Bugün Dünya Çevre Günü. 1972’de İsveç’in
başkentinde toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda
her yıl 5 Haziran’ın Dünya Çevre Günü olarak kutlanması kararı
alınmıştı. Birleşmiş Milletler 2011’i Uluslararası Orman Yılı
ilan ettiği için, bu yıl Çevre Günü’nde esas olarak dünyanın ormansızlaşması
sorunları ele alınacak. Ayrıca Dünya Çevre Günü’nün bu yıl resmi konuğu
Hindistan. Yaşadığı nüfus, sanayileşme ve kentleşme baskısının
yarattığı büyük çevre tahribatının yanında, Hindistan yetkilileri dünyadaki
global ısınmanın sonuçlarından en fazla etkilenecek ülkelerden birinin kendi
ülkeleri olduğu için, bu konuda resmi konuk devlet olmayı kabul etmişler.
Türkiye’de Çevre Günü etkinliklerinin seçim kampanyasının tozu dumanı
arasında iyice gözden kaybolması ihtimali yüksek. Ayrıca Çevre ve Orman
Bakanlığı’nın bu gün vesilesiyle dikkate değer bir girişim öngördüğü de
şüpheli. Halbuki Birleşmiş Milletler, 2011 Dünya Çevre Günü’nün, öncelikli
teması orman olması itibarıyla, bugüne kadar düzenlenmiş en önemli çevre günü
olacağını ilan etmişti. Belki Türkiye’de de, “2B arazileri üzerinde TOKİ ormanı
dikme” etkinlikleri düzenlenmiştir. Ya da “1, 10, 100 değil 1000 HES”
kampanyasının yapacağı ağaç katliamları kutlanacaktır. Ama Anadolu’nun dört bir
yanından hiçbir şiddet eylemine karışmadan Ankara’ya doğru başlayan Büyük
Anadolu Yürüyüşü’nün Gölbaşı’ndan öteye gitmesine anlaşılan izin verilmeyecek.
Halbuki Dünya Çevre Günü’nde Büyük Anadolu Yürüyüşü’nün Ankara’ya ulaşmasından
daha anlamlı hangi etkinlik tasarlanabilirdi, bilmiyoruz.
Kâr-maliyet hesabı
Yürüyüşçüler, kendilerine herhangi bir resmi tebligat yapılmaksızın, 21
Mayıs’tan beri Gölbaşı’nda önleri polis tarafından kesilmiş bekliyor. Bu
nedenle, 4-5 Haziran’da herkesi Gölbaşı’na, kurdukları direniş kampına
bekliyorlar. Türkiye’de Dünya Çevre Günü gayriresmi etkinliklerinin merkezi
Gölbaşı olacak bu yıl. Doğa yıkımına, doğayla iç içe yaşayan halkın yaşam
alanlarını yok etmeye, doğanın parsel parsel satılmasına karşı yaşamı savunmak
için, geçtikleri tüm kentlerde, kasabalarda halka yanlış enerji ve kalkınma
politikalarını anlattı yürüyüşçüler. Binlerce kilometre yürüdüler. Bunu
Ankara’da anlatmaları “kamu düzeni” açısından tehlikeli görülmüş olacak ki,
yürüyüşçülerin karşısına polis barajı dikildi. Onlara destek vermeye gelenler
engellenmeye çalışıldı. Seyyar tuvalet kurmaları bile güvenlik devleti bakışı
açısından tehlike arz ediyordu ki, engellendi. Bu tavır iktidarın çevre
konusundaki duyarsızlığını, fütursuzluğunu ve “doğrusunu ben bilirim” kibrini
simgeliyor.
Bu kibrin bir başka tezahürü, siyanür kullanımıyla altın ve gümüş madeni
aranmasına izin verilmesi ve bunun “aş ve iş ihtiyacı”nı gerekçe gösterilerek,
savunulmasıdır. Siyanür ve ağır metal içeren sıvının açık alanda toplanması ve
çökeltilmesine dayanan sistemin içerdiği çevre ve insan yaşamı riskine karşı
duyarsız kalınabilmesi ürkütücüdür. Doğrudan insan ve genel olarak tüm
canlılarının yaşamını tehdit eden, telafisi onlar hatta yüzlerce yıl isteyen
tahribatları tüpgaz patlamasıyla karşılaştıran bir hırs var karşımızda. Büyük
çevre riskleri konusunda kar-maliyet hesabından daha önce dikkate alınması
gereken temkinlilik ilkesini, “bize bir şey olmaz” zihniyeti içinde bir kenara
bırakıyor. Aslında “bize” de değil, “onlara bir şey olmaz” diyor. Olsa da önemli
değil diye düşünüyor mudur? Karar vericiler, nedense siyanür barajının dibinde
oturmazlar ne de nükleer santralin dibinde ev alırlar.
