Fransa bu ayın sonuna kadar, Rom olarak
tanımlanan 700 civarında Romen ve Bulgar
Çingenesini sınır dışı etmeye hazırlanıyor. 79 Romanya yurttaşı Rom
geçen Perşembe günü, Fransız hükümetinin kiraladığı bir uçakla Bükreş’e
yollandı. Bunlar, hükümetin verdiği bedava gidiş bileti ve her aile için 300
avro ve 18 yaşından küçük her çocuk için 100 avro “gönüllü dönüş yardımını”
kabul eden Romanyalılardı. İçişleri Bakanı, bu yılın başından beri benzer
koşullarla 25. kez Fransa’dan Romanya ve Bulgaristan’a uçak kalktığını belirtti.
2009’da düzenlenen 44 uçuşla 10 bin Romanya ve Bulgaristan vatandaşı ülkelerine
geri gönderilmiş. Avrupa’da ve özellikle Doğu Avrupa’da en yaygın ve en katı
ayrımcılığa maruz kalan grup olan Çingenelere yardım eden STK’ların gözlemlerine
göre, geri dönüş yardımından yararlananların üçte ikisi bir müddet sonra
Fransa’ya geri dönüyor. Bu nedenle “geri dönüş yardımını” insan hakları
örgütleri gidiş-geliş bileti olarak tanımlıyor.
Bu sınırdışı etme
politikası orta vadede etkisiz olmasına rağmen, Fransa’da hükümet bu
operasyonları hızlandırarak sürdürmeye kararlı gözüküyor. Çünkü Sarkozy tarzı
güvenlik politikalarının en değer verdiği araç uygulamanın sayılarla konuşması.
Yabancı düşmanlığından nemalanan popülist siyaset için, “şu kadar yabancı her ay
sınırdışı edildi” anonsu yapmak, sorunun insani boyutlarını dikkate alarak, uzun
vadeli kalıcı çözümler için çabalamaktan daha önemli.
Yıllardan beri
güvenlik temasını işleyerek siyasette kendine alan açan
Sarkozy, Fransa’da yabancı düşmanlığı veya korkusunun “vur
abalısı” konumunda olan Mağriplileri bu kez bir kenara bırakıp Çingeneleri hedef
tahtasına yerleştirdi. Bunun için göreli önemsiz bir olayı kullandı. Temmuz
ortasında küçük bir kentte iki kuşaktan beri yerleşik yaşama geçmiş bir Çingene
Fransız ailesinden bir gencin polis barajında durmadığı için öldürülmesini
izleyen protesto eylemlerinde güvenlik güçlerine saldırılmasını bahane ederek,
“Romlar ve seyahat insanları” hakkında hükümeti toplantıya çağırdı.
“Seyahat insanları”, Fransa’da idare hukukunun 20. yüzyılda
icat ettiği bir tabir. Yerleşik yaşama geçmeyi reddedenleri tanımlamak için
kullanılıyor. Bu grup içinde farklı adlar altında esas olarak Çingeneler yer
alıyor.
Yasalar bu göçer ailelere belediyelerin geçici konaklama
arazileri göstermesini, çocuklarının okullaşması ve ailelerin sosyal
yardımlardan yararlanması için önlem alınmasını vs. zorunlu kılıyor. Bu yasal
yükümlülükleri yerel yönetimlerin küçük bir bölümü yerine getiriyor. Gereğinde
bu yükümlülüğü yerine getirmemekten doğan cezayı ödemeyi tercih ediyorlar.
Nicolas Sarkozy’nin ise derdi elbette Çingeneler değil. Birçok konuda
olduğu gibi, kendisi. Çingene sorununu gündemin merkezine yerleştirmekteki
amacı, L’oréal şirketinin büyük hissedarından yıllar boyunca
“cep harçlığı” aldığı ve hükümette kendisine en yakın olan kişilerden birinin
geçtiğimiz yıllarda bu ailenin vergi kaçırmasına yardım ettiği iddialarıyla
sarsılan gündemi değiştirmek. Bu nedenle, göreli küçük bir olayın üzerine
atlayıp onu hem çarpıtıp hem büyüterek, Fransız ve yabancı Çingeneleri
Fransızların güvenliğini tehdit eden esas tehlike konumuna sokuveriyor.
Avrupa’nın vatansızları
Çoğunluğun bilinçaltına
tarihsel olarak kazınmış olan göçer ve Çingene endişesini -“tavuk hırsızları”
korkusu- canlandırmak, kullanımı kolay ve kısa vadede getirisi yüksek bir araç.
Sonuçta Avrupa’nın vatansız yüzünü yansıtan Çingenelerin arkasında duracak ne
güçlü bir kamuoyu var ne de onları vargücüyle sahiplenecek bir devlet.
