine ''turizm rantına kazandırılması'' gibi projeleri, bu 'Müslüman' yatırımcılara teklif edemez miydi?

Yine de bunu Kadir Topbaş hâlâ önerebilir ve 'Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı' nın öncelikli amaçları arasında ''tarihsel gayrimenkullerin yaşatılarak kurtarılması'' na yer verilmesini isteyebilir...

'Rüküş'lüğün mimarisi
Evet... İstanbul'un en değerli yerindeki ''kamu mülkiyetinde'' bulunan bir arsaya, ''sonradan görme bir zenginliğin yarattığı şımarıklık abideleri'' dikilmek isteniyor... Kulelerin 'burgu' şeklindeki tasarımı da kamuoyuna bir ''estetik gösterisi'' olarak sunuluyor olsa bile, sanki kafamıza 'burularak' sokulan en büyük ''rant çivileri'' gibiler...

Nitekim bundan bir 'mimar' olarak Kadir Topbaş da 'huzursuz' olmalı ki kuleler için ''bu onların hayali'' dedikten sonra şunları söylüyor; ''Arsadaki 146 bin m2'lik inşaat hakkı düşey değil, yatay da kullanılabilir...'' (Hürriyet-25 Ekim 2005)

Bu açıklamaya rağmen medyada ve reklamlarda ''akıllı binalar'' olarak da tanıtılan ''ışıltılı gökdelenler'' için ''Avrupa'nın en yüksek kuleleri'' diye göğüs kabartmak ise övünülecek bir başarı değil; ''yüz kızartıcı'' bir talihsizlik... Çünkü, hiçbir Avrupa kentinde, altyapıyı böylesine zorlayacak; kentin kimliğini böylesine bozacak; amacı sadece ''emlak ve ticaret rantı'' olan ve mimarisi de her yönüyle ''kültür yoksunu bir gövde gösterisi'' nin ürünü olduğu anlaşılan böylesine 'rüküş' gökdelenlere izin verilmez...

Hele, yapılacağı bölgedeki kentsel yaşam dengelerini altüst edecek böylesi yapılar için, en azından yer seçimindeki ''akıl dışılık'' nedeniyle 'akıllı' falan da asla denemez...

Dubaililerin en çok övündükleri binaları, yapay bir adaya kurulan 320 m. yüksekliğindeki 'Burj Al Arab' oteli, yani denizin üzerindeki 'Arap Kalesi' . Miktarı belirsiz altın ile bir o kadar kristalin kullanılması da üretime ve alın terine dayalı olmayan, kolay bir zenginliğin göstergesi...

İşte bunlarla 'ünlenen'ler, tarihi bir kentin ne olduğunu; uygarlıklar birikimine dayalı bir kültürel kent kimliğinin ne anlam taşıdığını elbette bilemezler. Ancak bunları bilmesi gereken bizim yöneticilerimizin ise İstanbul'u her şeyden önce ''İstanbul gibi'' imar etmek ve geliştirmek yıllardır akıllarına gelemiyor.

Bu aymazlık, vaktiyle Türkiye'yi ''küçük Amerika'' yapma söylemini yaratmış, 12 bin yıllık birikimlerimizin yerine 200 yıllık bir geçmişin kimliksiz zenginliğine öykünülmüştü. Şimdi de benzer anlayış, İstanbul'u sadece Dubai değil, Uzakdoğu'nun ''sömürge kentleri'' ne de benzetmeye çalışıyor...