Evlerimizle Birlikte, Geleceğe Dair Umutlarımızı da Yıkıyorlar

"Söylesem faydası yok, sussam gönül razı değil"

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nın kentsel planlama çalışmaları kapsamında önerdiği yol güzergâhlarından biri, İstinye-Etiler semtleri arasında kalmakta olan Fatih Sultan Mehmet ve Reşitpaşa mahallelerinden geçmektedir. Bu planın hayata geçirilmesi çok sayıda evin yıkımına neden olacaktır.

İstinye-Baltaimanı TEM bağlantı yolu bir gereksinimden kaynaklanmamakta; alışveriş merkezlerine yol açmayı amaçlamaktadır. Yol genişliği keyfi olarak artırılmakta, daha az yıkıma neden olacak alternatif güzergâhlar dikkate alınmamaktadır. Topoğrafik açıdan da uygun olmasına karşın yol aksının boş olan İMKB arsasına doğru birkaç metre daha ötelenmesi düşünülmemektedir. Evleri yıkılan vatandaşlara tüm sosyal dengelerini bozacağı dikkate alınmaksızın Kartal'da yer gösterilmektedir.

Veciz bir sözdür: "Ne gördüğümüz, ne görmek istediğimize bağlıdır". Objektifler, sadece yöneltildikleri doğrultudaki gerçekleri, seçilmiş doğruları gösterdiklerinden bütünü yansıtmakta yetersiz kalırlar. Bu nedenle, kentsel dönüşüm olgusunun kasıtlı olarak kitlelerin gözden kaçırılan diğer parçalarının da kamuoyunun dikkatine sunulmasında yarar vardır. İstanbul'un ulaşım ve imar sorunlarını çözümü için belediye yetkilileri ve kimi akademik çevreler tarafından topluma dayatılan çözüm önerileri de kendi objektifleri açısından doğru gibi görünmekle birlikte, tek yanlı ve tek boyutlu olduklarından sakattır.

Sakattır; çünkü, çoğu zaman yasal dayanağı ya yoktur ya da yasal kılıf sonradan hazırlanır; kentsel planlama bilimi ve etiği açısından hatalı; demokratik katılımcılıktan uzak ve sosyal yaklaşımdan yoksundur. Bunları biraz daha açmaya çalışacağım.

1- Hukuki açıdan sakattır. İstinye-Baltalimanı bağlantı yolunda örneklenebileceği gibi, çalışmalar yasal dayanaktan yoksun ve keyfi olarak başlatılmaktadır. Mahalle sakinleri yargıya başvurup yürütmeyi durdurma vb bir karar çıkarttıklarında, yapılanları meşru kılmaya yönelik yasal dayanaklar sonradan hazırlanmaktadır. Yerel ve merkezi yöneticilerimizin geçmiş pratikleri de ne yazık ki bu konuda güven vermekten uzaktır. Hukuk tanımamaz-lık çoğu zaman hukukun üstünlüğünü hiçe sayma boyutuna ulaşmaktadır. Tam bu noktada yasal olanla hukuki olan arasındaki ince ayrımı da dikkatlerinize sunmak isterim.

2- Kent ve planlama bilimi ve etiği açılarından sakattır. Kentsel tasarım; sosyal, ekonomik, fiziksel ve çevresel boyutları olan çok yönlü ve çok aktörlü bir mekân düzenleme aracıdır. Mevcut uygulamalar, kentin makro planlarını yansıtmaktan uzak, bütünlükten yoksun ve çoğu zaman birbirinden kopuk ve habersizdir. Kentsel tasarımın kapsam, çerçeve, süreç ve yasal dayanaklar açısından tanımlanma ihtiyacı gösterdiği açıktır. Belirsizliklerin çokluğu, muğlaklığı ve uzak erimli makro planlardan kopukluğu, yerel ve merkezi otoritelere geniş bir hareket alanı bırakmakta ve kişisel çıkar, hırs ve egoların tatmin edilmesi için uygun bir iklim oluşturmaktadır. Sabahleyin "benim bir fikrim geldi" diye kalkan bir yetkilinin, bu fikirlerini hayata geçirebilmesi için tek engeli çoğu zaman kendisi olmakta ve çevrelerinde bu görüşleri onaylamaya hazır çok geniş bir kitle bulabilmektedir.

Yol genişletme çalışmalarının trafik sorunlarına çoğu zaman çözüm olmadığı; tersi bir yaklaşımla trafiğe kapatılan yolların çevresindeki araç trafiğinin kısa bir süre sonra "buharlaştığı" akademik çevreler tarafından da kabul görmüş bir olgudur.

3- Demokratik katılımcılık açısından sakattır. Ülkemizde, "kahve" sohbetlerinde en çok söylenen sözlerden biri şudur: "Bu memlekete demokrasi çok erken geldi, azizim!" Ne var ki, böyle gittiğimiz sürece yüz yıl sonrasının "cafe" toplantılarında da benzer bir söylemi duymak çok muhtemeldir. Demokrasi anlayışımız, şimdilik, birilerinin daha önce seçtiklerini seçmekten öteye gidememektedir. Hasbelkader seçilenlerin dediği de, öttürdüğü düdük de demokrasi sayılmakta; O yüce kişi herkes için en iyi ve en doğruyu herkes adına düşünmekte ve yapmaktadır. Demokratik kitle örgütleri, meslek kuruluşları ve diğer resmi veya özel kurumlar seslerini çıkardıklarında da cevapları hazırdır: "Herkes kendi işine baksın!" veya "Eski köye yeni adet, eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmeyin!"