Suçla bir etnik grubun ilişkilendirilmesi popülist politikaların ve daha
yaygın biçimde sağ politikacıların evrensel yöntemlerinden biri. Bunun ön
hazırlığını, Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakan Pierre Lelouche,
birkaç ay önce hazırlamıştı. 2007’den beri Romlarda suç artışının her yıl yüzde
140 arttığını belirtip Rom kamplarının suç yuvası olduğuna işaret etmiş,
bunların işlediklerini iddia ettikleri suçları bir bir saymış ve “bir cemaati
damgalamamak adına, sorun karşısında gözlerimizi kapamamalıyız” demişti. Eğer
önlem almazlarsa, Romanya ve Bulgaristan’ın Schengen serbest dolaşım anlaşmasına
2011’de dahil edilmemeleri tehdidini ilave etmeyi ihmal etmemişti.
Sarkozy, genellikle netameli işlerde kullandığı Lelouche’un ön
hazırlığını yaptığı bu “acil sorunu çözmek için”, Fransız yurttaşı olmayan ama
sonuçta AB yurttaşı olanları sınırdışı etmekle yetinemezdi. Daha gösterişli bir
şeyler yapılmasına ihtiyacı vardı. Bu nedenle Romların veya “seyahat
insanlarının” kentlerin çeperlerinde yerleştikleri kamu arazilerinden
kovulmalarına, kamplarının yıkımına hız verildi. İki hafta içinde Fransa’nın
dört bir yanında 40’tan fazla Rom kampı güvenlik güçleri tarafından yıkıldı.
Yüzlerce kişi sokağa döküldü. İçişleri Bakanlığı varolan 600 Rom kampının
önümüzdeki üç ay içinde yıkılacağını ilan etti. Bu arada Paris’in
banliyölerinden birinde, içinde 20 civarında kişinin yaşadığı bir gecekondu kamp
yanıverdi. Görgü tanıkları yangının kasıtlı çıkarıldığını iddia ediyor.
Bütün bunlar gösterişli güvenlik devleti politikasına yetmemiş olacak
ki, Nicolas Sarkozy Temmuz sonunda, polis veya jandarma öldürenlerin Fransız
vatandaşlıklarının geri alınacağını ilan etti. Vatandaşlığın geri alınmasını en
son Vichy hükümeti uygulamıştı! Ardından, “halkın güvenliği konusuna lakayt
kalan” belediye başkanlarını cezalandırma tehdidini dile getirdi hükümet
sözcüsü. Bu “sorumsuz yönetimlerin” nasıl tespit edileceği ve nasıl
cezalandırılacakları meçhul. Sorumsuz yerel yönetimlerden kast edilen ise göçer
kamplarını yıkmayan, başlarını sokacak bir deliğe sahip olmayanları geçici
olarak spor salonlarında ağırlamaya çalışan sol partilerin belediyeleri elbette.
Sarkozy’nin politikasını en iyi tanımlayan kişi, Yeşiller hareketinin
liderlerinden Avrupa Parlamentosu milletvekili Cohn-Bendit
oldu. Sarkozy’nin Fransızları “budala yerine koyduğunu” belirtip polis öldürenin
zaten müebbet hapse çarptırıldığını, vatandaşlıktan atma cezasının bu durumda
hiçbir anlam ifade etmediğini hatırlattı. Ardından Sarkozy’nin “küçük
bir adam” olduğunu belirtti. Bunun cumhurbaşkanının boyuyla ilgili
olmadığını, kişiliğinin küçük olduğunu, insanların korkularını tetikleyerek
siyaset yapmanın küçük insanlara özgü olduğunu vurguladı.
Fransa’da
cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir buçuk yıl kaldı. Görünen o ki sağ seçmen
tarafından da terk edilmeye başlanan Sarkozy, cafcaflı değişim sloganları
yerine, yaşlanan ve geleceği konusunda karamsarlaşan Fransa’nın küçük
adamlarının korkularını tetiklemeyi tercih edecek. Bu politikanın kamuoyu
tarafından desteklendiğini iddia edenlere karşı hatırlatmakta yarar var: Eğer
II. Dünya Savaşı sırasında kamuoyu araştırmaları yapılıyor olsaydı, Mareşal
Petain’in Hitler’le işbirliği yapmasına Fransa’da geniş bir kamuoyu desteği
olduğu ortaya çıkardı! İşbirlikçi hükümet sonradan Fransız vatandaşlığına geçmiş
onbinlerce kişiyi, esas olarak Yahudileri vatandaşlıktan atmış ve önemli bir
kısmını Almanlara teslim etmişti.
Aman dikkat! Fransa’ya giderseniz bu tespiti çok fazla dile getirmeyin.
İçişleri Bakanlığı son haftalarda hükümetin politikalarını Vichy hükümetinin
politikalarına benzetenlere karşı dava açmaya başladı. Küçük adam olmak tam da
böyle bir şey değil midir?