Dilovası’nda kanser
Dilovası’nda da oturmuyorlardır. Ama Dilovası’nda sanayi atıklarının
yarattığı vahim kirlenmenin insan sağlığını tehdit ettiğini belirtenlere karşı
çok kızarlar. “Organize Çevre Katliam Bölgesi” başlıklı yazıda dört buçuk yıl
önce ele almıştık (Radikal2, 26.11.2006). İnsan ve canlı yaşamı açısından
organize cehennem bölgesi görünümünde olan Dilovası çukurunda, o dönemde 20 bin
kişi çalışıyor ve 30 bin kişi yaşıyordu. Dilovası’nda yaşayanların büyük
çoğunluğu astım ve bronşit rahatsızlıkları gösteriyordu. O dönem Kocaeli
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılmış bir araştırma, bu bölgede
gerçekleşen ölümlerin yüzde 30’unun kanser ve esas olarak akciğer ve mide
kanseri nedeniyle gerçekleştiğini belirtiyordu. Türkiye geneline kıyasla
kanserden ölüm oranı, Dilovası’nda üç misli daha yüksekti. Bu konuda Meclis
Araştırma Komisyonu kurulması gereği bile hissedilmişti. Komisyon, bölgede
yaşayanların başka yere taşınmasını önermişti öncelikle. Bölgede çalışanlar ne
olacak sorusuna ise biraz boş gözlerle bakan bir yanıt veriliyordu. Bütün bunlar
yetmiyormuş gibi, Çevreye Hiçbir Şey Zarar Vermez Genel
Müdürlüğü olarak çalışan bakanlığın verdiği ÇED raporuyla, bir de çöp
toplama alanı yapılması öngörülmüştü. Hemen düzeltelim, çöp toplama alanı değil,
Katı Atık Düzenli Depolama Tesisi. Şimdi de bölgeye termik santral yapılması
planlanıyormuş!
Provakatör Hamzaoğlu
İşte 19. yüzyıl başı sanayi kentlerinin dehşet verici manzarasını sunan bu
Dilovası’nda insan sağlığı açısından var olan tehlikeyi gösteren bir
araştırmanın ilk verilerini kamuoyu ile paylaşmak, üniversitenize hakkınızda
YÖK’ten soruşturma açılması talebi gelmesine neden oluyor. Soruşturmanın
kaynağı, Kanser Savaş Daire Başkanlığı’nın araştırma yapan kişi
hakkında şikayeti. Şikayetin nedeni, halkı kanserle ile ilgili yanlış
bilgilendirme! Ayrıca Kocaeli Belediye Başkanı da, “halkı korku ve paniğe sevk
etmek” iddiasıyla araştırmacı hakkında soruşturma açmış, yargılanmasını istiyor.
İnsanın kabus mu görüyorum diye kendini çimdikleyesi geliyor.
Söz konusu araştırmacı, Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi bir profesör,
Onur Hamzaoğlu. Üniversite araştırma fonu çerçevesinde
asistanlarıyla yaptığı araştırmanın sonuçlarını, araştırma daha yayımlanmadan
ilan etmesi ve bunu sağda solda biraz fazla taşkın biçimde ifade etmesi
rahatsızlık yaratmış. Kocaeli Belediye Başkanı kendisini şarlatanlıkla suçlamış.
Hamzaoğlu’nun belediye başkanına karşı açtığı hakaret davası da devam ediyor. Bu
arada üniversite yönetimi de YÖK’ten gelen talebe direnememiş, hakkında
soruşturma açmış. Bilmiyoruz, araştırmasının sonuçları yayımlanmadan, bölgede
anne sütünde ve bebeklerin dışkılarında toksik ağır metaller bulunduğunu
söylemiş olmak nasıl bir hizmet kusuru olarak değerlendirilecek. Veya taşkın,
belki kışkırtıcı biçimde halk sağlığıyla ilgili bir konuyu gündeme getirmenin
idari olarak ne tür bir kabahat olduğunu belki bu vesileyle öğreneceğiz.
Savcılık da 2-4 yıl hapis cezası talebiyle yargılanmasını istemiş bu
“provokatör”ün.
Halbuki 2011 Mayıs’ında Sağlık Bakanlığı’dan biri müsteşar yardımcısı, diğeri
genel müdür, iki uzman, “bölgede kanserden ölümlerin kalp damar hastalıklarından
ölümlerin önüne geçip birinci sıraya yerleştiğini” belirten bir rapor yayımladı.
Hamzaoğlu galiba daha vahim bir şey söylemiyor. Araştırması yayımlanmadan
araştırma sonuçları hakkında konuşması mı rahatsızlık yaratıyor yoksa dikkat
çektiği tehlikeler mi? Dilovası organize çevre katliamı bölgesinden etrafa
dağılan menfaatleri tehdit ediyor olması mı savcılığı harekete geçiriyor?
Susmak vicdansızlıktır
Bir öğretim üyesinin yaptığı çalışmanın değerlendirilmesi akademik alandaki
kurulların, bilimsel konferans seçici komitelerinin, bilimsel dergilerin,
alanındaki meslektaşlarının işidir. Ne savcılığın, ne YÖK’ün ne de üniversite
yönetiminin üzerine vazife! Araştırmanın sonucu yayımlanmadan, araştırma
hakkındaki kanaatlerini de söyleyebilir bir araştırmacı. Sonucunun bu kanaatleri
yalanladığını, eğer gerçekten yalanlıyorsa, ya kendisi görecektir ya da
meslektaşları ona bunu göstereceklerdir. Ayrıca varlığı konusunda ciddi ön
bulguların olduğu ve insan sağlığını şimdi ve burada tehdit eden bir konuysa bu,
konuşmak değil, susmak vicdani bir suçtur. Söz konusu olan insan yaşamıdır ve
densizlikle bile olsa bir toplumsal farkındalık yaratılacaksa, bu neden YÖK’ü
rahatsız eder? Hadi belediye başkanını neden rahatsız ettiğini anlıyoruz. Kanser
Savaş Daire Başkanlığını neden rahatsız eder?
Büyük Anadolu Yürüyüşü’nün başkente girmesinin engellendiği, Dilovası’nda
yıllardır devam eden büyük çevre felaketinin insan sağlığı açısından yarattığı
tehlikeli sonuçları belki taşkın ve provokatif biçimde söyleyen bir öğretim
üyesi hakkında savcılığın soruşturma açtığı bir Türkiye’den Dünya Çevre Günü’nü
selamlıyoruz.