Yurdun hemen tüm akarsularına göz koyan “Hidroelektrik Santral” (HES)
salgını Erzurum’a da bulaştı. Her yerde olduğu gibi “yöre halkı” da
asıl amacı “suların pazarlanması” olan bu talana direniyor...
Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Serdarlı
Beldesi’ndeki Aşağı Katıklı ve Dikmen köylerini sulayan “Ödük
Çayı”nı kullanacak HES için “Serdarlı Platformu”ndan Ziraat Mühendisi
Gürsel Engin diyor ki: “Enerjiye karşı değiliz ama bölge
insanının kalkınmasına değil, daha da yoksullaşmasına neden olacak yatırımları
da istemiyoruz.”
Nitekim Erzurum Valiliği’nce düzenlenen “bilgilendirme”
toplantısı da çok “gerilim”li geçmiş… Valinin “Yasalara uyun; görevlileri
engellemeyin; bu sizin canınızı yakar” demesine tepki gösteren katılımcılar asıl
can yakıcı olanın HES olduğunu belirtmişler. Erzurum Milletvekili
Muzaffer Gülyurt’un (AKP), dereleri enerji için kullanmaya
karşı çıkanlara, “Su akar Türk bakar” demesi üzerine Atatürk Üniversitesi’nden
Doç. Dr. Dilaver Düzgün şunları söylemiş: “Tortum Şelalesi
turizm potansiyelini kaybedecek, bölgenin organik tarım cazibesi ve suya bağlı
oluşan vejetasyon yok olacak, nadir bitki türleri kalmayacak, hayvancılık
bitecek, halk fakirliğe sürüklenecek.”
Toplantıda DSİ yetkililerinin “çevreye saygılı proje” sözü vermeleri üzerine
TEMA’dan Işıl Bedirhanoğlu da şunları vurgulamış: “Suyun
satılması tehlikelidir. Kışın akan su miktarı HES yüzünden yazın akan su
miktarına düşecek; halk göç etmek zorunda kalacak...”
‘Doğu’nun kalkınması’
Bütün bunları yerel basından öğrendiğimde, yine Erzurum’dan Makine Mühendisi
Erdal Dedeoğlu’nun geçen yıl yayımladığı “Doğu Anadolu
Türkiye’nin Sanayi Merkezi Olmalıdır” raporunu anımsadım. Özetle
diyordu ki: “GAP’la sulanabilir tarım arazisi elde etmek için 40 milyar dolarlık
yatırım yapan ülkemiz, Çukurova’da, Akdeniz’de, Ege’de, Marmara’da
hazır-sulanmış ve ekilmekte olan; 1’e 50 verimle, senede 3 mahsul alınabilen
tarım arazilerini sanayiye kurban ediyor; 1’e 5 bile zor verim alınabilen Doğu
Anadolu’ya sadece tarımı öngörüyor.” (Cumhuriyet - 19 Temmuz 2009)
Dedeoğlu’nun kulakları çınlar mı bilmem ama şu HES tartışması gösteriyor ki,
ülkeyi yönetenler Doğu Anadolu insanımızın elinden “tarım” kaynaklarını da
almaya niyetliler! Bir yandan zaten “üvey evlat”a dönüşmüş sanayimizin ille de
“batı”da kalması istenirken, bir yandan da tarımın “varlık ve yaşam nedeni” olan
akarsuların kurutulmasında “doğu”ya da çullanılması, nasıl bir “kalkınma”
anlayışıdır; anlayan varsa beri gelsin...
Nitekim İstanbul’un planlanmasında, çevresel kaygılardan ötürü “sanayinin
komşu illere aktarılması”nı öngören anlayışa karşı Trakyalılar ve Bursalılar da
diyorlar ki: “Doğu Anadolu fabrika beklerken Marmara’nın kalan yeşilini de yok
etmek planlama değil, cinayettir”… Üstelik Doğu Anadolu için öngörülen şu
“demokratik açılım” siyasetinin ancak “önce kalkınma projeleri”yle anlam
kazanabileceğini herkesin savunduğu bir dönemde...
‘Vadi’mize dokunmayın!..
Evet... Yaklaşık 1600 akarsuyumuzda planlanan ve “sularımızın özelleşmesi”ni
başlatan HES’ler, sadece “çevre”sel kaygılarla değil, “ulusal kalkınma”mız
açısından da “yaşamsal” soruna dönüşüyor.
Sözü yine Erzurum’daki HES oyunlarına karşı “yöresel duyarlılığın” sesi;
Serdarlı Platformu’ndan Gürsel Engin’e bırakıyorum: “Bizim karşı olduğumuz,
yüzyıllardır bu toprakları yurt edinmiş insanların yok sayılmasıdır. Bölgemize
hayat veren dereler tarımsal yaşam kaynağımızdır. Bu vadi kültürel mirasımız,
geçmişle bağımız, manevi sığınağımızdır. Yanlış bir uygulama 8 bin insanı mağdur
edebilir ama buraya manevi bağlarla bağlı beş misli insanı incitecektir.
Kuşaklar boyunca devletine bağlı bir topluma bir darbe de devlet eliyle vurmak
sosyal adalete yakışır mı?”