Eski Yunan site demokrasilerinde de böyleydi: Asiller karar alır ve uygularlardı. Soylular, köle barınaklarının agoradan amfiti-yatroya giden yol üzerinde bir engel oluşturduğunu düşündüklerinde, bunları özgürce yıkar; çift atlı arabalarına binip "deh" diye seslendiklerinde, kölelerin daha sonra ne yaptıklarını düşünmezlerdi bile. Peki, köleler ne yapardı? Bunu doğrusu tam olarak bilemiyoruz; çünkü Heredot bunları yazmazdı!

4- Sosyal politika açısından da sakattır. Kentsel dönüşüm, günümüz yerel yönetimlerinin en gözde söylemi olmayı sürdürmektedir. Bunun nedeni, çok kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi ranttır. Bu bahaneyle kentsel mekânda mülkiyet paylaşımı yeniden yapılmakta, imar sorunları gerekçe gösterilerek yoksul sınıflardan sermaye sınıfına mülkiyet ve kullanım hakları transferi yapılmaktadır. İnsanlık tarihi, önceleri fetih çağlarında; sonraları iç göç ve toplumsal alt-üst oluşların yoğun şekilde yaşandığı dönemlerde bu şekilde yaşanmış pek çok trajediye yer vermektedir. Batı Avrupa ülkelerinde geçen yüzyılın başında karşılaşılan uygulamalar, yaklaşık yüz yıl sonra, ülkemizde varlığını hâlâ sürdürmektedir. Oysa, Batı Avrupa ülkeleri bu uygulamalardan pratikte pek çok şey öğrenmiştir: Kentsel dönüşüm bütünüyle piyasa dinamiklerine ve merkezi ya da yerel yönetimlere bırakılamaz. Kamu kurumları, özel, mesleki ve gönüllü kuruluşlar ile birlikte çalışmalı; yerel halka öncelik tanınmalı ve bu alanda yaşayanlar güçlendirilmelidir.

Sonuç olarak: İçlerinde kamu binaları da olmak üzere, mevcut yapı stokunun önemli bir bölümünün yasal açıdan "ayıplı" olduğu göz ardı edilerek; iç göç ve plansız büyümenin tek sorumluları onlarmış gibi fatura gecekondu sakinlerine ödetilmek istenmektedir. Halkın yoksulluğundan nemalanan istismarcı politika esnafının hiç sorumluluğu yok mudur? Siz hiç yasal kılıflara uydurularak -bazen bu bile yapılmaksızın- her gün sayıları artan çarpık ve yağmacı yapılaşmaya karşı bir eylem, bırakın eylemi ağızlarından çıkan bir söylem duydunuz mu? Bir sokakta davul çalınırken, başka bir sokakta bir şeyler götürülmek istenmektedir. Çıkarılan bunca gürültünün nedeni budur. Mekânları insansız bir meta olarak algılayan bu anlayış, insanları yaşam çevrelerinden uzaklaştırmakta, buraları kâr ve spekülasyon amaçlı kullanım alanlarına dönüştürmektedir. Bu yaklaşım, planlama kavramının içini boşaltmakta, kentsel dönüşüm kavramını kulağa hoş gelen süslü bir söylem boyutuna indirgemektedir. Yapılması gereken; halk için, halkla birlikte ve mutlaka katma değer yaratan bir 'yerinde dönüşüm' programı olmalıdır.

Bir ev yıkıldığında, gerçekte yıkılan sadece bir ev değil, çok daha ötesidir. İnsanların aidiyet duyguları, anılan, geçmişle olan bağları, geleceğe ait umutları da evleriyle birlikte yıkılmaktadır. Yıkılanın yerine daha iyisini vermek bile, ortaya çıkan travmayı gidermekten ne yazık ki uzaktır. Geçmişte cetvelle çizilen sınırların yerini parmakla gösterilen yollar almaktadır. Bu, pratikte -ne yazık ki- kolay olmasına karşın, doğru ve haklı bir yöntem değildir.

TOKİ Başkanı, "Türkiye'nin üç büyük problemi vardır: Terör, gecekondu ve cari açık" diyebilmektedir. Bu sözler şöyle yorumlanabilir: Türkiye'nin bir problemi vardır, o da yönetim problemidir. Yine TOKİ Başkanı: "Yaptığımız işlerde yüzde 70 doğruyu yakalarsak bu bizim için yeterlidir" diyebilmektedir. Yola çıkan ve içinde yüz kişinin bulunduğu bir otobüsün yolcularına, "İçinizden 30 kişi ölecek veya yaralanacak" dendiğini düşünelim! Kim böyle bir otobüse binmek ister?

Yazıyı başlangıçta olduğu gibi veciz bir sözle bitirmek isterim: "Samanlık atlara farklı, sevdalılara farklı kokar". Bize gelen koku budur. Belirtilenlerin fazla bir şey değiştirmeyeceğini elbette bilmekteyim. Akademik çevreler için de dramatik bir açmazdır bu. Fuzuli'nin dediği gibi: "Söylesem faydası yok, sussam gönül razı değil."

Velaaddin KILIÇ / Fatih Sultan Mehmet Mahallesi Güzelleştirme Derneği