İstanbul romantizmine kapılmanın da, İstanbul'dan yaka silkmenin de aynı oranda kolay olduğu malum. Kenti nereye koyacağını, ne içinde doğup büyüyenler tam olarak biliyor ne de yabancılar. Bu konuda herhangi bir hakikatin varlığı zaten şüpheli olduğundan, sonunda da işin içinden hengame, gizem, çelişki falan diyerek çıkmaktan başka çare kalmıyor. İşin aslı karma bir kimlikten oluşan büyülü bir dinamizm mi, 'kimlik bunalımı' mı, orası tam belli değil. Fakat bir yandan İstanbul her bir şeyin merkezi olmaya, bilhassa da kültürel bir merkez olmaya talip. Hem de dünya ölçeğinde, değilse bile Avrupa'nın gözünde. Buna ramak kaldığına dair veriler her daim mevcuttur. Şunlar ve bunlar yapılmıştır, görenler hayran kalmıştır, Kuledibi'ndeki yabancı popülasyonu artmıştır, bilmemkim de konser vermeye mutlaka gelecektir, bir başkası Türk müziğine hasta olmuştur, vs.
Bunlar eski muhabbetler. Ama belki de şu aralar her zamankinden daha 'güncel'. Bir kere İstanbul'daki turist ve yerleşik yabancı sayısındaki artış gözle görülür düzeyde. Biz turist olarak gittiğimizde, fırsatı bulan İstanbul'dan bahis açıyor. Uluslararası kongreler serisi ayrı bir vaka. İstanbul da, kültürel ve sanatsal üretimi, nüfusunu düşününce devede kulak kalsa bile, iyi-kötü bir hareketlenme yaşıyor. Beri yandan bakımsız kalmış bir sürü tarihi bölge, farklı yaşam alanlarına dönüşmesi ümidiyle harıl harıl restore edilip yeniden düzenleniyor.
Peki, "Batı bitti, gelecek akım Doğu'dan," diyerek neredeyse buraların bayraktarlığına soyunan Fatih Akın ve diğer iyi niyetli arkadaşlar ne ölçüde haklı? İstanbul gerçekten egzotikliğinin ötesinde cazip bir şehir, giderek bir kültürel merkez olma yoluna ufaktan çıktı mı, yoksa sadece turistler için biraz daha 'hip' mi oldu? İzleyip göreceğiz elbet. Fakat ondan önce, İstanbul'un nasıl bir gidişat içinde olduğunu, belli başlı alanlardan uzman isimlerle konuştuk. Genel bir çerçeve için ise, kent kültürü ve İstanbul'un erbaplarından Murat Belge'ye sorduk.
'Aslolan, bir özgürlük kültürü geliştirmektir'
Murat Belge, İstanbul'a son dönemde hakim olan canlılığın sağlam temellere dayanmadığını savunuyor
İstanbul üzerine epey kafa yoran Murat Belge, 'İstanbul'un kültür, sanat ve turizm alanlarındaki parlak geleceği' konusunda artan hararete, temkinli yaklaşıyor. "İstanbul dış kamuoyunda çok çekici bir yer. Merak var. Fakat o insanların buraya kültürel bir pratiğin içinde yer almaktan çok, görmek üzere geldiklerini düşünüyorum. Dediğiniz gibi bir oluşumun başlangıcında olabiliriz de, olmayabiliriz de. En azından bunun bu şekilde görünebildiği bir aşamadayız. Fakat böyle bir şeyin olacağı memlekette, tam bir fikir özgürlüğü olur. Bu, Türkiye'de yok henüz."
Tam bir fikir özgürlüğü 'bekledim de gelmedi'ler arasındayken, kaybedilenler hanesinde kozmopolit bir yapı duruyor. Belge, bazen İstanbul'un kozmopolitliğinden bahsedilirken, kentte artık Sivaslısından Kastamonulusuna herkesin yaşadığından dem vurulmasına dikkat çekiyor. "Halbuki tam tersi. Kozmopolitlikten çıktı. Cumhuriyet'e kadar kozmopolit diyebileceğimiz bir nüfusu vardı. Yine bir kültür üretim merkezi değildi ama dünyada üretilen kültürün kısmen olsun tüketildiği bir kentti. Örneğin Donizetti bir opera yazdığında, Tahran'a, Pekin'e, Kahire'ye gitmezdi de, bir zaman sonra İstanbul'a mutlaka gelirdi. Bu bir ölçüdür. Ama bir St. Petersburg da değildi İstanbul; Dostoyevski çıkmadı. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, 60'a kadar, Cumhuriyet döneminin kendi ölçüleri içinde, İstanbul şimdiye oranla yine daha kozmopolit bir yerdi. Ondan sonra yerli halkı, buranın Türk olmayan yerlilerini kovaladık. Nüfusu o zaman 1 milyon civarında olan bir kentten 100 bin insanın gidişi ciddi bir azalmaya yol açmalıydı."
Ne var ki öyle olmamış, aksine İstanbul'un nüfusu birkaç kat artmış o yıllarda. "Demek ki müthiş bir göç geldi. Bu da şunu gösteriyor; İstanbul her zaman göç almıştır ama İstanbul'un yerli nüfusuyla her yıl dışarıdan gelenlerin belli bir oranı olmuştur ve oldukça kısa sürede dışarıdan gelenler asimile edilmiştir. Ama oranlar böylesine değişince, asimile etmek mümkün olmaktan çıktı. Onun için de İstanbul 1 milyonluk bir kentken, 10 milyonluk, adının ne olduğu belli olmayan bir kalabalık haline geldi."
İstanbul'un, sanki bütün sakinleri sessiz bir anlaşma yapmışcasına, temelde ortak bir kültürü yaşayan, asgari müşterekleri belirgin kentlerden olmadığı aşikar. Zaten hem nefret edip hem de tuhaflığının cazibesine kapıldığımız noktalardan biri de bu herhalde. Belge'ye göre bir Akdeniz kenti kimliğinin baskınlığından söz edilebilir ama bu da tam doğru adres değil. "İstanbul'daki bir şeyin benzerini çok daha yakın olan Bükreş'te görmeyebilirsin ama Valencia'da görürsün. Akdeniz'de bütün o iklim, yeme-içme gibi yumuşak, rahatına düşkün bir hayat tarzı vardır. İstanbul'da bu olabilir. Ama Akdeniz diyorum. 15 yaşına geldiğinde hala denizi görmemiş İstanbullu var. Hangi ortak kültürden bahsedeceksin..."
Hal böyleyken, İstanbulluların kültürel ihtiyaçları ve pratikte 'ihtiyaç duymadıkları' da ister istemez karmaşık bir tablo sergiliyor. "Mesela bu yıl İstanbul Modern diye bir modern sanat müzesi açıldı. İyi de oldu tabii. Ama 21. yüzyıla kadar modern sanat müzesi olmayan bir kent, üstelik bilmemkaç milyon nüfuslu... Bu herhalde insana, bu kentte bir şeyler doğru gitmiyor diye düşündürmeli. Evet film festivali falan düzenliyoruz, birçok insan da geliyor ama burası bunların üreticisi konumuna geçmiyor. O zaman da insanlar gelirler, 'Burası böyle bir memleket' derler ve iyi vakit geçirmenin, keyfetmenin yollarını bularak öyle yaşarlar sadece."