Ara Güler'e göre İstanbul Jean Giraudoux 'nun 'deli saraylısı' dır. "Öyle bir deli saraylı ki, hem Roma, hem Bizans'ta, hem Osmanlı' da yaşamış. Birikimlerin deli saraylısı... Bugün artık ihtiyar bir deli saraylı olmuştur. Süslenmeyi ihmal etmez, takar takıştırır, kokularını sürer. Bir sürü çekmecesi vardır; içleri eski günlerin görkeminden kalma mücevherlerle doludur. Bu İstanbul denen deli saraylının neresine dokunsan altından bir mücevher çıkar...."
İstanbul birikimlerini sokaklarında, mahallerinde, semtlerinde sergiler, açık hava müzesidir bu kent. Birikimlerden kastedilen aslında kentin değişimine neden olandır. İstanbul' un neresine dokunsan altından bir mücevher çıkar... İstanbul'un tarihinden gelen kozmopolit yapısının; kentin farklı bölgelerinde farklı dokular, yerleşimler ve mimariler olarak yansıması ancak böyle bir dille anlatılabilir herhalde..
Kent zamanla değişiyor, dönüşüyor, yaşadığımız bütün sosyal, politik, etnik değişimlerden etkileniyor. Bunun sonucunda kent özgün kimliğini kaybediyor ve birçok yeni "kimlikçik" ediniyor (!) ve biz de şimdi bu tarihi bölgeleri eskisi gibi "yapma" ya da "iyileştirme" çabası içerisine giriyoruz. Üstelik bunu "semtin içinde yaşayan insanı da değiştirme kaygılı yapıyoruz..Yani her şey eskisi gibi olsun istiyoruz. Biz bozuyoruz, biz yapıyoruz. BU BÜYÜK YAP-BOZ DA DURUMUMUZ NEDİR PEKİ? Yapboz bittiğinde bütün parçalar yapışıp bir bütün halinde duracak mı? Yoksa dağılacak mı? Ya da itiraf etmek zor olsa da acaba parçaları şimdiden yanlış mı birleştiriyoruz?
Örneğin Fener-Balat dönüşümünün neresindeyiz? Bu dönüşümün ne kadar arkasındayız?